Fotoğraf: Gazze, 14 Ekim 2023. (Gazeteci Motaz Azaiza)

Hayat ne yana düşer, Gazze ne yana…

Savaş kanlı ve kötü bir şey. Dinsel ve milliyetçi gerekçelerle yürütülen savaşlar, bu kötülüğün boyutlarını daha da artıran bir rol oynar.

CAFER SOLGUN

20.10.2023

Savaş” diyoruz ya, aslında dünyanın gözleri önünde cereyan eden bu “olayı” o şekilde nitelendirmek gerçeği olduğu gibi ifade etmeye yetmiyor. “Olayı” ABD’nin iddia ettiği gibi Hamas’ın saldırısına karşı “meşru müdafaa” kapsamında değerlendirmek ise, apaçık şarlatanlık. BM Güvenlik Konseyi’nde Brezilya’nın ateşkes önergesini ABD “İsrail’in meşru müdafaa hakkından bahsedilmiyor” diye veto etti (18 Ekim 2023). Gerçi BM’nin ve işine gelmeyenin aldırış dahi etmediği BM kararlarının uygulamaya dönük bir anlamı olmadığını sağır sultanlar da biliyor artık; o da ayrı bir konu.

Savaşın 12. gününde Gazze’de Hristiyan yardım kuruluşlarının kurduğu El-Ehli Baptist Hastanesinin bombalanması sonucu yaklaşık 500 sivil, savunmasız, hasta, kadın, çocuk insanın hayatını kaybetmesi, İsrail hükümeti ve ordusunun Gazze’de “savaş suçu”nun da ötesinde soykırım suçu işlediğini gözler önüne serdi.

Olayın “savunulabilir” bir yanı olmaması ve nihayet tepkilerin büyümesinin etkisiyle olsa gerek, İsrail katliamı üstlenmedi ve İslami Cihad isimli örgütü suçladı. Uzmanlar İslami Cihad veya Hamas’ın elindeki roketlerin bu çapta tahribat yaratmasının mümkün olmadığını söyledi. Netanyahu ile kucaklaşmak ve kayıtsız şartsız desteğini dünyanın gözüne sokmak için İsrail’e gelen ABD Başkanı Biden de, “Gördüğüm kadarıyla bu, siz değil, diğer ekip tarafından yapılmış gibi görünüyor. Ama dışarıda bundan emin olmayan bir sürü insan var; bu yüzden pek çok şeyin üstesinden gelmemiz gerekiyor” şeklinde bir açıklama yaptı (18 Ekim 2023). Bu açıklamadan benim anladığım, Biden’in katliamın sorumlusunu pekala bildiği ama gayet “anlayışla” karşıladığı. İslami Cihad veya Hamas’ın yaptığından emin olsa, açıklamasında seçtiği sözcükler bunlar olmazdı herhalde…

Bu arada içindeki sivil, savunmasız insanlarla birlikte yerle bir edilen hastanenin bombalanmadan iki gün önce de (14 Ekim günü) iki kez saldırıya uğradığı, daha sonra hastane yönetimiyle temas kuran İsrail ordusunun “İki kez bombayla uyarıldınız, hastaneyi boşaltın” ültimatomu verdiği ortaya çıktı. (Filistin Sağlık Bakan Yardımcısı Ebu er-Riş’in açıklaması, 18 Ekim 2023.)

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, İsrail’in Gazze’ye yönelik hava saldırıları sürerken topladığı savaş kabinesinde, “Bu canavarları paramparça edeceğiz” demişti. Şu sözler de Netanyahu’ya ait: “Bu mücadele ışığın çocukları ile karanlığın çocukları, insanlık ile orman kanunları arasındadır.” İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın sözleri daha da nefret yüklüydü: “Gazze Şeridi’nin tamamen kuşatılması emrini verdim. Elektrik olmayacak, yiyecek olmayacak, yakıt olmayacak, her şey kapalı. İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre davranıyoruz.” İsrail parlamentosu Knesset’de Gazze’ye nükleer silahlar kastedilerek “kıyamet günü silahları” atılmasını önerenler oldu. Yakın zamana değin Netanyahu’ya kıyasla daha “makul” ve “ılımlı” bir lider olduğu söylenen İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog da Filistinli sivillerin korunmasıyla ilgili gazetecilerin sorularına öfkelenerek şöyle demişti: “Orada sorumlu olan bütün bir ulustur. Sivillerin farkında olmadığı, müdahil olmadığı söylemi kesinlikle doğru değildir. Ayaklanabilirlerdi, Gazze’yi bir darbeyle ele geçiren o şeytani rejime karşı savaşabilirlerdi. Onların belini kıracağız.”

