Ombudsmanlığı kolaya kaçmadan tartışalım
Friedrich Ebert Vakfı’nın Medya Barometresi raporunun ombudsmanlık konusundaki yanılgısı ve okur temsilciliğini doğru anlamak…

14.12.2014
Medya özgürlüğü ve bağımsızlığı açısından gitgide bunaltıcı hale gelen baskı ortamı, meslek etiği ve iş ahlakına dair meseleleri açık dille konuşmamıza maalesef mani oluyor.
Sistematik hal alan işten atmalar, yayın yasakları, gazetecileri hiç çekinmeden hükümet yanlısı köşelerden açıkça tehdit etmeler, ve kurumsal bağımsızlıklarında ısrar ettikleri için kalan medya şirketlerine el koyma niyetleri, deşifre edildiği anlaşılan yeni bir tevkifat dalgası gibi nedenlerle kendi aramızdaki konular hep güme gidiyor.
Bunu garip değil normal karşılıyorum. Yadırgamıyorum.
Bir ülkede, medya sektörü ve gazetecilere en temel özgürlükleri tanımadığınız sürece, onlardan kendi aralarında ne oto-sansürü, ne özdenetimi ne de en köklü hastalıklardan biri olan 'ideolojik misyon gazeteciliği'ni tartışmalarını bekleyebilirisniz.
Medya yeterince özgür olacak ki, kendi içinde ahlak ve etik gibi konuları konuşabilsin, gerçek haberci ile yandaş-partizan-aktivist ayrışabilsin, herkes kendi işine baksın. Özgürlük esastır, kimseyi şiddete başvurmadan haber ve fikir beyan ediyor diye hapislere, mahkemelere sürüklemeyeceksiniz. Bu noktayı sağladığınız anda, namus, dürüstlük, açıklık, temiz mesleki icraat vs tartışmasının önünü açarsınız.
Her şeye rağmen, bu toz-duman içinde, bazı konulara değinmek gerektiği de anlaşılıyor. Bunun en son örneği, Sosyal-Demokrat eğilimli Alman vakfı Friedrich Ebert'in (FES) geçenlerde yayınladığı kapsamlı, 'Türkiye Medya Barometresi 2014' başlıklı raporunda yer alan 'ombudsmanlık/özdenetim' bölümü.
Son derece sorunlu, yüzeysel görüşlerle donatılmış bir bölüm bu. Öyle olduğu ölçüde de riskli, çünkü Türkiye'de eksik yürüyen bir temel işleve bakışıyla, sektördeki önyargı ve klişeleri besliyor.
Akçura’nın Evin’e itirazı
Bu konuda bir – tartışma demeyelim – haklı itiraz, Milliyet'in Okur Temsilcisi Belma Akçura'dan, aynı gazetede yazan Mehveş Evin'e geldi. Her ikisi de sevdiğim, saygı duyduğum, güvendiğim, soyu gitgide tükenen bir dürüstlükle iş yapan, sesleri daha gür çıksın istediğim meslektaşlarım.
Belma'nın itirazı, Mehveş'in söz konusu FES raporuyla ilgili ombudsmanlık – okur temsilciliği ile ilgili görüşlerine cevap.
Belma, Mehveş'in şu sözlerine atıfta bulunuyor:
'Şu anda Milliyet dahil, sadece dört gazetenin ‘ombudsman’ı var. Daha ziyade okur temsilcisi gibi görev yaptıklarını söyleyebiliriz. Ancak malum baskılar yüzünden bazen ‘okur temsilciliği’ görevini dahi sınırlı yapabiliyorlar.'
Ve bu görüşlere itirazını şöyle izah ediyor:
'Ombudsmanlık dediğiniz şey; zaten ‘Okur Temsilciliği’dir. Ne gazetenin ne de okurun avukatı değildir. Görevi de okur şikâyetlerine, meslek etiği ilkelerini hatırlatmakla sınırlı tutulamaz. Dolayısıyla 'Ombudsmanlığı zaten yapamıyorlar, okur temsilciliğini de kısmen yapıyorlar' demek meseleyi iki türlü de kavrayamamış olmak demektir.'
