Fotoğraf: Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi'nin resmi internet sitesi.

Adalet, onurlu yaşamak hakkıdır

Adalet sadece hukukçuların değil, insanlık ailesinin her ferdinin kendi şartları ve ihtiyaçlarına göre ulaşmak için çaba gösterdikleri bir ideal

CAFER SOLGUN

12.01.2024

Adalet ve kuşkusuz bu kavramın içerdiği sorunlar, önceki yazımda da biraz değindim, ülkenin yeni yıla devreden sorunları arasında oldukça ağırlıklı bir yer tutuyor. Adalet deyince ilk akla gelen yargı ve bağlantılı meseleler (soruşturma, mahkeme, hapishane, denetimli serbestlik vb.) oluyor. Oysa adalet kavramı daha geniş bir anlama sahip.

Aslında konu yargıyla sınırlı bir kapsamda ele alındığında da mesele önem ve ağırlığından bir şey kaybetmiyor. Şöyle bir düşünün: Ortalıkta kalan anayasa, kararları “yok hükmünde” muamelesi gören Anayasa Mahkemesi (AYM), bağımsız, tarafsız, “güvenilir” olma hüviyetini yitirmiş, siyasi iktidarın hassasiyetlerine endeksli iş gören adliye ve mahkemelerin durumu, ardı arkası kesilmeyen rüşvet iddiaları, liyakat ve “yandaşlık” problemleri… Yargı deyince hemen akla gelen bu sorunlar, sadece yargının değil, ülkenin demokrasi, hak ve özgürlükler alanındaki düşündürücü durumunun da en çarpıcı ve doğrudan göstergesi oluyor.

Adalet ideali

Adalet sadece hukukçuların değil, insanlık ailesinin her ferdinin (uluslar, halklar, sınıflar) kendi şartları ve ihtiyaçlarına göre ulaşmak için çaba gösterdikleri bir ideal. “İdeal” çünkü hem hiçbir zaman tam anlamıyla gerçekleşemeyecek olandır ve hem de her zaman aradığımız ve gerçekleştirmek istediğimiz, bunun için mücadele ettiğimizdir…

Dinsel öğretiler, özellikle vaaz ettikleri ahlaki normlar itibarıyla inanan insanlara en çok adalet nasihat ederler.

Toplumsal, siyasal sorunlara çözüm getirmek iddiasındaki modern ideolojik öğretilerin bu iddialarının temelinde de “adalet” kavramı vardır.

Bu anlamda insanlığın adalet anlayış ve arayışı, bir ideal olarak değişen şartlarla birlikte yeni boyutlar kazanarak hep var olacaktır. Nasıl ki insan toplulukları kabile düzeninde yaşadıklarında da bir “adalet” anlayışına sahip idiyseler, günümüzün en ileri kapitalist ülkelerinde de bir adalet anlayış ve çabasına sahiplik etmektedirler.

Adalet, toplumsal yaşamın hemen her alanında, sosyal ilişki biçimlerinde, sınıfsal hiyerarşinin kaynaklık ettiği sorunlarda, hatta bireysel sorunlarda bir “ölçü” olarak hep insanların dikkatindedir.

Demek oluyor ki adalet, sadece yürürlükteki yasalara göre hukukun ulaşmak, gerçekleştirmek istediği bir amaç olmaktan daha kapsamlı bir anlam ifade etmektedir.

Adalet, demokrasi

Adalet, bir toplumun, hukuksal mimarisi, yasaları ve işleyişi bakımından, devletin, rejimin sözcüğün geniş bağlamında niteliğini ortaya koyan bir anlam da taşır. Demokrasi, diktatörlük, otoriter, totaliter veya oligarşik rejimlerin sahip bu nitelikleri, adalet normlarını nasıl ele aldıkları ve uyguladıklarıyla doğrudan bağlantılıdır.

