Aslında ne oldu?

309 madenci, toplumsal muhalefet alanında yaprağın bile kıpırdamadığı ülkede, herkesin vicdanlarına seslenen bir eylemi geçirdi gündeme…

AHMET ÖZTÜRK

01.06.2016

Kendilerini ocağa kapatıp açlık grevi yaparak haklarını arayan ve yaptığı eylemlerle ülke gündeminde yer bulan işçilerin çalıştığı DEKA Madencilik, Balçınlar Madencilik ve Erbağ Madencilik şirketlerinin tüm hisseleri aynı aileye ait bulunuyor. Şirketlerin üçü de dağın, taşın kömür olduğu Zonguldak’ın Kilimli ilçesinde, kömür işletmeciliği yapıyor. Mülkiyeti Türkiye Taşkömürü Kurumuna ait olan ve redevans yöntemiyle ikinci şahıslara kiralanan sahalarda, Azrail’le köşe kapmaca oynayan maden işçileri,  diğer şirketlerde olduğu gibi, bu şirketlerden de düzenli maaş alamıyor. Herkesin kanununu kendisi yazdığı bu dağlarda, başka pek çoğunda olduğu gibi, işçi alacakları konusunda da yeterli denetim yapılmıyor.
 
İşçi ücretlerinin son kuruşuna kadar yasal güvence altında olduğu söyleniyor oysa… Bu üç şirkette çalışan ve Soma katliamı sonrasında yapılan yasal düzenlemeler bahane edilerek yılbaşından bu yana ücretleri ödenmeyen işçiler, alacakları için bir dizi eylem başlattı geçtiğimiz günlerde. İş bırakma, gösteri yapmayla başlayan eylemler henüz kamuoyunun dikkatini çekmeden önce DEKA, sonra Balçınlar ve Erbağ şirketlerine, ‘’Fettullahçı Terör Örgütü – Paralel Devlet Yapılanması’’ (FETÖ/PDY) operasyonları kapsamında el konularak kayyım atandı. Kayyım Heyeti’nin ilk icraatı üretimi durdurmak oldu. Heyetin iddiasına göre zaten borç içinde yüzen şirketin içi tümden boşaltılmış,  zararın daha da büyümemesi için böyle bir karar alınmıştı. Kayyımın göreve başladığı sırada, DEKA’da 168, Balçınlar’da 130 ve Erbağ’daysa 11 işçi çalışıyordu.
 

Baca ağzında polis para dağıtırken…

Mağduriyet üzerine mağduriyet
 
İşyerlerinde üretimin durdurulmasına karşın, alacakları konusunda herhangi bir açıklama yapılmaması bir yana, işçilerin ısrarlı taleplerine karşın iş akitlerinin feshedilmeyip, kendi rızalarıyla istifa etmelerinin istenmesi bardağı taşıran son damla oldu. Çıkışları verilmediği için yeni iş arayamadıkları gibi işsizlik maaşı için de başvuramayan işçiler, bunlardan yaralanmak için istifa etse, bu kez, kıdem tazminatını yitirme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bu yüzden bir kapana kısılmış gibi hissediyorlardı kendilerini.
 
Mağduriyet üzerine mağduriyet yaratan Kayyım Heyeti, şirketin mali yapısının bozuk olduğunun ötesinde bir açıklama yapmayınca, devlet yetkilileriyle görüşmeler yaptı işçiler. Çaldıkları tüm kapılar yüzlerine kapanınca Zonguldak sokaklarında eyleme başladılar önce. Yaptıkları yürüyüşler, valilik önünde günlerce süren oturma, ana arterde trafiği durdurma eylemleri sonuç vermedi; bu kez, bir iş hanının çatısına tırmandılar.
 
