Halkın gündemi, ekonomi ve demokrasi
Heba edilen 1 Mayıs, Ferdi Tayfur, erken seçim hayalleri, ‘tarihî görüşme” bir yanda, halkın gündemi öte yanda
07.05.2024
Berbat geçen, heba edilen 2024 1 Mayıs’ı geride kaldı.
Ülkenin emekçilerini konsülde eden sarı sendikalar ve en safdilli terimle her söylenene sorgulamadan inanan, şuursuzluğa kapılmış sol hareketler, 1 Mayıs’ı el birliğiyle CHP’ye hediye ettiler.
Neden böyle oldu?
Aslında bir süredir farkındayız; ülkedeki irili ufaklı sol hareketlerin çoğu CHP’ye angaje olmuş, deyim yerindeyse kuyruğuna takılmış vaziyette yol alıyor ve bu durumdan da zerre rahatsızlık duymuyorlar. Hatta aralarında; “Seçmen bizi eğlenilecek, CHP’yi evlenilecek parti olarak görüyor.” tahlilleri yaparak, hallerini meşrulaştırmaya çalışanlar dahi var.
Yerel seçim sonuçlarının ardından artık bu tutumlarını gizlemekten vazgeçtiler, diyebiliriz.
Bakın neler yaşandı? 1 Mayıs kapsamında yıllardır muhaliflerin gündeminde olan Taksim tartışması ve talebi, yerel seçim sonuçlarının abartılı algılanmasıyla alışık olmadığımız şekilde kitlesel açıdan gündeme getirildi. Bu talebe öncülük edenin, CHP genel başkanı Özgür Özel olmasından duyduğumuz şaşkınlık henüz geçmeden, sarı sendikaların da hararetle Özel’in ardında sıralandığı gördük.
İmamoğlu’nun ise hesabı farklıydı. 2028’de cumhurbaşkanı olmaya hazırlanan ve kendini tüm muhalefetin lideri olarak takdim etmek isteyen İmamoğlu’nun arzusu, kitlenin İBB’yi ifade eden Saraçhane’de toplanmasıydı. Bu istek, Özel’in Taksim sosuyla güzelce süslendi.
Sarı sendikaların ve bazı sol yapıların yönlendirmesiyle birlikte Saraçhane’ye giden, “Taksim’e yürüyeceğiz, Taksim’i alacağız” algısına maalesef gerçeklikten kopuk bir şekilde kapılan kitleler, İmamoğlu ve Özel’in yanında toplandı.
İmamoğlu, gevrek gevrek gülerek, “Saraçhane iradesi” olarak niteledi, 1 Mayıs için sokağa çıkan emekçi kitleleri. Amacına ulaşmıştı. Özel ise başından beri olmayacağı belli Taksim hedefini çoktan unutmuştu. Lüks aracına atlayıp Saraçhane’yi terk etti. Akabinde sarı sendikalar da aynı tutumla alandan ayrıldılar.
Yalnız bırakılan kitle örgütleri, güvenlik güçlerinin kurduğu barikatlara yönelseler de sonuç değişmedi. Hatta her biri tek tek tespit edilip, sonrasında yapılan operasyonlarla gözaltına alındılar.
Peki, gerçekler neydi?
> Yerel seçim sonuçlarıyla ortaya çıkan CHP oylarındaki yükseliş, Türkiye sol hareketinin güçlenmesi demek değildi.
> 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak ve Taksim için direnmek isteyenler, küçük bir azınlıktı. Güç dengeleri düşünüldüğünde devlet karşısında ezilmeye mahkumdular.
> Var olan güçsüzlüğü ve dağınıklığı tahlil edemeyen, üzerine “CHP’nin ardına takılınca sonuç alırız.” hayaline kapılan yöneticiler, kitlelerini polisin önüne yem gibi attılar neredeyse.