Bu anlamda devlet-toplum-yurttaş ilişkilerinde hak ve özgürlüklerin şekillendirdiği adalet kavramı ile bir diktatörün ağzından çıkacak laflara bağımlı kılınmış adalet kavramı, kuşkusuz aynı anlamı ifade etmezler… Örneğin Hitler Almanyası ile günümüz Almanyasında adaletin aynı anlam ve içeriğe sahip olduğu hiç kuşkusuz düşünülemez.

Burada kritik öneme sahip olan husus, adaletle doğrudan ilgili hukuksal mekanizmaların birincisi bağımsız ve tarafsız olmaları ve ikincisi temel hak ve özgürlükleri esas alan, evrensel hukuk normlarını gözeten bir anlayışla işlevlendirilmiş olmasıdır.

Ancak bu, kendi başına gerçekleşebilecek, ulaşılabilecek bir “düzey” değildir. Örneğin diktatörlükle yönetilen bir ülkede yargı ve hukuk sisteminin bağımsız ve tarafsız olması mümkün Olabilir mi? Bu yönüyle gerçek, sahici ve işleyen bir demokrasi ile adalet kavramının birbirini besleyen, tanımlayan doğrudan bir özelliği bulunduğunu vurgulamak gerekir.

Bağımsız bir yargı, ancak işleyen bir demokraside, başta siyasi iktidar (devlet) olmak üzere güç odaklarına karşı koruduğu mesafesiyle mümkün olabilir. Adil bir toplum, ancak bir eşit yurttaşlar toplumu olabilmekle mümkündür. Hukukun üstünlüğü prensibi, ancak güç ve iktidar sahipleri karşısında evrensel hukuk normlarını esas alan bir yönetim anlayışı ve bunu sahiplenen duyarlı, sorumlu bir toplum olabilmekle sahici bir nitelik kazanır…

Bu nedenle adalet; eşitlik ve özgürlük değerleriyle birlikte anlamlıdır, değerlidir ve “ideal” olana ulaşabilme çabasının temel sorunudur…

Adil olmak, ahlaklı olmak

Adalet, aynı zamanda evrensel manasında ahlak ile de ilgili bir kavramdır. Çoğu durumda “ahlaklı” olmak ile “adil” olmak birbirini ifade eden insan karakterleridir. Tersinden düşünülecek olursa adil, adaletli olmayan biri, “ahlaklı” da kabul edilemez.

Nasıl ki hırsızlığı meslek edinmiş birinin “adil” olması beklenemezse, onun ahlaklı bir yaşamı olduğu da söylenemez.

Eğer bir diktatörün yönetim tarzına damgasını vuran ölçü, onun iktidarı uğruna her türlü kötülüğe başvurmaktan çekinmemesi ise, onun bu pratiğinde “ahlak” ve “adalet” aramak, deveye hendek atlatmak kadar beyhudedir.

Tersinden söylenecek olursa, genel ve evrensel manasında adalet ve ahlakı erdem olarak benimsemiş birinin hırsız olması veya diktatör olması ya da bir başka kötülükle bilerek isteyerek haşır neşir olması, mümkün değildir.

Roma Hukukunun temellerini atan hukukçulardan kabul edilen Ulpianus’un adalet tanımı, gerek bireyler gerekse de hukuk ve adaletin işleyişi bakımından bir ahlaki norm değeri de ifade eder: “Adalet; onurlu yaşamak, başkasına zarar vermemek, herkese kendine ait olanı vermektir.”

Adaletin asgari normları itibarıyla dahi tartışılır hale getirildiği bir devlet, yozlaşmıştır, çürümüştür. Adalet duygu ve duyarlılığını yitirmiş bir toplum da eğer bu çürümeyi taşıyorsa, düşkün olur.

Adalet duygumuzu kaybetmeyelim, hiçbir anlamı ve görüngüsüyle adaletsizliğe boyun eğmeyelim, seyirci kalmayalım. Adil ve onurlu bir yaşam, hakkımızdır…