Verilen sözler üzerine oradan inen işçiler, sözlerin hiçbiri tutulmayınca eylemlerini başka bir boyuta taşıdılar. Balçınlar şirketinde çalışan 87 işçi, ortak bir kararla çalıştıkları ocağa kendini kapattı. İlk birkaç günde hiçbir yetkili kendileriyle temas kurmayınca eylem, bu kez, açlık grevine dönüştü…
 
Yalnızlaştırma çalışmaları
 
Önceden planlanmayan ve son derece hazırlıksız bir şekilde başlayan eylem, kent gündemine bomba gibi düştü. Polis ocak çevresinde yoğun güvenlik önlemleri alırken, yaşanan onca toplumsal olayda, bu doğrultuda hiçbir açıklama yapmayan Zonguldak Valiliği, yayımladığı bir bildiriyle provokasyon uyarısı yaptı. 
 
Strateji çizilmişti, işçiler o dağın başında yalnızlaştırılacak, eylemleri itibarsızlaştırılacaktı. Son derece haklı bir konumda olan direnişi başka türlü kırmak mümkün değildi çünkü. Kentteki sivil toplum örgütleri yürütülecek dayanışma kampanyasının içeriğini oluşturmaya çalışırken, düğmeye basıldı, alttan alta yayılan tezviratla eylemi provoke etmek için PKK’nin bile Zonguldak’a geldiği duyuruldu Kilimli’de. Gruplar halinde gelen örgüt mensupları, polisle çatışıp, işçilerle devleti birbirine düşürecekti.
 
Milliyetçi-muhafazakâr bir sosyolojiye sahip o dağlarda, bu propaganda çok çabuk karşılığını buldu, dayanışma eylemleri için gelen herkese, potansiyel terörist gözüyle bakılıyordu artık. Polisin TOMA’lı, robokoplu, çevik kuvvetli, abartılı önlemleri de bu psikolojiyi üst düzeylere çıkaran bir atmosfer yaratıyordu.
 
Eylemin ilk günlerinde, işçi ailelerinin Kilimli ilçe merkezinde başlayıp, ocağın önünde bitecek yürüyüşüne destek veren sivil toplum örgütü üyeleri, baca ağzına iki kilometre kala kurulan polis barikatında durduruldu. Bundan sonra ailelerin yürüyüşe yalnız devam edeceği, dışarıdan gelenlerin alandan ayrılması gerektiği bizzat işçi temsilcileri tarafından açıklandı. Atılan “Emniyet sen bizim her şeyimizsin” sloganıyla da organizasyonun adresi belli oluyordu.
 
Provokatör olan kim
 
Bu olay tekil olarak kalmadı, aynı gün dayanışma eylemlerine katılan destekçilere demir çubuklarla saldırı yapıldı hatta. Polis barikatının önünde bir süre bekleyen destekçiler, eylem alanından ağır ağır dağılırken, önleri kesilen ve ağırlığı gençlerden oluşan gruba demir çubuklarla yapılan saldırı sonunda, bir kişinin kolu kırıldı, iki kişi de çeşitli yerlerinden yaralandı. Tüm Emniyet’in yığılı olduğu avuç içi kadar ilçede saldırıdan kimsenin haberi olmadı nedense…
 
Polisin gözü önünde yapıldığı halde, saldırganlardan, gözaltına alınan olmadı. Senaryo bir gazetede yayımlanan, “…Aileler maden ocağının yanına giderken yaklaşık 500 kişiden oluşan kalabalık da dağılmaya başladı. Kilimli’de iddiaya göre oturma eylemi yapmak isteyen bir gruba halk müdahale etti. Grubun provokatör olduğunu iddia eden vatandaşlar, oturma eylemi yapmalarına izin vermedi. Vatandaşlarla grup arasında kısa süreli arbede yaşandı” şeklinde haberle tamamlandı. Kim tarafından yaptırıldığı çok belli olan haber, senaryoyu da ifşa ediyordu…
 
Yalnızlaştırma ve itibarsızlaştırma gayretleri bununla da bitmedi, işçilerin açlık grevinde olmadığını kanıtlamak için ekip otosuna doldurulan bir kısım gazeteciye, kimselerin yanaştırılmadığı ocak çevresi gezdirildi. İşçilerin açlık grevinde olmadığı, yalan söyledikleri ilan edilecekti böylece. Operasyon sonuç verdi, kimi gazeteler, etrafa saçılmış yemek atıkları görüntülerinin yanına, “İşçilerin açlık oyunu” başlığını çekti.
 

