İstanbul seçimleri bıçak sırtı: Kurum vs İmamoğlu
Kurum ve İmamoğlu yarışı başa baş giderken, DEM Parti ve TKP adayları, sol için alternatif. YRP’nin yükselen ivmesi ise gelecekte belirleyici olacak
26.03.2024
Bir türlü seçim gündeminden ve geriliminden çıkamayan ülkemizde yerel seçim savaşlarında son düzlüğe girildi.
2024 yerel seçimlerindeki taraflar için İstanbul’u ve deprem bölgelerini kazanmak büyük önem taşıyor. İstanbul’un rantı malum. Hal böyleyken, izlediğimiz yarış, halka daha iyi hizmet vermek için mi, yoksa bu rantı kazanmak mı daha ağır basıyor, tartışmaya açık.
Deprem bölgeleri için de aynı durum söz konusu. Bölgede öne çıkan il ise Hatay ve Hatay’da Mehmet Öntürk’le Lütfü Savaş kıyasıya yarış halindeyken onları Gökhan Zan takip ediyor.
İstanbul adayları denince akla ilk gelen isimler, Ekrem İmamoğlu ve Murat Kurum. Fakat çok dile getirilmeseler de belirli bir oy oranları olan partilerden adaylar da mevcut bu yarışta: DEM Parti adayları Meral Danış Beştaş ve Murat Çepni, TKP adayı Orhan Gökdemir, İyi Parti adayı Buğra Kavuncu ve Yeniden Refah Partisi adayı Mehmet Altınöz, bu isimler arasında.
Daha önce de yazmıştım; paralı anket yolsuzluklarının vakayı adiyeden sayıldığı bir süreçte iller ve oy dağılımı hakkında elimizdeki tek kabul edilebilir veri, Mayıs 2023 seçim sonuçlarıdır. Bu sonuçlara göre de İstanbul’da Ekrem İmamoğlu ve Murat Kurum başa baş gidiyor.
İstanbul oylarının önemli bir kısmının, kutuplaşma oyları olduğunu da belirtmek gerek. Zira malum laik-muhafazakâr kutuplaşması yaşanmasa, siyasete güvenin yerlerde süründüğü bugünlerde hem Kurum’un hem de İmamoğlu’nun oyları beklenen düzeyde olmazdı.
Murat Kurum doğru aday mı?
Murat Kurum, bakanlık döneminde çok iyi tanınmayan bir isimken, İstanbul’a aday olduğu andan itibaren kamuoyunun dikkatleri ona çevrildi.
Kurum, 6 Şubat 2023 depremleri sırasında Çevre ve Şehircilik bakanıydı. Dolayısıyla 6 Şubat depremlerinde yitirilen canlarımız ve kayıplarda da direkt sorumluluğu bulunuyor.
Bir anda kitlelerin önüne çıkıveren Kurum’un hitabet gücü ve İstanbul’a hâkimiyetinin düşük seviyede olduğu da aynı hızla anlaşıldı. Açıkçası; sürekli gafları, tutukluğu ve donukluğuyla gündeme gelen Kurum, bakanlık yaparken, yani uzaktan daha donanımlı görünmekteydi.
Rakibi İmamoğlu’nun eksiklerini iyi tespit eden bir ekiple çalışan Kurum’un vaatleri, ulaşım ve depreme hazırlık ekseninde toplandı. Aynı zamanda, beş yıllık İmamoğlu döneminin ardından aday olduğu için “eskinin” vadedip de yapamadığı her konuda bir açılım yapmaya çalıştı. Kurum’un seçim kampanyasını ise birebir Erdoğan yürüttü ve o da İmamoğlu’nun “yarı zamanlı başkanlık yaptığını ve belediye kaynaklarını kişisel hırsları için kullandığını” öne çıkardı. Tabii Türkiye çapındaki tüm mitinglerinde, özellikle CHP’li belediyeler tarafından yönetilen illerde -ilk kez Hatay’da söylediği gibi- ancak merkezi yönetimle yerel yönetimin aynı elde toplanması suretiyle iyi hizmet götürülebileceğinin de altını çizdi.
