Kumpasçılar, tatilciler ve Hatay
Ankara emniyetinde hazırlanan kumpasın ardında kimler var, asıl bu soruşturulmalı. İmamoğlu ve gazetecilerin tatil ücretini neden İstanbullular ödedi?
21.05.2024
İçişleri Bakanlığına Ali Yerlikaya’nın atanmasıyla birlikte, gerek ülkedeki suç şebekelerine gerekse emniyet yapılanmasına yönelik bir temizlik harekatı başlatılmıştı.
Lakin geçtiğimiz günlerde Ayhan Bora Kaplan dosyasında gizli tanık olduğunu itiraf eden Serdar Sertçelik’in açıklamaları üzerine yaşanan gelişmeler ve başlatılan soruşturmalar, Ankara Emniyet Müdürlüğünün yeteri kadar temizlenemediğini gözler önüne serdi.
Gördüğümüz kadarıyla Ankara emniyetinde üç grup kıyasıya mücadele halindeydi. Süleyman Soylu’nun içişleri bakanlığı döneminde Ankara emniyet müdürlüğü yapan Servet Yılmaz, görevden alınsa da klikler varlığını sürdürmeye devam etmişti ki hep birlikte bu garabet tabloyla karşılaştık.
Gizli tanıklara ve itirafçılara kolluk tarafından hazırlanan ifadelerin imzalatılması ve onlara hukuk dışı iltimaslar sunulması, Soylu döneminin alametifarikalarından biriydi. İfadeler elde tutulur, “gerektiği zaman” da kullanılırdı. Lakin şimdiye kadar sadece muhalif yapılara karşı şekillenen bu hukuksuzluğu, defalarca yazmama rağmen, kimse ne araştırdı ne de sorguladı.
Serdar Sertçelik’in açıklamaları sayesinde, bu yöntemle artık AK Partili eski bakanların ve siyasetçilerin de hedef alındığı görülünceyse kıyamet koptu. Sertçelik’e göre emniyet yetkilileri ondan; Abdülhamit Gül, Fahrettin Koca, Bekir Bozdağ, Mücahit Aslan, Bilal Aslan, Hasan Doğan ve Osman Arslan üzerine ifade vermesini istemiş, bu durum onu şüphelendirmişti.
Yerinde bir kararla, bizzat MİT’in yürüttüğü soruşturmanın ve tutuklamaların başlamasıyla birlikte Sertçelik’in itiraflarının doğruluğu da yeterince netleşti.
Ortaya çıkan ifadeler kapsamında; beşinci sınıf pavyon mafyası Ayhan Bora Kaplan’la mafya aparatlarının sadece maşa ve piyon olarak kullanıldığını, polis memurlarının arkalarındaki isimlerden ise şimdilik bahsedilmediğini görmekteyiz. Gözaltı ve tutuklamalarla birlikte soruşturma halen sürüyor.
Soylu’nun paralel yapısı
Zamanında emniyette paralel bir yapı ve bizzat kendisi için işleyen bir veri akışı oluşturan, ele geçirdiği tüm bilgilerle belgeleri arşivleyen ve hatta bir dönem “ele geçirdiklerine” atıfta bulunup, katıldığı canlı yayınlarda karnından konuşarak Erdoğan’ı dahi tehdit etmeye çalışan Süleyman Soylu, Ankara emniyetindeki bu bataklıktan bire bir sorumludur.
Dikkat çeken konulardan biri de MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’nin henüz soruşturma yeni başlamışken, gayet net ve kendinden emin şekilde “Cumhur ittifakına bir darbe düzenlendiği” açıklamasını yapmasıydı. Oysa hem bu açıklamayı yaptığında hem de bugün soruşturmanın geldiği aşamada ortaya çıkan; Cumhur ittifakına yönelik bir darbeden çok, AK Parti’nin hedef alındığı ve gerektiğinde kullanılmak üzere, gizli tanık ifadeleri vasıtasıyla, veri oluşturulmaya çalışıldığı.
Bu noktada Devlet Bahçeli’nin alelacele yaptığı açıklamanın anlamsızlığı, ifadeleri organize eden memurların ardındaki el MHP olabilir mi, şüphesini de uyandırdı. Artık bunu soruşturmanın sonucu belirleyecek.
Cevaplanması gereken sorular ise şöyle.
> Gizli tanık Serdar Sertçelik’e eski bakan ve siyasetçiler üzerine ifade verdirmek, sadece birkaç polis müdürünün organizasyonu muydu?