Propaganda savaşları
 
Eylemin ülke gündemine girmesi, daha çok, CHP Genel Başkan Yardımcı Veli Ağababa’nın ziyareti ile oldu. İşçilerin yanında olan herkse aynı tarifeyi uygulayan Emniyet, Ağababa ve yanındaki Zonguldak milletvekillerini de abluka altında tuttuğu ocağa yanaştırmadı. Yaşanan arbede görüntüleri ana akım medyanın gözlerini, yavaş yavaş Zonguldak’a çevirdi.
 
Polis bülteni gibi çıkan havuz medyasıysa, ‘’FETÖ ile sol örgütlerin yönlendirdiği bir grup işçinin sürdürdüğü işgal eylemi’’nden söz ediyordu. “FETÖ mağdur etti, devlet sahip çıkıyor” başlığıyla yapılan haberler, devleti temize çekme kampanyasının ürünü olarak yer aldı havuz gazetelerinde. Devletin müşfik kolları her zaman işçilerin yanındaydı onlara göre, baca ağzına yığılan TOMA’larsa, provokasyon yapmaya gelen terör örgütlerine karşı işçileri korumak içindi.
 
Propaganda aygıtı iyi de çalışıyordu doğrusu. Sorunun çözümü için hükümetin sorumluluğundan söz eden çevrelere verilecek yanıt bile hazırdı: “Eyleme siyaset karıştırıyor, şov yapıyor, işçilerin masum duygularını kullanıyor.”
 
Bu propagandayla iktidarın sorumluluğu hep gözlerden uzak tutuldu. Öyle ki 11 günlük direniş sırasında AKP’yi, hükümeti hedef alan hiçbir slogan atılmadı. En siyasal slogan, “İşçiyiz, haklıyız kazanacağız”dan ibaretti yalnızca.
 
Böl… Parçala…
 
Ocağa kendini kapatan 87 işçiyle ilkin sınırlı da olsa kurulan temas, polisin yoğun ablukası nedeniyle tümden kesildi. Ocağa kontrol amacıyla giden tahlisiye ekipleri ile güvenlik güçlerinden başka kimseyle teması kalmamıştı işçilerin.
 
İçeride, dışarıda pazarlıklar sürüyordu bu arada… Bu kez böl, parçala yöntemi sokuldu devreye. Yapılan açıklamaya göre, Kayyım Heyeti, bir yerlerde, şirketlerin 5 bin ton stok kömürünü bulmuştu. O satılacak işçilerin parası ödenecekti. Yöredeki termik santral yatırımlarıyla dikkat çeken ve halkın büyük bir bölümünün tepkili olduğu Eren Holding santralde yakarak tüketeceği kömüre, “Sosyal sorumluluklarının gereği olarak” talip oldu. İyi niyetin göstergesi olarak da, teslimat bitmeden avans bile verilecekti hatta…
 
Vali Ali Kaban kameraların karşısına geçti, “Bu kömürün bir an evvel paraya dönüştürülüp bu işçi kardeşlerimizin alacaklarının hiç olmazsa önemli bir kısmının bir an evvel kapatılması gerekiyordu. Bunun ilk aşaması olarak biz sıkıntıya düştüğümüz anda, tekrar, Eren Enerji ile temasa geçtik. Ve şu an itibariyle oradaki kömürün Eren Enerji’ye nakledilmesi işlemi başlıyor. Öğleden sonra da gelişmelere göre bir avans alınmak suretiyle işçilerimizin maaşlarının ödenmesine başlanacak. Ben bunun müjdesini vermek istedim” dedi. İşçilerin alacakları üzerinden, temize çekilenler arasına termikçi şirket de katılmıştı.
 

Pazarlıklar… Pazarlıklar…
 
Yeraltındaki işçilerin sayısı gün gün azalıyordu. Psikolojisi bozulan, çeşitli şekillerde rahatsızlanan işçiler dışarı çıkmak zorunda kalıyor, muayeneleri yapıldıktan sonra evlerine gönderiliyor, abluka altıdaki ocağa bir daha girmeleri mümkün olmuyordu. Bu arada Vali Kaban ikinci açıklamayı yaptı. İşçilere bin lira Sosyal Yardımlaşma Fonu’ndan, 750 lira da alacaklarına mahsuben ödeme yapılacaktı. Yapılacak yardımın bir bölümü hayırsever bir işadamından karşılanmıştı.
 