Tablo buyken, bakanlık ve milletvekilliği geçmişi olmasına rağmen düşük profilli bir aday görünümü veren Kurum’un alacağı oylar, ağırlıklı olarak Erdoğan’ın oyları olacak her zamanki gibi. Görüyoruz ki Erdoğan, İstanbul’u asi, başına buyruk ve kendi politikalarına sahip bir isme bırakmak istemedi ve biz Kurum’u tanıdıkça neden aday olarak tercih edildiği de aşikâr hale geldi.
22 yıllık Ak Parti iktidarının ve iktidardan kaynaklanan tüm sorumların temsilcisi olarak da görülen Kurum, Erdoğan’ın oylarını almasına rağmen muhalif kesim tarafından ise neredeyse vaatlerine hiç bakılmadan, tercih edilmeyecek.
Elbette; 6 Şubat depremlerinde yaşanan yıkımın sorumluları arasında yer alan bir adayın, “İstanbul depreme hazır değil.” şeklinde propaganda yapması da oldukça tuhaf bir durum.
Öte yandan tüm devlet mekanizmasının, Kurum’a destek verecek şekilde pozisyon alması ise seçimlerde eşitsiz şartlarda yarışan İmamoğlu’na, eksiklerini perdeleyecek bir mağduriyeti şimdiden yarattı.
İmamoğlu ileri mi gidiyor?
İmamoğlu şimdiye kadar İstanbul’a yaptığı hizmetleri, özelde kreşleri ve kent lokantalarını öne çıkararak sürekli anlatsa da İstanbul’un ulaşım sorunu, metrolar ve metrobüslere yönelik sıkıntılar halen sürüyor ve pek çok İstanbullu, bu kapsamdaki hizmetleri yetersiz buluyor.
Erdoğan ve İmamoğlu arasında süren “Metroları kim yaptı?” polemiklerini de bir yana bırakırsak. İmamoğlu’nun keskin bir şekilde “İstanbul’u tarikatlardan temizlediğini ve koruduğunu” söylemesi, laik seçmeni tam kalbinden vurdu. Aynı zamanda, “iktidarın tüm devlet olanaklarını kullanarak kendine karşı birleştiğini, yarışın eşit koşullarda verilmediğini ve iktidarın tüm engellemelerine rağmen İstanbul’a hizmet ettiğini” de seçim kampanyasında vurguladı. İmamoğlu’nun önemli avantajlarından biri ise -ben tam tersini düşünsem de seçmeninin gördüğü-sempatikliğiydi.
Fakat İmamoğlu’nun önündeki en önemli sorun, CHP yetkililerinin “İstanbul il binasının satın alınması sırasında ödenen kapora olduğunu” iddia ettikleri çanta çanta paranın video görüntüleri oldu.
Bu paraların neden banka üzerinden değil de çantalarla teslim edildiği, mal sahibinin TL olarak teslim aldığını söylemesine rağmen görüntülere yansıyan dolar ve Euro’lar, İmamoğlu’na yakın isimlerin ve bizzat şirketinin bir çalışanının da ortamda bulunması, gözleri İmamoğlu’na çevirdi.
Her ne kadar eski CHP İstanbul il başkanı Canan Kaftancıoğlu, her zamanki mertliğiyle tüm sorumluluğu üzerine aldığını söylese de paraların kaynağı, neden bağış makbuzu düzenlenmediği ve bu çantalar vasıtasıyla yapılan “ödemeye” dair şaibeler, henüz ortadan kalkmış değil. Erdoğan ise tam da bu yüzden ve beklediğimiz şekilde, katıldığı tüm seçim mitinglerinde malum para çantalarının altını çizdi.
Bıçak sırtında olan ve başa baş giden İstanbul parkurunu eğer İmamoğlu kazanırsa, siyasi kariyerinin çok güçleneceği, 2028 seçimlerinde ise en parlak cumhurbaşkanı adayı olacağı aşikar. Yerel seçimler sonrası partisi CHP’nin yönetimini ele geçiremezse alternatif bir merkez parti kurma hesabı içinde olduğu da İmamoğlu hakkında çok sık dile getirilen iddialar arasında. Neredeyse Erdoğan’ın izinden gidiyor da denebilir, önce “babayı öldürdü”, sonra da belki yeni parti kuracak…
Tabii Murat Kurum’un depreme hazırlık söylemleri gibi İmamoğlu’nun “Bundan böyle güzel olacak” minvalindeki sloganları için de, beş yıldır şehri yönettiği düşünüldüğünde, aynı tuhaflık söz konusu diyebiliriz.
