Erdoğan-Özel Görüşmeleri ve ‘Hazımsızlar’
Erdoğan ve Özel arasında süren görüşmeler, ülkede ufak da olsa olumlu adımlara neden olurken, iki tarafın hazımsızları, bu yola da taş koydu
18.06.2024
Erdoğan ve Özel arasında “normalleşme” görüşmeleri sürüyordu. İlki, 3 Mayıs 2024 tarihinde AK Parti genel merkezinde hayata geçmişti. İkincisi yani Erdoğan’ın iadeiziyareti ise 11 Haziran 2024’te CHP genel merkezinde gerçekleşti. İlk görüşme sonrası, gündemlere dair kısmi bilgiler kamuoyuyla paylaşılsa da taraflar ayrıntılı açıklamalar yapmaktan kaçınmış, diplomatik söylemlerle yetinmişti. 28 Şubat’çı hasta generallerin cezaevinden tahliye edilmesi ve 1 Mayıs sonrası tutuklanan bazı öğrencelerin serbest bırakılması, görüşmenin somut sonuçları oldu. Aslında bu görüşmede, Özel’in Erdoğan’la Kobane davasını ve Selahattin Demirtaş’ın durumunu da konuştuğunu, kaynaklardan öğrenmemize rağmen Özel tarafından bu konuya dair bir açıklama yapılmadı.
Tabii kamuoyu, başlayan görüşmelerin nereye evrileceğini gözlemliyor, çeşitli şüpheler de taşıyordu.
11 Haziran 2024 tarihindeki görüşmenin içeriği yine tam olarak kamuoyuna açıklanmadı. Bu görüşme sonrası; hazırlıkları süren 9. yargı paketinden etki ajanlığı maddesinin çıkarılması ve sokak köpeklerinin katledilmesinin önünü açacak yasa tasarısının beklemeye alınması, olumlu adımlardı.
Görüşmeler sürecinde, CHP cephesinde gerilim yaratan iki gelişme yaşandı.
İlki; CHP eski genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun KRT TV’deki canlı yayına katılarak gazetecilerin sorularını yanıtlaması ve sorulan bir soruya verdiği “Eğer delegeler beni aday gösterirse genel başkan olurum.” cevabıydı.
İkinci görüşmenin hemen akabinde bir internet sitesinde yayınlanan haberde ise; “Kemal Kılıçdaroğlu kurmayları, Eylül’de yapılacak tüzük kurultayını seçimli kurultaya çevirmeye hazırlanıyor. Son dönem AKP- CHP yakınlaşmasından rahatsız olan delege ve milletvekilleri ‘22 yıllık AKP iktidarının günahlarını CHP’ye temizletecekler’ tezi etrafında birleşerek Kılıçdaroğlu’na partinin başına geçme çağrısı yapmaya hazırlanıyor.” ifadeleri yer aldı.
Oysa gerçek böyle değildi. CHP içindeki delege sayısı ve denklem, Kemal Kılıçdaroğlu’nun tekrar başkan olmasına uygun olmadığı gibi, ortada bu tarz planlar yapan “kurmaylar” da yoktu. Kemal Kılıçdaroğlu’nun olmayan “kurmaylarından” ve CHP kaynaklarından öğrendiğimize göre; Kılıçdaroğlu’nun ekrana çıkışı, KRT’nin yoğun ısrarı üzerine gerçekleşmiş, Kılıçdaroğlu açısından bir başkanlık hedefiyle planlanmamıştı.
İnternet sitesi, acaba hangi kaynaklardan bilgi almış ve ikinci görüşmenin hemen ardından 12 Haziran 2024 tarihinde böylesi bir haber yayınlamıştı? Bilemiyoruz.
MHP ve Devlet Bahçeli’nin kaygısı
Öte yandan Ayhan Bora Kaplan dosyası kapsamında, “gizli tanık” ifşalarıyla ortaya çıkan Ankara emniyeti merkezli ve AK Partili siyasetçileri hedef alan kumpas; okların, Ayhan Bora Kaplan ve Sinan Ateş dosyasındaki gelişmelerden bir hayli rahatsızlık duyan, MHP’ye çevrilmesine neden oldu.