> Durum tahlili yapılmadan alınacak her karar, başarısızlığa mahkumdu ve günümüzde Taksim’e çıkmak isteyen kitleler, ne gerekli çoğunluğa ne de güce sahipti. Devlet ise sadece 10 kişilik küçük grupların, temsili ve kısa süreli olarak Taksim’de bulunmasına izin vereceğini açıklamıştı.
> Her açıdan utanç verici şekilde konsülde edilmek ve yarı yolda bırakılmak yerine, yetkili komisyon daha önceki 1 Mayıslarda olduğu gibi, CHP’nin değil, kendi seçtiği bir alanı işaret etse ve 1 Mayıs kitlesel şekilde kutlansaydı, sonuçları var olan tablodan çok daha olumlu olacaktı.
> Güç yeterli değilken ortaya atılan büyük hedefler ve sonrasında yaşanan bozgun, halk kitlelerine hiçbir şey kazandırmadığı gibi tersine onları olumsuz etkiledi.
Sormakta fayda var: Şimdi memnun musunuz, ille de CHP’nin peşine takılmaktan, CHP’ye olmadık misyonlar yüklemekten, gücünüzün tahlilini yapmadan Taksim hedefiyle yola çıkmaktan ve bozguna uğramaktan?
İşte 2024 1 Mayıs’ı böyle heba edildi. Bakalım ders çıkaranlar olacak mı?
Erken seçim, Ferdi Tayfur, tarihî görüşme
Yerel seçimlerin hemen ardından, ekranları ve gazete köşelerini parselleyen belli başlı CHP yandaşı gazetecilerin başlattığı erken seçim tartışması, ortalığı kasıp kavurdu. Böyle bir ihtimalin olmadığını yazdık çizdik, söyledik. Ama yok, durmadılar.
“AK Parti-MHP ittifakı çözülüyor, dağılıyorlar” çığlıkları yükselirken de, aslında durumun böyle olmadığını, tersine ittifakın devam ettiğini ve edeceğini, sürecin bunu gerektirdiğini ve dayattığını yazdık. Yine ne duydular ne de durdular. Ferdi Tayfur’dan girip eşofmandan çıkanlar, Sinan Ateş iddianamesi ve Ayhan Bora Kaplan davasındaki gelişmelerle birlikte, seçim sonrası yaptıkları çıkarımların altının boş olduğunu görmüşlerdir belki. Tabii yanıldıklarını asla kabul etmezler, o ayrı.
Kim yumuşuyor?
Bir türlü durulmayan abartılı analiz dalgasının sonraki durağı, Erdoğan-Özel görüşmesiydi. Gündem yine “tarihî görüşme”, “yumuşama” yorumlarıyla dolup taştı. Analizler, tozpembe hayaller, tam anlamıyla ortalığı kasıp kavurdu.
Evet, Türkiye tam da bunu bekliyor, ihtiyaç duyuyordu ve her şey çok güzel olacaktı, Özgür Özel, Tayyip Erdoğan’la görüşmüştü. Pek çok konuda anlaşacaklar, Özel, Erdoğan’a istediğini yaptıracaktı.
Analizciler her platformda uzun uzun tahliller yaparken, paralel evrende gazetecilere cezaevi yolları açılıyor, 1 Mayıs’a katılanlar, evlerine düzenlenen operasyonlarla tutuklanıyordu.
Oysa süreç sertleşecek, demiştik ama dinlemediler ve elbette yine yanıldıklarını kabul etmediler. Etmezler.
Gerçekler neydi?
> Cumhurbaşkanıyla ana muhalefet partisi liderinin görüşmesi zaten olması gerekendi. Bu görüşmeye fazla anlam yükleyenler de, “Vay, nasıl görüşürler?” diye ülkenin temel sorunu buymuşçasına cansiparane karşı çıkanlar da yanılıyordu.
> AK Parti, hem CHP hem de DEM Parti ile görüşecekti elbette ve gündem yeni anayasaya doğru evrilecekti. Lakin gerek CHP gerekse de DEM Parti, aralarındaki “aşırılıkçıları” elemek, orta yola doğru ilerlemek zorundaydı.