> Bu organizasyonun ardında, adı Ankara emniyet müdürlüğüyle anılan eski içişleri bakanı Süleyman Soylu olabilir mi?
> Kumpasın sadece Ak Parti’ye karşı kurulduğu ortadayken ve henüz soruşturma yeni başlamışken Devlet Bahçeli neden direkt “Cumhur ittifakına darbe” tespiti yaptı?
> Kumpasın ardında ittifak ortağı MHP’nin de rolü var mı?
> Gizli tanıktan, siyasetçiler üzerine alınan ifadeler ne için kullanılacaktı?
> Gizli tanığın üzerine ifade vermesi istenen isimler neye göre seçilmişti?
> Ali Yerlikaya’nın Ankara emniyetine hakim olmasını engelleyen ve ona eksik ya da yanlış enformasyon verenler kimlerdi? Bunu neden yaptılar?
> Ankara emniyeti, klikler ve cemaat, tarikat yapılanmalarından topyekun temizlenecek mi?
Umarız soruşturma sonuçları; işin sadece teknik ve “macera” boyutlarından çok, asıl önemli olan bu soruların cevapların da verir. Zira bu soruların cevapları net ve açık şekilde ortaya çıkmaz, sadece birkaç emniyet müdürü ve polisin “kellesiyle” konu kapatılırsa bu pilav daha çok su kaldıracaktır. Öte yandan Ali Yerlikaya da neden yetki alanında hakimiyet ve denetim kuramadığını, enformasyonu farklı kurum ve teşkilatlardan almak zorunda kaldığını sorgulamalıdır.
Selahattin Demirtaş’a 42 yıl
Kobane davasında yerel mahkeme kararını açıkladı ve yumuşama beklentisi içinde olanlar bir kez daha hayal kırıklığına uğradı.
Aslında karar, Demirtaş için “devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma” suçlamasıyla istenen ağırlaştırılmış müebbet koşullarının sağlanmadığının belirtilmesi ve devletin bütünlüğünü bozmaya yardım suçlamasından ceza verilmesi açısından bakıldığında bir “yumuşamaydı”!
Aynı zamanda; Gültan Kışanak, Sabahat Tuncel ve Ayla Akat’ın, cezaevinde yattıkları sürenin aldıkları cezayı karşılaması nedeniyle tahliye edilmeleri, Aysel Tuğluk ve Sırrı Süreyya Önder’in ise beraat etmeleri de bir “yumuşama” değil miydi?
Ortamda illa ki bir yumuşama belirtisi bulmak isteyenler, elbette bunları değerlendirecektir. Lakin durum hiç de öyle değil.
Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, gözle görülür biçimde diğer sanıklardan ayrıştırıldı ve onlarca yıllık hapisle cezalandırıldılar. Ahmet Türk’ün on yıl hapis cezası alması da işin farklı bir boyutuydu.
6-7 Ekim olaylarında Selahattin Demirtaş’ın şiddet çağrısı yaptığı, kararda soyut bir şekilde öngörülmüşse de legal siyaset yapan isimlerin bu derece ağır cezalara maruz kalması, içimizi bir kez daha kararttı. Silahlı güçlerden arınmadıkça Kürt siyasetinin her daim hedef alınacağını da bir kez daha gördük.
Tabii Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un dediği gibi daha bunun istinafı ve Yargıtay’ı var lakin belirtelim gerek Kobane gerekse de Gezi davaları, dosya kapsamından çok siyasi iklime göre siyasi karar ve tavırlarla yürütülüyor. Dolayısıyla dosyanın istinaf ve Yargıtay aşamalarında, siyaset neyi gerektiriyorsa ve siyasi iklim nasılsa gidişat da o yönde şekillenecektir.
Söylemekten dilimizde tüy bitti ama tekrarlayalım; Yumuşama denen şey; muhalifler içerisinde ayrım yapmak, “marjinal ve tehlikelilerle” ılımlıları, yapılar ve partiler içinde de örneğin DEM Parti’de “aşırılıkçılarla” barış yanlısı ve çözüm odaklıları ayrıştırmak, ikinci kesimlere “yumuşamak” ekseninde şekilleniyor ve şekillenecek. Ne diyelim; barış ve çözüm yanlısı Selahattin Demirtaş’ın cezaevinde kalmaya devam etmesi, her iki tarafın savaş baronlarına da hayırlı uğurlu olsun!