'İkincisi Türkiye’de eğer medya üzerinde bir sansür, oto-sansür, baskı varsa bu hepimizin üzerine çöken bir sorundur. Köşe yazarları kendi köşelerinde Türkiye’nin mevcut siyasi iktidarının ürettiği politikaları eleştirebiliyorlar da ombudsmanlar mı görevini yerine getiremiyor?'
'Türkiye’nin ekonomik ve siyasal gündemini yorumlamayı malum baskılarla bir tarafa bırakan bazı gazeteciler ve yazarlar, ombudsmanlığın kendisini ‘suya sabuna dokunulmayan bir konu’ olarak algıladığı için midir ki sıklıkla köşelerini özellikle ombudsmanlar üzerinden medya eleştirilerine ayırıyorlar?'
Türkiye medyasının üzerindeki baskıları tartışabilirsiniz, Türkiye medyasının geleceğini sorgulayabilirsiniz, mesleğin nasıl icra edilip edilmediğini de. Ancak medyanın yayın politikasını sık sık değiştirmesinin okurların gözünde haberlerin ve makalelerin nasıl kuşkulu hale geldiğini, güvenilirliğini nasıl yitirdiğini Ombudsmanlarla kuracağınız iletişimle ancak öğrenebilirsiniz. Friedrich Ebert Stiftung raporunda bu durumu gözlemlemek mümkün.
'Rapora göre; Türkiye’de gazeteciler, haberciliği, çalıştıkları gazetenin ideolojisinden bağımsız olarak icra edilebilecek bir meslek olarak görüyor. Ancak gerçek hiç öyle değil. Deneyimli bir gazetecinin “Kadro değişmediği halde, TMSF el koymadan öncekiyle, el konduktan sonraki gazete birbirinden 180 derece farklıydı; yani aynı kadroya bambaşka bir gazete yaptırmayı başardılar” sözleri gazetecilerin bu mesleği kendi meslektaşları üzerinden yorumlamasından çok daha vahim bir duruma işaret etmektedir.'
Belma Akçura bunu söylüyor.
Medya Barometresi’nin ilgili bölümü
FES raporunda benim sorunlu bulduğum kısma bakalım şimdi:
'Türkiye’deki okur temsilcileriyle ilgili bir araştırma yapan medya uzmanı bir panelist, “ombudsmanların gazetecilik ilkelerini dayatan değil, çok basit hataları kontrol eden biri olarak” kaldıklarını; “sistemi eleştiremeyecek, ilkeleri tartışamayacak” şekilde görev yaptıklarını; ayrıca, “bağımsız” olmadıklarını ifade etmiştir. Daha önce Milliyet’te ombudsmanlık sayfasının hazırlanmasına katkıda bulunmuş bir editör, ombudsmanların genellikle fazla suya sabuna dokunmadan “konuların etrafında dolaştıklarını” ifade etmiştir.
Ombudsmanlık kurumunun etkin bir şekilde işlememesinin nedenlerinden biri olarak, bu görevi yapanlara kurum içinde gösterilen, “sen kim oluyorsun da yazdıklarıma karışıyorsun” türünden “olumsuz tavırlar” gösterilmiştir. Böylelikle, bizzat haberciler ombudsmana “direnmekte” ve haber merkezlerinde ombudsmanın öneri ve eleştirilerini reddeden veya “ciddiye almayan” bir yaklaşım hâkim hale gelmektedir. Bunun bir diğer nedeni de özdenetim mekanizmasını işletecek olan ombudsmanların gazete sahibinden maaş alması ve ombudsmanın yaptırım gücüne sahip olmamasıdır.'
Ve aynı bölümün sonunda şu öneriler yer alıyor:
– Ombudsmanlık kurumunun bağımsızlaştırılması ve yaygınlaştırılması gereklidir.
– Ombudsmanların çalıştıkları kurumdan bağımsız olmaları gereklidir.
– Medya izleme/gözlem merkezlerinin kurulması ve bağımsız olarak fonlanması gereklidir.
Benim en başından beri dudak bükmeme yol açan, Belma'nın da Mehveş'e itirazlarına sebep olan mesele hem FES raporunun metodoloji sorununda hem de önerilerinin bazılarındaki yanlış bakış açısında düğümleniyor.