> Öte yandan onlar ne yaparsa yapsın, devletin politikası zaten bu yönde ilerleyecek, muhalefetin içindeki radikal unsurlar ya rehabilite edilecek ya da içlerinden sökülüp atılacaktı. Nitekim bu yönde adımlar atılmaya devam ediyor.
Kısaca program tıkır tıkır işliyor.
Halkın gündemi
Erdoğan memnun, Özgür Özel memnun, peki halk memnun mu?
Erken seçim, tarihî görüşme gündemleri manşetleri süslerken, halkın hayatında değişen hiçbir şey olmadı. Ne markette, pazarda, manavda fiyatlar değişti ne de ellerine geçen ücretler. Geçinemeyen, gittikçe yoksullaşan insanların gündemi, hiç de tozpembe değildi.
Mehmet Şimşek, canlarına okumaya devam ederken, enflasyon karşısında kredi kartına sığınan milyonlar, faizlerin gün be gün artmasıyla borç batağının derinliklerine doğru doludizgin ilerlediler. Fakat ne gam; tarihî bir görüşme yapılmıştı!
Ve beklendiği üzere; bu görüşmenin halkın hayatında neyi değiştireceğinden çok, CHP içindeki liderlik yarışı ve klikler savaşı, ana muhalefetin gündemine oturdu. Neymiş, Erdoğan; Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’tan çekindiği için Özgür Özel’i öne çıkaracakmış.
Halbuki önümüzdeki süreçte, CHP içinde zaten üçlü bir liderlik yarışı yaşanacağını yazmıştık zamanında. Ne olmalıydı? Erdoğan, CHP genel başkanı Özgür Özel yerine, İstanbul büyükşehir belediye başkanı Ekrem İmamoğlu’yla mı görüşmeliydi? Bürokratik ve diplomatik işleyişte böyle bir teamül var mıydı?
Genel başkan seçtikleri ismin, görevi gereği cumhurbaşkanıyla görüşmesinden dahi tedirgin olanlar, aslında hayatlarının ve gündemlerinin merkezine tuhaf şekilde Erdoğan’ı koyanlar, onun her hareketi ve sözüne göre şekil alanlardı.
Ekonomi ve demokrasi
Derdi boyunu aşmış halkların ise gündemi ne kişiler ne de görüşmeler.
Bizim gündemimiz; öncelikle ekonomi ve demokrasi. Henüz ikisi açısında da bir umut görmüyoruz.
Açık konuşalım; milyonlar geçinememenin ötesine ulaştı, boğuluyor ama TV’lerde hâlen “tarihî görüşme, İmamoğlu mu, Özel mi?” gündemlerine maruz bırakılıyorlar. O çok sevilen deyimle; fıkra bu kadar!
Demokratik anlamda soluk alalım deseler, gazetecilere operasyon ve tutuklama kararları önlerine çıkıveriyor. Ya da İstanbul valisi, sanki tüm İstanbulluların valisi değilmişçesine, düşman hukukuyla tweet’ler atıyor. Olsun, tarihî bir görüşme oldu!
Evet, efendiler, iktidarıyla, ana muhalefetiyle, irili ufaklı siyasi partileri ve hareketleriyle hepinizedir sözümüz, hemen silkinin ve kendinize gelin.
Enflasyon ve faizler belimizi büktü, borçlu yaşıyor, gittikçe daha da borçlanıyoruz. Gazetecilerin tutuklandığı bir ülkede demokrasi namına bir gelişme olduğuna da inanmıyoruz. Bize şunu söyleyin: Ne yapacaksınız?
Bizi, kendi koltuk ve siyasi rekabet gündemlerinizle mi oyalayacaksınız, yoksa GERÇEKLERE doğru sert ve net bir manevra mı yapacaksınız?
Bugün, halkın gündemleri dışında her şey lafügüzaftır artık ve maalesef Türkiye halklarının derin çaresizliği, son hızla büyümektedir.