Öte yandan Kobane davası kararının hemen ardından 28 Şubat’çı generallerin affedilmeleri, belki Özgür Özel’i memnun etmiş olabilir fakat çok iyi biliyoruz ki cezaevleri; mevzubahis generallerden daha yaşlı, daha hasta ve halen af başvurusuna anıt bekleyen mahpuslarla dolu.
İstanbulluya zam, yandaş gazetecilere tatil
Bu aralar CHP teknik direktörü Özgür Özel, 23 Nisan çocuğu gibi ayakları yerden kesilmiş uçuşurken, forveti Ekrem İmamoğlu, 37 basın mensubunun yer aldığı 73 kişilik heyetle İtalya’ya gitti ve 3-4 gün boyunca “çok önemli” temaslarda bulundu.
Tabii bu çok çok fazla önemli yolculuktan önce İstanbulluların suyuna yüzde 36-yüzde 53 arası zam yapmayı da ihmal etmedi. Spor kapsamlı görüşmeye götürülen ve alanla ilgisi olmayan 37 basın mensubunun İtalya’daki beş yıldızlı otelde konaklamalarının, yiyip içip gezip tozmalarının ücreti de biz İstanbulluların cebinden çıktı böylece. Üstüne üstlük bu grubun, İtalya’da neşe içinde gevrek gevrek gülerken çektikleri ve Erdoğan’ın sopa yutmuş gibi oturan uçak basın grubundan daha sevimsiz göründükleri fotoğrafları, gözümüze sokmaları da cabasıydı.
Aklımızda deli sorular oluştu:
> Henüz forvetken ve belediye başkanıyken Erdoğan’a özenen İmamoğlu, cumhurbaşkanı olsa acaba ne tür geziler düzenleyecek?
> Şatafata karşı tasarruf bu saçma sapan tatil gezisinin neresinde?
> Bu geziye katılan ve bizim paramızla İmamoğlu tarafından ağırlanan basın mensuplarının artık objektifliği ve tarafsızlığı söz konusu olabilir mi? (Pek çoğunun yoktu zaten, misal İsmail Saymaz)
> İmamoğlu neden her “iş gezisini” bir tatil organizasyonuna çeviriyor ve bu tatil aşkı nereden geliyor?
Ve Hatay
Uzun süredir Hatay’la ilgili haber yapmamam, seçim sonrası tüm gelişmelerden haberdar olduğum ve takip ettiğim gerçekliğini değiştirmiyor. Yaklaşık altı aylık bir zaman diliminden sonra Hatay’a dönüp neler oldu, hangi adımlar atıldı bir bakacağız ve yazacağız elbette.
Şimdilik sizlere şu kadarını aktarmakla yetinelim:
> Hatay Büyükşehir Belediyesi’nde bulunan torpilli ve yolsuz daire başkanlarıyla eski belediye başkanı Lütfü Savaş’ın akrabaları görevlerinden alındı.
> Pek çok mağdur, eski başkan Lütfü Savaş ve ekibi hakkında Hatay Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak suç duyurusunda bulundu, tanık oldukları yolsuzluk ve suçları aktardılar. Öğrendiğim kadarıyla memur suçları masasında yedi soruşturma oluşturuldu.
> CHP ise yenilgisinin nedenini, Hataylılara rağmen yanlış Lütfü Savaş tercihi ve ısrarında aramak yerine, seçim yenilgilerine farklı kılıflar uydurmak için Hatay’da soruşturma yürütüyor. Tabii bu arada ne Lütfü Savaş’a ne de şaibeli il örgütü başkanına dokunuyor. Yani CHP bildiğiniz gibi.
> Önemlisi: Hatay’la ilgili yolsuzluk ve suç haberleri yaptığım dönemde tehdit edildiğim ve hakkımda iftiralar atıldığı için CİMER üzerinden Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığına başvuruda bulunmuştum.
> Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının bu kapsamında ifademi talep etmesi üzerine, geçtiğimiz hafta; gazetecilik faaliyetim nedeniyle maruz kaldığım iftiralar, tehditler, bana kurulmaya çalışılan ve boşa çıkardığım kumpasların yanı sıra Hatay’da yaşanan yolsuzluk, usulsüzlük, suçlar, suç örgütleri ve ilişki ağları üzerine ayrıntılı ifade verdim. Pek çok kişiden de şikayetçi oldum.
Artık gerisi savcılıkta. Bakalım adalet yerini bulacak mı?