Ombudsmanlara da sorulmalıydı
FES'in raporu, beş medya beş de sivil toplum temsilcisinin – galiba mali sınırlılıklar dolayısıyla – biraraya getirilip ortaya bir döküm konmasıyla içerikte de kendisini sınırlamış oluyor. Bu beş medya temsilcisinin hangi kriterlere göre seçildiği önemli, bunun saydamlık ilkesine uygun olarak açıklanmasında yarar vardı. Bu raporu okuyan herkes, metodoloji konusunda çok net bir dille bilgilendirilmeliydi. Bunu FES'in bundan sonra dikkate almasını beklerim.
Bir eksiklik bu. Ayrıca sayının beş ile sınırlı olması raporu büyük ölçüde sübjektif de kılıyor. Bunu özellikle ombudsmanlık bölümünde gördüm. Belma'nın da ima ettiği gibi, şu anda faal olan, ve köşelerinde bağımsızlığa riayet ettiğinden kuşku duyulmayan ombudsmanların görüşlerine başvurulmaması önemli bir boşluk. Özellikle, o bölümde yer alan bir panelistin yanlış varsayımlara dayanan iddiaları söz konusu olduğu için bunun altını çiziyorum.
Sadece bu bölümle ilgili değil söylediğim; ombudsmanların da bireysel bir barometre olduğunu bildiğimize göre, onların gözlem ve analizleri FES raporunu çok daha zengin kılabilirdi. Ben öteden beri, her medya analiz ve gözlem raporuna bu yüzden hep ombudsman görüşlerinin alınması taraftarı oldum, bunda ısrar ediyorum.
“Gazetecilik ilkelerini dayatmak” mı?
Söz konusu bölümde ne iddia ediyor, 'okur temsilcileriyle ilgili araştırmalar yapan medya uzmanı’ panelist?
'Türkiye’deki okur temsilcileriyle ilgili bir araştırma yapan medya uzmanı bir panelist, “ombudsmanların gazetecilik ilkelerini dayatan değil, çok basit hataları kontrol eden biri olarak” kaldıklarını; “sistemi eleştiremeyecek, ilkeleri tartışamayacak” şekilde görev yaptıklarını; ayrıca, “bağımsız” olmadıklarını ifade etmiştir. Daha önce Milliyet’te ombudsmanlık sayfasının hazırlanmasına katkıda bulunmuş bir editör, ombudsmanların genellikle fazla suya sabuna dokunmadan “konuların etrafında dolaştıklarını” ifade etmiştir.
Bu iddialara, 15 senedir ombudsmanlık yapmış, işin özünde ısrar ettiği için iki kez kovulmuş, uluslararası camianın pratiğini de sürekli takip etmiş biri olarak şu cevabı verebilirim:
– Ombudsman gazetecilik ilkelerini 'dayatmaz'. Dünyanın hiçbir ülkesinde ombudsman'a böyle bir yaptırım gücü tanınmaz, tanınmaması da gerekir. Ombudsman, somut eleştiri verileri üzerinden gazetecilik ilkelerine – kurumsal, bölgesel, ulusal, evrensel – atıfta ve 'hatırlatmada' bulunur. İlkelerin 'dayatılması' başta genel yayın yönetmeni, yazı işlerinin görevidir. Yetki sahibi onlardır. Panelistin iddiasının yanlışlığını görmek için, New York Times'da ombudsman ile yazı işlerinde 'ilke dayatması' için kurulmuş olan 'standartlar editörü' arasındaki işbirliğini örnek göstermek sanırım yeterlidir.
– Ombudsmanlar Türkiye'de yeri geldiğinde 'sistemi' de eleştirmekte, ilkeleri de tartışmaktadırlar. Bunu en azından kendi pratiğim adına söyleyebilirim. Milliyet ve Sabah'taki köşe arşivimde – bu panelistin yapmadığı anlaşılan -herhangi bir tarama sistem eleştirisi-ilke tartışmasının neredeyse sistematik olarak yapıldığını göstermeye yetecektir. Bugün itibarıyla da Hürriyet'te Faruk Bildirici'nin hemen her seferinde, Belma'nın da kısmen bunu yapmakta olduğunu söyleyebilirim. Onlar kendi örneklerini verebilirler.