40 kilometre uzunluğunda, 10 kilometre genişliğinde 2 milyon 300 bin kişinin yaşadığı ve yıllardır ambargo ve kuşatma altında olan Gazze, dünyanın gözleri önünde yok ediliyor. Olan budur.

Bu olaya soykırım denir mi denmez mi, dileyen literatür araştırması yaparak merakını giderebilir. Özellikle 1948’de kabul edilen BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesine bakılmasını öneririm.

Söz konusu sözleşmede ifade edilen tanım ve kriterlere bakıldığında görülecektir ki, İsrail Devleti ve ordusu Gazze’de açık seçik ve ilan da ederek bir soykırım pratiği sergilemektedir.

“Kimden yanasın?”

Şunu artık öğrenelim. Hamas’ın asgari insanlık ahlak ve değerlerini hiçe sayan, sivil asker ayrımı yapmayan akıl almaz eylemini eleştirdiğiniz, kınadığınız zaman otomatik olarak “İsrail yanlısı!” olmuyorsunuz. İsrail’in işlediği insanlık suçlarını eleştirdiğiniz, kınadığınız zaman otomatik olarak “Hamas yanlısı!” olmadığınız gibi…

Filistin “davasını” savunmanın “dinsel” hiçbir anlamı, mecburiyeti yok, en azından benim anlayışıma göre ve kendisini solcu, demokrat, özgürlükçü (vb) olarak tanımlayanların nezdinde. “Filistin davası”, Filistin halkının kendi toprakları üzerinde bağımsız devlet kurma hakkının tanınmasını savunmaktır. Bunu savunmak İsrail’in de halk olarak aynı hakka sahip olmasına saygı duymayı gerektirir. “İsrail’i tanımıyoruz, İsrail’i yok edeceğiz” (vb) diyenler, mesela Hamas, Filistin davasına hizmet etmiyor, zarar veriyorlar. Bu yüzden Netanyahu kafasındaki İsrailli faşistlerin en çok tercih ettikleri “düşmanlar” da bunlar oluyor…

Hamas ve benzeri örgüt militanlarına “Bravo mücahitlere! Haydi aslanlarım!” şeklinde gaz verenler Filistin sorununda barış ve çözüme değil, aksine savaş ve çözümsüzlüğün sürüp gitmesine hizmet etmektedirler.

Savaş kanlı ve kötü bir şey. Dinsel ve milliyetçi gerekçelerle yürütülen savaşlar, bu kötülüğün boyutlarını daha da artıran bir rol oynar. Karşı tarafın “yok edilmesini” hedefleyen ve bunu milliyetçi, ırkçı veya dinsel gerekçelere dayandıran bir savaşın gerçek manada kazananı olmaz; “oldu işte” denildiği zaman bile olmaz. Sadece zamana yayılan bir düşmanlığın temeli atılmış olur.

Tarih “tekerrür” mü ediyor?

27 Aralık 2008 günü üç İsrail vatandaşının hayatını kaybettiği Hamas’ın roketli saldırıları üzerine İsrail ordusu, Gazze’ye yönelik “Dökme kurşun harekatı” adını verdiği bir harekat başlatmıştı. İsrail’in ölçü, sınır tanımaz saldırıları sonucu bin 133 insan hayatını kaybederken binlerce kişi yaralanmış, on binlerce Filistinli evini barkını yitirmişti.

