Üç İstanbul, Belkıs ve Rus Prensi kayalıkları (16)

Belkıs, Rus Prensi’ne aşık. Prensle Bebek’teki evde görüşüyorlar. Beraberlik planları var. Prens beraberlik için müsait

İLHAMİ ALGÖR

20.01.2024

Artık 19 Mayıs 1919 günlerindeyiz. “Malta’ya sürdükleri üç kamyon lttihatçı’yı İngilizler nihayet bıraktılar.” Hmm..!? Mesela bırakılanlardan biri Abdülhalik Renda, Talât Paşa’nın kayınbiraderi. Malta belgelerine göre, Bitlis, Muş ve Sason’da 150 bin Ermeninin öldürülmesinin, mallarına el konulmasının sorumlularından. Ankara hükümeti ile İngiltere arasında imzalanan esir değişimi anlaşmasıyla yargılanmadan serbest bırakılıyor. Latife Hanım ile evliliğinde Mustafa Kemal’in nikâh şahitlerinden biri.

Üç İstanbul’a dönelim. Adnan ve Belkıs, Ataşenaval Naşit’in konağında hâlâ misafirler. Belkıs, Rus Prensi’ne aşık. Prensle Bebek’teki evde görüşüyorlar. Beraberlik planları var. Prens beraberlik için müsait.  “…iki hafta evvel karısını yedi bin liraya birisine satmıştı; bekârdı.”

Adnan ile Belkıs, “Çok terbiyeli boşandılar. Belkıs’ın lakaytlığı Adnan’ın kibriyle birleşti. Başkalarında rezalet olan boşanma vakası sessiz, sedasız geçti. Hendesenin (geometrinin) bu derece muntazam çizgileriyle yıkılan ev azdır. Bu kıyamete intizam, hürmet, terbiye, incelik soktular: Belkıs, Adnan’ın meziyetlerini soranların önüne yığdı. Adnan, kabahatin kendinde olduğunu, merak edenlere söyledi: Belkıs’ta istemediği kocadan kurtulan kadının sinsi saadeti vardı. Adnan, felaketini bir iftira gibi üstüne yükletecek zebun bir düşman aramıştı: Bu düşman kendisiydi. “Kabahat bende!” derken bütün bu kabahat Mermer Yalı’da Belkıs’a ders veren tarih hocasındaydı: Eski fıkara Adnan’daydı; şimdiki yeni fıkara Adnan’da değil.”

Adnan, Z raporu almaya başlamıştır. Raporda “dün yediğin hurmalar, gelir d.tünü tırmalar” notunu görüyoruz. Belkıs, Rus Prensi’ne gider. Adnan Tepebaşı’nda bir otele. Belkıs, Peşte’de Prens ile evlenir, İstanbul’a Prenses olarak döner.

“Fakat Rus Prensi’yle evlenmesi Şişli’de hadise olamadı. (…) Mesut olacak kadar kıskanılmayınca Belkıs da kendini mesut bulmamaya başladı. Kocasının Prens olması altı ayda eskidi; parası da sekiz ayda bitti. (…)Rus Prensi, Belkıs’la bugün kavgaya başladı. Bu, onun morfin parası bulamadığı ilk gündü; sövdüğü vakit göğsünde bir lağım kırılıyordu. (…) Prens kumar oynamak için bir aralık Belkıs’ı satmayı düşündü. Ucuz verecekti. Fakat Belkıs safaletten şişmanlamıştı; bütün saadeti bir nevi yemek yemekten ibaret kalan acayip fıkaralık içinde şişen kadındı.”

Kuntay, buraya kadar kelime kelime ördüğü Belkıs ve Rus Prensi bölümünü birden hızlandırır, Bekıs’ın aklına Amerika’ya gitmek fikrini sokar ve:

“Belkıs’ı Amerika’da bekleyen saadetlerin üzerinden üç ay geçmişti. Bir gün Serkldoryan’da Hariciye Mümeyyizi Burhan, eski Ataşenaval Naşit’e Belkıs’ın Amerika’da intihar ettiğini söyledi: Belkıs ‘New York’ta çorap paketleri işleyerek geçinirmiş. Bir gün hamamda yıkanmış; en güzel geceliğini giymiş; odasının havagazı musluğunu açarak karyolasına uzanmış; ağır ağır ölmüş!’tü.”

Adnan ise Tepebaşı’nda otel odasındaydı. Bitmeyen romanı ile meşguldü. Sanki Adnan sadece yalnız ve yoksul olunca romana dönüyordu. O zenginlik ve zamparalık günlerinde Adnan’ı romanı ile meşgul gördüğümü hatırlamıyorum.