– 'Konuların etrafında dolaşmak' ifadesi, özellikle bu raporda cevap talep eden bir konu. İddianın somut örneklerini görmediğimiz için bilemiyorum. Ama şunu da ekleyeyim: Bir iç kurumsal birim olarak ombudsmanlık, 'bağcı dövmek için değil, üzüm yemek için vardır. Ombudsman, eleştirilerinde ölçülü, kapsayıcı, kurumda çalışan habercileri ve editörleri küstürmeden düşünmeye ve değişmeye davet eden bir dil kullandığı ölçüde saygı ve güven yaratır. Kolay bir iş değildir. Kendi pratiğimden biliyorum.
– Ombudsmanın 'çok basit hataları kontrol eden' kişi olarak kalması iddiası da açıklamaya muhtaç. Nasıl tanımlıyoruz çok basit hatayı? Bilgi hataları mı? Bunlar neden basit olsun? Okur araştırmaları, dünyanın her yerinde, okuru izleyiciyi en basit gibi görünen yanlış veri konusunun öncelikli olarak süpheye düşürdüğünü, güveni sarstığını gösteriyor. Rapordaki bu bölümde eğer 'gazetelerde günlük düzeltme ve açıklama' (corrections and clarifications) bölümleri yok' denseydi, bu çok haklı bir eleştiri olurdu. Kaldı ki, bu tür bölümleri olan çeşitli ülke gazetelerinde o işi de ombudsmanlar yapıyor.
Panelistin iddialarına dayandığı anlaşılan bir sonuç, rapora, 'ombudsmanlar ciddiye alınmıyor, yaptırım gücü verilmiyor, çalıştıkları kurumdan bağımsız değiller, gazete sahibinden maaş alıyorlar' gibi anlamsız bir akıl yürütmeyle yansımıştır. Ombudsmanlara yaptırım gücü tanınmasının eşyanın tabiatına aykırı olduğunu belirttim. Öncelikle sorun, ombudsmanın önerilerine önem vermeyen yazı işleri 'kültürü'nde kilitlenmiştir. Bu vurgu eksiktir. Asıl önemlisi, bağımsızlığın 'işverenden maaş almak' gibi bir konuyla bağlantılandırılmasıdır. 15 yıldır, Dünya Ombudsmanlar Örgütü başkanlığı, yönetim kurulu üyeliği yaptım. Haber kurumu sahibi dışında (kamu yayıncısı veya özel şirket) bir yerden maaş alarak ombudsmanlık yapıldığını görmedim ve duymadım. Bunca yıldır bu konu dünya ombudsmanları arasında tartışmaya bile açılmadı. Bugün Le Monde, El Pais, New York Times ombudsmanları da, Danimarka kamu yayıncısı DR'nin ombudsmanı da kurumdan, şirketten maaşlı. Peki 'bağımsızlık' nasıl sağlanacak? Elbette ki bizlerin en çok tartıştığı konu ombudsman ile kuruluş arasında bağımsızlığı tam hukuksal güvence altına alan bir iş sözleşmesinin varlığı veya yokluğunun temel kriter olarak alınmasıdır. Milliyet ombudsmanlığından kovulduktan sonra, Sabah'a geçerken bu yüzden 'sağlam' bir iş sözleşmesi istemiş, bunu sağlamıştım. Belki de bu yüzden, gazete hükümet çizgisine tedricen kaydığı halde, ombudsman köşesi bağımsız içeriğini koruyabilmişti, ta ki bardak taşana kadar. İcraatın baş tanığı, aynı zamanda avukatım olan ve medyada özdenetime büyük önem veren Fikret İlkiz'dir. Kendisine de sorulabilir.
Şunu ekleyeyim:
Önyargı, klişe ve yanlış varsayımlar üzerinden ombudsmanlığı eleştirmek anlamlı değil. Bugün, sert koşullar altında dahi, özellikle Faruk Bildirici'nin Hürriyet ombudsmanlığı, dünya çapında bir kaliteye sahiptir. Bunda elbette yönetimin ombudsmanlık rolünün önemini bir dereceye kadar kavramışlığının payı var. Belma'nın, gazetesindeki farklı koşullar nedeniyle zorlandığını bilsem de, elinden geleni yaptığını, varlığının bile başlı başına önem taşıdığını biliyorum.
Baştaki noktanın tekrar altını çizeyim: Önceliğimizi baskılara, yayın yasaklarına, işten atmalara, özgürlüğün budanmasına versek de, kendimize çeki düzen sağlamak için konuşmalıyız. FES raporu, metodolojisindeki sınırlamalara rağmen biraz buna vesile oldu.