Bu, İsrail’in Gazze’ye yönelik düzenlediği kanlı harekatlardan sadece biriydi. İsrailli insan hakları grubu B’Tselem’e göre İsrail ordusu, halen devam eden son saldırı dalgası hariç, 2000 yılından günümüze Gazze’de bin 741’i çocuk ve 572’si kadın olmak üzere yedi bin 779 Filistinliyi öldürmüş…

Şu satırlar, 30 Aralık 2008 tarihini taşıyor: “…Geçtiğimiz Cumartesi günü İsrail’in Gazze’ye yönelik başlattığı saldırı sürüyor. Gazze’de yaklaşık iki yıldır süren tecrit ve ambargo, bu saldırıyla Gazze’yi yok etme harekatına dönüştürüldü. Saldırının iki günlük bilançosu korkunç: 300’ün üzerinde ölü ve bini aşkın yaralı. Ölü sayısı her dakika artıyor. Ve İsrail, dünya ölçüsünde gelişen tepkilere, protestolara ve dünya liderlerinin çağrılarına rağmen saldırılarını sürdüreceğini ilan ediyor, kara harekatı hazırlıkları yapıyor… Gazze’de yaşanan trajedi, insanlığımızın sınandığı bir olay…”

Yeni bir yıla girmenin hazırlıkları vardı ve ben yazımın başlığını, insanların yılbaşı hazırlıklarına da atıf yaparak, “Hayat ne yana düşer, Gazze ne yana” koymuştum. Zülfü Livaneli’nin seslendirdiği “Ölüm hep bana mı düşer usta” şarkısından ilhamla…

4 Ocak 2009 günü de şöyle yazmışım: “…İsrail vahşeti ‘kara harekatıyla’ sürüyor. Artık çok açık: İsrail Gazze’yi yok etmek istiyor. Dünya izliyor. Ama ‘umutsuz’ değiliz: Çünkü dünyanın meydanları boş değil…”

O yazımın başlığı da, “Gazze, dünya, meydanlar” idi. Dünyanın dört bir yanında İsrail saldırılarının protesto edilmesinden hareketle, “umutsuz değiliz” vurgusu yazının ana teması olmuş. Bugünden bakınca ne kadar iyi niyetli bir çıkarsama görünüyor. Galiba bu tür durumlar karşısında gönlünden geçeni dillendiriyor insan, bölgenin ve dünyanın reelpolitik dengelerinden bihabermişçesine…

Tarih “tekerrür” ediyor değil ama. “Biz bu kanlı filmi daha önce görmüştük” de denemez. Belki Hamas kurmaylarının yakın tarihteki benzer olaylardan hareketle öngörüleri bu yönde idi: Ortalık karışır, İsrail saldırır, devletler taraflara “itidal” çağrıları yapar, birileri “arabuluculuğa” soyunur, dünya kamuoyu ayağa kalkar, Hamas saldırısı İsrail’in ölçü, sınır bilmez saldırıları yanında unutulmasa bile gölgede kalır… Sonuçta bir “masa” etrafında biraraya gelen taraflar kendi “çözüm” proje ve poltikalarını ortaya koyar, lehlerine neticeler elde etmeye çalıştıkları yeni bir sürece adım atarlar… (Gerçi Hamas İsrail’i tanımıyor ama o da saldırıların durması, karşılıklı ateşkes vb adımlara cevaben tanımaya karar verirdi. Belki.)

Olay gününden beri birçok kişi gibi benim de kafamı meşgul eden sorulardan ilki, bir güvenlik ve istihbarat devleti olan İsrail nasıl oldu da bu gayet kapsamlı ve komplike saldırıyı göremedi? İkincisi de Hamas kurmaylarının bu saldırıyla elde etmek istedikleri sonuç ne? Bugün yaşananlardan “farklı” ne olacağını düşünüyorlardı?

Aklıma gelen en “mümkün” olasılıkları yukarıda sıraladım. Ne var ki bunların hiçbiri görünen gelecekte gerçekleşecek, gündeme gelecek gibi değil: Taraflara Türkiye de dahil “itidal” çağrısı yapanlar var ama kulak veren yok… İtidal çağrıları yanında “arabuluculuk” niyetini belli edenler var, ama ne İsrail ne de destekçileri ciddiye alıyor… İsrail önceki saldırılarından çok daha pervasız ve düpedüz soykırım saikiyle Gazze’yi vurmasına karşın, dünya kamuoyunun tepkisi olayın vahametinin çok uzağında. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği gibi uluslararası yapılar, “İsrail’in kendisini savunma hakkı vardır” açıklamaları yaparak katliama açık çek veriyorlar…

Ama yine de, insanın gönlü elvermiyor işte, “Her şey daha da kötü olacak” demeye. Çünkü insanız, hayat devam ediyor ve ne Yahudilerin tamamı Netanyahu kafasında ve ne de Filistin davası Hamas demek…