“Kalemini ısırdı, düşündü: Adnan, İttihat ve Terakki’yi – yani kendini- nasıl hicvederdi? Hem de böyle bedava! Hem de Ankara’dan hâlâ çağrılmadığı halde! Romanından bu yaprağı yırttı.”

Adnan otel odasında karardıkça kararmaktadır ki, aniden Prens Hasan çıkar gelir: “Ziyaretinize Prenses tarafından memuren geliyorum; Çünkü zat-ı saninize bendeniz dargınım Mehmet Adnan Beyefendi Hazretleri. Niçin mi dediniz? Arz edeyim. Bozağiçi’nde insanın köşkü olur da insan otellerde oturur mu?”

Bu davetin, sahip çıkmanın, lavabosu kırık otel odasından Adnan’ı toparlamanın planlayıcısı  görünürde Prenses Bahire idi ama esas aktör Süheyla idi. Süheyla, Prenses Bahire ve Prens Hasan eliyle Adnan’ı  yere düştükçe topluyordu. Biz bu iki kadının, Prenses Bahire ile Süheyla’nın ilişkilerini, Adnan’ı toparlamayı nasıl konuşup tartıştıklarını göremiyorduk. Onların eylemleri –Adnan’ı otel odasından kurtarmak gibi- sadece sonuç olarak romana yansıyordu.

Bu kadar belirleyici bir eylemin oluşma sürecini romana dahil etmemek nedendir? Soruyu Kuntay’a değil, kendime soruyorum. Mesela Süheyla’nın hayatının Belkıs’ın hayatı kadar renkli, yanarlı dönerli alevli bir hayat olmadığı için mi? Veya zaten Süheyla en baştan, başı tülbentli Süheyla olduğu günden beri  yarı görünür yarı görünmez bir role sıkıştırıldığı için mi? Onu göremediğimiz, romanın akışı için kendisine ihtiyaç olmadığı durumlarda Süheyla ne yaşıyordu? Nasıl yaşıyordu?

Fakat çok afedersiniz, dallama Adnan Bey, “Gece köşkte yatağında Belkıs’a ağladı. Sonra ağladığına sevindi. Sonra bir ferahlık duydu: Belkıs ölmekle Adnan eski tarih hocalığından, eski iptidai kunduralarından, Aksaray’daki eski evinden kurtulmuş gibiydi.”

Prens Hasan’ın Köşkü

“Adnan’ın bildiği: Bu köşkte öteden beri kaç göç yoktur. Öyleyken Adnan buraya geldi geleli koridorlarda ondan kaçan bir gölge var. Yemeği, çayı halayıkların ellerinde ketenli tepsilerle odasına götürülen bu “Hanımefendi” kim olacak? Peçetesinin gümüş bileziğine bakılırsa ev sahibinin akrabasından olmalı.”

“Adnan bu ‘Hanımefendi’nin yüzünü görecek kadar ona bir türlü rastlamıyordu. Koridorda bir gölge sahiden gölgeymiş gibi kaçıyordu. Adnan hafif lavanta kokusunda ipek eteğin sesiyle kalıyordu. Fakat lavanta Prenses’in süründügü koku! Demek ki gölge Prenses Bahire’nin ya çok candan dostu, yahut Adnan’ın demin düşündüğü gibi, akrabası.”

Kuntay’ın ısrarla görünmez kıldığı, Prenses ile aynı parfümü kullanan “gölge” Süheyla’dır. Roman’ın esas oğlanı Adnan’ı yediği bütün haltlara rağmen onu uzaktan sevmeye devam eden ve o düştükçe ona görünmeden yardım eden Süheyla. Yıllarca Adnan’ı unutmamış, sabırla beklemiş.

Ama bu yıllar boyunca Kuntay Süheyla’nın romanda görünmediği zamanlarda nasıl bir hayatı olduğu ile ilgilenmemiş. Böylece Süheyla “acil durumda camı kırınız” şeklinde bir aparat’a, aksesuar’a dönüşmüş. Olmamış. Ayıp edilmiş kadına.

Sonraki yıllarda melodram zemininde koşan filmler de (ve şarkılar) aynı ezberi sürdürdüler. Sevgisini kalbine gömen ve yıllarca bir kenarda bekleyebilen kadın. Nihayet kırıldı sanıyorum bu ezber.

Dangalaklık uzun yıllar boyu nasıl da kolayca yeniden üretiyor, tekrar edebiliyor kendini.

Selam sevgi ile