Kurum vs İmamoğlu konusunu kapatmadan; halkla ilişkileri, hitabetleri, hırsları, kurnazlıkları ve vizyonları açısından Erdoğan ve İmamoğlu’nu; donuklukları, tutuklukları, gafları ve sıradanlıkları anlamında da Özgür Özel ile Murat Kurum’u aynı kulvarda gördüğümü belirtmek isterim.
DEM Parti ve Meral Danış Beştaş
DEM Parti, pek çok şehirde aday çıkarmasına rağmen, Başak Demirtaş’ın İstanbul adayı olmak için yaptığı açıklamadan bu yana, CHP’ye yakın gazeteci bloğu tarafından “AK Parti’yle anlaştılar, oyları bölecekler.” açıklamaları ardı ardına yapıldı. DEM Parti, İstanbul adayı olarak Meral Danış Beştaş ve Murat Çepni gibi muhalif kamuoyunun sevgi ve takdirini kazanmış iki ismi açıkladıktan sonra da bu yorumlar hız kesmedi.
Oysa DEM Parti, Mayıs 2023 seçimlerinde CHP adayı Kılıçdaroğlu için en çok çalışan ve ona fire vermeden oy kazandıran partiydi. Sonuçta ise Kılıçdaroğlu’nun, Ümit Özdağ ile gizli bir protokol imzaladığını öğrenen DEM Parti seçmeni, büyük bir kırılma yaşamıştı.
Bu noktada parti yetkililerinin de sürekli belirttiği gibi tabanın istekleri ve partiye yönelik eleştirileri değerlendirilerek aday çıkarma kararı alınmıştı. DEM Parti seçmenleriyle yaptığım her görüşmede de benzer söylemleri duydum. Seçmen, CHP ile birlikte yol yürümek istemediğini ve CHP’ye güvenmediğini ısrarla belirtiyordu. DEM Parti seçmeninin CHP’yi, AK Parti’den daha yakın ve kabul edilebilir görmesi gibi bir durum ise söz konusu değil. Zaten Erdoğan’ın, Ankara ve Kayseri mitinglerinde “DEM Parti tabanı, CHP ile ortaklığı istemiyor.” vurgusu da bu konu hakkında bilgi sahibi olmasından kaynaklanıyor olabilir.
Öte yandan DEM Parti, İstanbul’da belli ilçeler için kent uzlaşısı temelinde CHP ile anlaşmaya varıldığını açıklarken, pek çok ilçede CHP belediye meclis üyeliklerine aday yerleştirdikleri de sol çevreler tarafından iddia ediliyor. Tablo buyken DEM Parti için “Ak Parti ile anlaştı.” demek, altı boş bir itham veya iddia olmak dışında bir şey ifade etmiyor.
Selahattin Demirtaş ise Şubat ayında yaptığı açıklamayla barış ve çözüm için DEM Parti’nin her siyasi partiyle görüşebileceğini, vurgulamıştı. Diyarbakır Newroz’unda ve sonrası süreçte Leyla Zana’nın, seçimden sonra barış süreci için adım atılacağını ilan etmesi ve Ahmet Türk’ün, barış konusunda Erdoğan’ın belirleyici bir rol oynayabileceği şeklindeki yorumları da, herhangi bir anlaşmaya işaret etmekten çok partinin barış ve çözüm amacıyla Türkiye’deki iktidar partileriyle görüşmeden yana, esnek bir tutum içinde olduğunun göstergesidir. Ve aslında bu tutum da tüm dünya örneklerinde olduğu gibi olumlu bir yönelimdir.
