Kameralar eşliğinde şehit haberi
“Kişisel olarak bundan daha vicdansız ve acımasız bir videoya az rastladığımı belirtmeliyim”
21.09.2015
Görüntüde bir gecekondunun içindeyiz. Sıvasız duvarlar önünde sedire ilişmiş gariban bir anne baba. 29 yaşındaki evlatlarının öldürüldüğünden henüz habersizler. Bir sürü bıyıklı erkeğin tek göz odalarına doluşmasını kaygılı gözlerle izliyorlar. Kaymakam, babanın yanına oturuyor. O anda flaşlar patlıyor. Kameralar ise kayıtta. Kaymakam’dan şu sözleri duyuyoruz: “Ne mutlu evladımız şehit oldu. Peygamberimize komşu olacak. Sizler de şehit annesi babası oldunuz." O anda kameraların önüne geçmiş kişiler görüntüyü kapatıyor diye derhal uzaklaştırılıyor. Amaç bir anne babanın yaşayabileceği en derin acıyı kayda alıp sonuna kadar sömürmek. Bir saat içinde görüntüler haber ajanslarına servis ediliyor, ‘Şehidimizin acı haberi, baba evinde yürekleri dağladı’ başlığıyla kaymakamlığın internet sitesinde özenli bir fotoğraf galerisi oluşturuluyor.
Kişisel olarak bundan daha vicdansız ve acımasız bir videoya az rastladığımı belirtmeliyim. Sanırım en son maden kazasında öldüğünden tam emin olmadan oğlunun yüzme bilmediğini söyleyen annenin videosunu izlediğimde benzer şeyleri hissetmiştim. Oy hırsıyla dolu şov meraklısı politikacılara, din, peygamber, şehit sömürüsü yapan inanç tüccarlarına alıştık ancak basın mensuplarının bu kadar insanlıktan çıktığını görmek insana acı veriyor. “Ekmek parası” diye mi meşrulaştıracaklar mesleklerinin geldiği bu utanç noktasını? Peki ne umdular bu “heyecanlı” habere giderken? “Flaş, Flaş, Flaş! Oğullarının şehit olduğunu bilmeyen aileye bir anda bu acı haber verilecek ve tepkileri ölçülecek!
Bomba Haber! Sakın kaçırmayın!” Bu mu ulaşmak istedikleri mesleki tatmin?
Sosyal medyada binlerce insanın tepkisi sonucunda kaymakam hakkında soruşturma başlatıldığı haberini okuduk. Peki ya trajedi, acı ve kayıpların medya ile ilişkisi? Bunun için ilk kareye tekrar dönmek gerekiyor sanırım.
İnsanların acıları mahremdir. İnsanların sevdiklerini aniden bir trajedi sonucunda yitirmesi, bu sarsıcı haberle yüzleşmesi kameralara yansımaması, sömürülmemesi ve saf kalması gereken özel anlardır. Bunun için BBC’nin başı çektiği pek çok saygın medya kurumunda üzere yıllarca titizlikle yayın ilkeleri hazırlanmış, kılavuzlar yazılmış ve gazeteciler eğitilmiştir. Örneğin bir uçak ya da tren kazasında ölenlerin adı asla televizyon ekranında açıklanmaz. Ancak her yolcunun birinci dereceden yakınları eğitimli uzmanlar tarafından yüz yüze bilgilendirildikten sonra kazazede listesi medyaya sunulur. Aile acı haberi medyadan almasın diye özen gösterilir. Bakın insanlar ne kadar üzüldü diye aile teşhir edilmez, duygular istismar edilmez. Bu, insan olmanın ilk kuralıdır.
Medya, trajediyle ilgili bilgilerin doğru olduğuna emin olmalıdır. Kesinliği teyit edilmemiş bilgiler dolaşıma sokulamaz. Yanlış bilgiler hızla yılgınlık, çaresizlik ve öfkeye neden olur. Mesela naaş fotoğrafları ve ailelerin teşhis sürecindeki görüntüleri asla yayımlanmamalıdır. Haberlerin içeriğinin sunuluş biçiminde, haberi çarpıcı kılmak adına gerçekliği dramatize eden, sansasyonel ifadelerden, manşetlerden kaçınılmalıdır. Facianın ve neden olduğu kayıpların etkisi insanlar için zaten travmatik boyutlardadır. Bir de haberlerin dili, üslubu ve görselleri ile özellikle kayıp yakınlarını daha da fazla sarsmaya kimsenin hakkı yoktur. Bahsettiğim gibi bu, habercilerin en temel insani ve ahlaki sorumluluğudur. Anlaşılan şehit ailesinin acısını kaydetmeye ve yaymaya hayır diyebilmek ancak bu en temel insani değerlere sahip olmakla mümkün olacak. Bırakın kuralları, ilkeleri falan sadece vicdanlı olmakla başlayacak habercilik.