Vali Kaban’ın, “Halen 15-20 kişi arasında olduğu ifade edilen ve hukuka aykırı biçimde ocağı işgal yoluyla eyleme devam eden işçiler hariç, diğer işçilere çözüm çabamızın ve iyi niyetimizin göstergesi olmak üzere, yarın sabahtan itibaren, eşit olarak ödeme yapılmasına başlanacaktır” şeklindeki sözleri ilde infial yarattı. İşçileri bölmeye yönelik açıklama sinirlerin tümden gerilmesine neden oldu.
 
Birileri devreye girmiş olmalı ki, akşam saatlerine doğru ikinci bir açıklamayla ifadeler yumuşatıldı, bu kez, “Eylemi bırakan tüm işçilere çözüm çabamızın ve iyi niyetimizin göstergesi olmak üzere, yarın sabahtan itibaren eşit olarak ödeme yapılmasına başlanılacaktır. Kamuoyuna saygıyla duyurulur” denildi. Bir önceki açıklama, kimi gazetelerinki de dahil olmak üzere internet sitelerinden de kayboldu bir anda…
 
Valinin açıkladığı koşulları işçilere anlatmak ve ikna etmek için ocak başına giden Kayyım Heyeti’nin önerileri işçiler ve aileler tarafından, “Sadaka istemiyoruz”, “Alın paranızı da gidin” haykırışlarıyla reddedildi. Bu arada, içerideki işçiler,  polis yığınağının artması üzerine, operasyon yapılabileceği kaygısıyla ocak girişini çökertti. İşçiler tümden derin bir karanlığa bürünmüştü artık. Ancak ikna çalışmaları sonuç verdi, göçük TTK ekipleri tarafından ertesi gün temizlenerek, ocak, yeniden ulaşılır hale geldi.
 
İçeridekilerin alacakları ödendi, eylem bitirildi
 
Kayyım Heyeti’nin ocaktaki işçileri de ikna edememesi üzerine, hep devrede olan Emniyet Müdürü Osman Ak, bu kez, sözcüğün tam anlamıyla mekik diplomasisi başlattı. Eylemi sürdüren son 17 kişiye, daha fazla ödeme taahhüt etti önce. Ocakta yapayalnız kalan ve son birkaç gündür şekerli sudan başka bir şey tüketmeyen işçiler için, bu şartlarda eylemi sürdürmek çok güçtü. Yine de, bu teklifi kabul etmeyen işçiler, eylemi, tüm alacaklarının ödenmesi durumunda bitirebileceklerini söylediler.

Uzun pazarlıklar sonucu talep kabul edildi. Eyleme son veren 17 işçiye beşer bin lira, hemen ocak başında elden ödendi. Alelusul oluşturulan veznede, polis üniformalı kişiler veznedar olup para dağıttı. Diğer işçilerse, şimdilik, 1.750 lira alacaktı. Kısmi de olsa bir kazanımla eylem bitmiş herkes rahat bir soluk almıştı. Açlık grevi geriye dönüşü olmayan sonuçlar doğuracak bir noktaya doğru gidiyordu çünkü…
 
Hiçbir açıklama yapılmadan ocaktan çıkarılan işçiler, baca ağzında yapılan sağlık kontrolünün ardından, aileleriyle bile görüşmelerine fırsat tanınmadan, Polisevi’ne, çorba içmeye götürüldü. Emniyet Müdürü Ak, bir kişinin bile burnu kanamadan eylemin bitirilmiş olmasının önemli olduğunu söylerken, ‘’FETÖ işçileri dolandırmış’’ diye açıklama yaptı. İddiasına göre bazı bankalardan işçiler üzerine kredi çekilmiş, şirket, ödeme güçlüğünü gerekçe göstererek bankaya yapacağı ödemeleri geciktirmişti.
 
