“Anaakım medya Apartheid rejimine katkıda bulundu”

P24 ile FES’in Almanya Araştırma Gezisi’nin üçüncü gününde dikkatler Güney Afrika Cumhuriyeti’ne odaklandı

MURAT ŞEVKİ ÇOBAN

17.04.2015

 
BERLİN — Punto24 Bağımsız Gazetecilik Platformu (P24) ve Friedrich Ebert Stiftung (FES) tarafından düzenlenen “Geçmişle Yüzleşmek, İleriye Bakmak” programının katılımcıları, Berlin’de medya uzmanı ve radyo programcısı Hendrik Bussiek ile görüştü. Uzun yıllar Afrika’da muhabirlik yapan Bussiek, toplumsal hafızanın kurulmasında ve korunmasında medyanın üzerine düşen sorumluluğun araştırılması amacıyla düzenlenen programın katılımcılarına Apartheid rejimi sırasında ve sonrasında basının Güney Afrika’da oynadığı role ilişkin deneyimlerini aktardı.
 
1948 ile 1994 arasında siyahlara karşı ırkçılığı yasallaştıran Apartheid rejimi ile yönetilen Güney Afrika Cumhuriyeti’nde ırkçı politikaların sürdürülmesinde yazılı ve görsel medyanın merkezî bir görev üstlendiğini söylemek mümkün. Anaakım medya, Apartheid döneminde ağır insan hakları ihlallerini haberleştirmeyerek rejimin sürekliliğine katkıda bulunuyor.
 
Apartheid döneminde Güney Afrika medyasının durumu şöyle özetlenebilir: Güney Afrika Radyo Televizyon Kurumu (SACB) bir devlet kurumu. Yazılı basının büyük çoğunluğu ise devletle yakın ilişkiler kurmak durumunda olan maden şirketlerine ait. Yazılı basının çok önemli bir kısmı, yönetici pozisyonunda olanların ise tamamı beyaz. Dönemin gazetecileri, genel yayın yönetmenleri ve nüfuz sahibi yazarları da ırk ayrımına dayalı bir sisteme inanıyor. Haliyle devletin yayınlara doğrudan sansür uygulamasına da gerek kalmıyor, zira medya devletin ideolojisini uyguluyor, kimi durumlarda ise yeniden üretiyor.
 
Yayıncılarla hükümet arasında kapsamlı bir anlaşma var. Sözgelimi, güvenlik güçlerinin işlediği suçların ve insan hakları ihlallerinin haber yapılmayacağı müşterek olarak kabul ediliyor. 1985 sonrasında bazı gazetecilerin münferit çabalarıyla hazırlanan ve rejimi eleştiren haberler ise anaakım medyada kendine yer bulamıyor. Ancak ve ancak, yurtdışından finanse edilen küçük gazeteler, eleştirel haberler yayımlayabiliyor. Bu yayın organları hakkında ise devlet medyası ve devlete yakın yayın organları tarafından karalama kampanyası başlatılıyor. Rejimi eleştiren haberler yapan gazete ve gazetecilerin, “teröre destek verdiği” tezi kullanıma sokuluyor.
 
1990’lı yıllarda taraflar arasında müzakerelerin başlamasıyla, basın özgürlüğü ilk kez gündeme geliyor. Afrika Ulusal Kongresi, radyo ve televizyon yani SABC devletin elinde olduğu sürece özgür seçimlerin gerçekleştirilemeyeceğini öne sürüyor. Rejimin garantörü Ulusal Parti’nin radyo ve televizyon aracılığıyla seçim propagandası yapması gündeme getiriliyor. Bu çabaların sonucunda, kurum yönetiminde hiçbir siyasinin görev almamasını sağlamak amacıyla bir yasa çıkarılıyor.
 
1994’te Nelson Mandela’nın serbest kalması ve ilk özgür seçimlerden zaferle çıkması sonrasında, medyada bir dönüşüm başlıyor. Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu bünyesinde, medyanın Apartheid rejimi sırasındaki rolünü araştırmak üzere alt birimler kuruluyor. Dönemin gazetecileri, Bussiek’in de dış gözlemci olarak görev aldığı bu birime tanıklıklarını ve tecrübelerini anlatıyor. Gazeteciler Apartheid rejiminin suçlarını haber yapmamalarının gerekçesi olarak “Bilmiyorduk” diye özetlenebilecek bir gerekçe sunuyorlar. Bazı gazeteciler, siyasileri yakından tanıdıklarını ve “bu iyi insanların” iddia edilen suçları işleyebilecek kadar zalim olmadıklarına inandıklarını aktarıyor. Öte yandan, komisyon SACB bünyesinde siyah gazetecilerin kırbaçlandığına dair can yakıcı tanıklıkları da dinliyor.
 
Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu, medyanın Apartheid rejiminde oynadığı role ilişkin iki bulguya varıyor. Biri; devlet tarafından basın özgürlüğünün kısıtlanması Apartheid sistemini mümkün kılan etmenlerden biri olmuştur. Diğeri ise; İngilizce yayın yapan basın organlarının devletle “iyi geçinme” stratejisi, otosansüre neden olmuştur. Komisyonun verdiği “hüküm” ise daha net: “Anaakım medya ve SABC, ağır suçların ve insan hakları ihlallerinin kamuoyuna duyurulmasında başarısız oldu. Böylelikle bu kuruluşlar, Apartheid rejiminin iktidarda kalmasına ve sürdürülmesine katkıda bulundular.”
 
Sonrasında, medyanın iyileştirilmesi için özel politikalar üretiliyor. Apartheid rejimi sırasında siyahların eğitim görmesi de kısıtlandığından, nitelikli siyah gazeteciler yetiştirmek üzere Johannesburg’da hızlı kurslar açılıyor ve bu kursları bitiren gazeteciler, medyada kilit görevlere yerleştiriliyor. Öte yandan, kimi medya gözlemcileri Güney Afrika’nın demokratikleşme sürecinde basının geri planda kaldığını da öne sürüyor. Ne var ki, Nobelli Desmond Tutu’nun da söylediği üzere, “Hakikat özgürleştirir.”
 
“Geçmişle Yüzleşmek, İleriye Bakmak” programının katılımcıları Elif Akgül, Melih Cılga, Uygar Gültekin, Tuğba Kaplan, Sezin Öney ve Sedat Yılmaz’dan oluşuyor.