Sosyal medyada sıkça tartışılan “Cezaevindeki Kürt siyasetçiler serbest bırakılacak, Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrit kaldırılacak, DEM Parti’nin kazandığı belediyelere kayyım atanmayacak maddeleri kapsamında AK Parti’yle anlaştılar” mevzuna gelirsek; eğri oturalım doğru konuşalım, bu üç madde de aslında demokratik bir ülkede olması gerekenlerdir zaten.
DEM Parti üzerinde, sanki çok kirli anlaşmalar yapılmış gibi bir imaj ve algı oluşturmaya çalışmak yerine eğer ki bu talepler üzerine bir anlaşma yapıldıysa gerçekleştirilmelerinin Türkiye demokrasisine yarayacak bir adım olduğu, cezaevlerinden tahliyeler olacaksa bu isimlere Gezi tutuklularının da dahil olacağı unutulmamalı. Tabii şu hassas konunun altını tekrar çizelim, böyle bir anlaşma yapıldığına dair ortada hiçbir emare yokken, ısrarla iddia edilenlere dair söylüyorum bunları.
Aynı zamanda DEM Parti’nin aday çıkarma nedenlerinden birinin, İstanbul’da oylarının durumunu ölçmek olduğunu ve yeni ortaya atılan, CHP ile yaptıkları iddia edilen protokol metnini yalanladıklarını da ekleyelim.
Sonuç olarak her siyasi parti gibi DEM Parti’nin de illerde aday gösterme hakkı vardır ve Meral Danış Beştaş ile Murat Çepni, dürüst temiz, vizyonlu ve yüksek profilli adaylardır. AK Parti ve CHP arasında seçim yapmak istemeyen, ikisini de düzen partisi olarak niteleyen muhalif seçmen açısından da adaylıkları memnuniyetle karşılanmıştır.
Bakın, aynı kapsamda TKP’nin adayı Orhan Gökdemir’i de değerlendirebiliriz. Yazarlık ve gazetecilik geçmişiyle tanınan Gökdemir, muhalif seçmen tarafından dürüst ve ilkeli bir aday olarak görülüyor. Gökdemir’in adaylığı, yarışta kazanma şansı olmasa da, TKP’nin iddiasını ortaya koyması ve Gökdemir’in şahsi nitelikleriyle düşünüldüğünde olumlu bir gelişme.
Yeniden Refah Partisi ve Fatih Erbakan
Yeniden Refah Partisi ise bu süreçte AK Parti’nin en çok tepkisini toplayan partilerden biri oldu. Partinin, Erdoğan’ın yumuşak karnı olan milli görüş geçmişi, makbul muhafazakârlık dengesini, henüz başaramasa da tutturmaya çalışması ve en önemlisi lideri Fatih Erbakan’ın, ülke siyasetinin tarihsel isimlerinden Necmettin Erbakan’ın oğlu olması bir araya gelince, Ak Parti’de rahatsızlık yarattı.
Yeniden Refah Partisi’nin ve adayı Mehmet Altınöz’ün, İstanbul seçimlerinde kazanma şansı olmasa da Fatih Erbakan ve partisi, gelecekte çok sık karşımıza çıkacak zira geçmişten gelen bir damardan besleniyorlar. Hatta 2028 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Ekrem İmamoğlu ve Fatih Erbakan’ın ciddi bir yarış içine gireceğini dahi şimdiden söyleyebiliriz. İstanbul’daki oyları yüzde 5 bandında seyreden Yeniden Refah Partisi’ni bugünden kadraja almak ve Türkiye’nin siyasi geleceğinde önemli bir rol oynayacağını öngörmek yanlış olmaz.
Evet, mevzubahis İstanbul olunca, seçim yerelde de olsa siyasi önemi oldukça artıyor. Bu nedenle 31 Mart günü herkesin gözü kulağı öncelikle İstanbul’da olacak. Her kim kazanacaksa da, şu anda başa baş giden yarışta küçük bir farkla öne geçecek.
Gerek bugünlerde gerekse de 31 Mart günü asla duymak istemediğimiz cümleleri ise şimdiden belirtelim ki CHP yetkilileri sinir uçlarımızla bir daha oynamasınlar: “Bu son seçim.”, “Şeriat gelecek.”, “Aramızda kalsın kazanıyoruz.”, “Anketlerde öndeyiz.” ve “Ben… geliyorum.”