Sonuç yerine
 
1. Zonguldaklı madenciler, orman kanunlarının tek geçer akçe olduğu Kilimli’nin dağında ekmek ve onurları için direnişe geçti. Baştan sona algı operasyonlarına sahne olan eylem, devletle karşı karşıya gelmeme baskısı yüzünden, tersinden provokasyona sürekli açık tutuldu. İşçilerin sağduyusu olmasa, üretilen tezviratlar nedeniyle, kimi destek ziyaretlerinin, linç görüntülerine sahne olması pekâlâ mümkündü.

2. Vali Kaban’ın mücadeleci işçileri tehdit eden söylemi tümüyle boşa çıktı. Yeraltında direnenlere ödeme yapılmayacağını açıklayan Vali, eylem sonunda onların diğerlerinden üç kattan fazla para aldığı bir anlaşmanın altına imza atmak zorunda kaldı. Kadim söz bir kez daha doğrulanmış, direnen kazanmıştı…

3. Bu eylem Türkiye’deki sendikal hareketin sefaletini de açığa çıkardı. Özellikle AKP iktidarları döneminde zirve yapan yandaş sendikacılığın iktidarla iyi geçinme üzerine kurulu yaklaşımları, bu eylemde şahikasına ulaştı. Türk-İş’e bağlı hiçbir sendika, en küçük destek eylemi yapmazken, işçilere sınırlı da olsa destek DİSK ve KESK’ten geldi…

4. Sendikal hareket için üzerinde durulması gereken bir diğer şey de Genel Maden İşçileri Sendikası’nın hazin durumuydu. 1991 yılında yüz bin kişi ile Ankara’ya yürüyen ve gerçekleştirdiği eylemle dünya sosyal tarihinde yer edinen sendika, 309 işçinin sorunu için hiçbir inisiyatif almadı. Genel Başkan Ahmet Demirci, “Biz de sorunun çözümünü istiyoruz ama bir şey yapamıyoruz, elimiz kolumuz bağlı” gibi yüz karası cümleler kurdu.

5. Bir kez daha görüldü ki yalnızlaştırılan eylemler, muktedirler tarafından hızla itibarsızlaştırılıyor. Bu tip eylemlerin tam başarısı için toplumsal destek büyük önem taşıyor. Emekçiler, ülkenin pek çok yerinde, pek çok direniş gerçekleştiriyor. Bu direnişlerin tamamı yalnızlaştırıldığı, destek bulamadığı, diğer emekçi güçler dayanışma göstermediği için sürekli yenilmek zorunda kalıyor…

6. Toplumda yükselen milliyetçi dalga ile derinleşen muhafazakâr kültür, işçi sınıfının dayanışma duygusunu, militan ruhunu da öldürüyor. Geçmişin proleterleşme yolunda adımlar atan mücadeleci işçileri, kendine her türlü zilleti reva gören çevrelerle işbirliği yapmaktan çekinmeyen bir topluluğa dönüşüyor. Toplumun geniş kesimlerinin AKP ile tam bir kültürel uyum içinde oluşturduğu bu sosyoloji nedeniyle, ülkenin kısa vadede bir siyasal dönüşüm yaşaması zor görünüyor.

7. Zonguldaklı 309 madenci, toplumsal muhalefet alanında yaprağın bile kıpırdamadığı ülkede, herkesin vicdanlarına seslenen bir eylemi geçirdi gündeme… “Hiçbir ödeme yapamayız” cümlesiyle işçilerin mağduriyetine vicdanlarını da kapatan devletin karşısında direnerek, hak kazanılacağını dünya âleme gösterdi. Hükümetle iyi geçinerek ulufe kazanmaya dayanan egemen sendikal anlayışın terk edilmesi gereken bir çağdışılık olduğu böylece bir kez daha belgelendi.

8. Son derece zor koşullarda eylem yapan işçilerin burunları bile kanamadan eylemin bitmiş olması, sürecin belki de en güzel yanıydı. Vicdanlarımızda yeni bir yara açılmadan biten on bir günlük eylem geride onlarca ders bıraktı.