MHP’nin, iki dosyada yaşanan gelişmeler ve CHP-AK Parti arasında yürütülen görüşmelerden duyduğu tedirginlik, genel başkan Devlet Bahçeli’nin 12 Haziran’da yaptığı; “Siparişi yapılan normalleşme ve yumuşama atmosferinin sürdürülebilir hale gelmesinin önünde şayet Milliyetçi Hareket Partisi bariyer olarak telakki ve tarif ediliyorsa, bu konuda da geniş bir ittifak husule gelmişse, bize düşen sorumluluk, ülkemiz ve milletimiz uğruna her türlü fedakarlığı göze almak, gereğini ise gönül huzuruyla yapmaktır.” ve “AK Parti içindeki gayri memnun kesimin devamlı suyu bulandırmasını da dikkate alarak, AK Parti ile CHP arasında geniş tabanlı bir ittifakın vücuda gelmesi, buna da altılı masanın diğer unsurlarının desteği, Milliyetçi Hareket Partisi’nin samimi dileği ve temennisidir.” ibarelerinin yer aldığı açıklamayla görünürlük kazandı.
Öncesinde Bahçeli cephesinden yapılan şarkılı, yüzüklü paylaşımlar nedeniyle ciddiyeti sorgulanır hale gelen ve açıkçası pek kale alınacak bir tarafı da olmayan bu açıklama, açık seçik Erdoğan’a yönelikti ve Bahçeli’nin Erdoğan-Özel görüşmelerinden duyduğu kaygı, ters psikolojiye rağmen gizlenemiyordu. Benzer açıklamalar sosyal hayatta yaşansa; taraflar arasında bir aşk üçgeni olduğunu, bir tarafın âşık olduğu kişiye başkasıyla görüşmesi nedeniyle trip attığını, bunu yaparken de vefakar ve cefakar aşkının altını çizdiğini, rahatlıkla düşünebilirdik. Lakin mevzu gayet siyasiydi ve siyasi partiler arasında yaşanmaktaydı.
Bahçeli’nin açıklamasına cevap, önce AK Parti sözcüsü Ömer Çelik’ten geldi. Çelik açıklamasında; “CHP ile ittifak kurmayacağız. Ne AK Parti, AK Parti olmaktan çıkacak ne CHP, CHP olmaktan çıkacak. Ne biz politikalarımızı savunmaktan vazgeçeceğiz ne onlar bizi eleştirmekten vazgeçecek ne de bir ittifak kuracağız” diyordu.
Peki, gerçek neydi? Bahçeli’nin ortaya attığı gibi AK Parti ve CHP arasında kurulacak bir ittifak ya da koalisyon söz konusu dahi değildi. Tersine Özel liderliğindeki CHP kurmayları, iç ve dış politikalar ile ekonomik çalışmalar kapsamında bakanlar tarafından bilgilendirilmekteydi. Gördüğümüz kadarıyla Özel bu görüşmeler sonrasında, muhalefet etmeme gibi bir noktaya da savrulmamıştı. Bildiğimiz, klasik CHP muhalefeti devam ediyordu.
Doğruluk payı bulunmayan ve niyet sorgulatan bu gelişmeler üzerine Özel, İstanbul’da, “forveti” Ekrem İmamoğlu’nun yanı başında ve onun göz hapsi atında bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada; “Memleketi bu hale kadar getirip suç ortağını bize doğru itmesin. Bu sorunları ya çözsünler ya bıraksınlar biz çözeriz.” ifadelerini kullanan Özel, Bahçeli’ye cevap verirken AK Parti’yi de “ suç ortağı” olarak niteliyordu.
Açıkçası Özel’in, MHP’nin istediği kulvara girerek böyle bir açıklama yapması herkesi şaşırttı. Madem ortada bir “suç ortağı” vardı, o vakit neden görüşülüyor, talepler iletiliyor ve bakanlıklar düzeyinde istişareler sürüyordu? Özel, her ne kadar sonrasında açıklamasını; “Suç ortaklığını, kriminal bir ifade olarak kullanmadım.” diyerek düzeltse de polemik son bulmadı.
İspanya ve İtalya ziyareti sonrası uçakta yaptığı açıklamada Erdoğan;“Biz iadeiziyaret yapmak suretiyle siyasete bir yumuşama getirelim, dedik ama bu kibarlıktan anlamayanlar, İstanbul’da basın toplantısı yaptılar ve orada belli ki birilerinin etkisi altında kaldılar. Bunlar doğru şeyler değil. İadeiziyaretimizi CHP’nin başındaki arkadaş hazmedebilseydi, bu tür bir açıklamayı yapmaya gerek duymazdı. Böyle bir açıklamaya Cumhurbaşkanı olarak, Adalet ve Kalkınma Partisi başkanı olarak cevap vermeyi dahi yanlış bulurum.” dedi.
Hazımsızlar bir değil, iki tane
Açıklamada; “hazmedemeyen” ve “etkisi altına alan” kişi olarak Özel değil, Ekrem İmamoğlu kastediliyordu aslında.
Peki, CHP’nin erken seçim niyeti yokken, zaten meclis aritmetiği de buna uygun değilken, önümüzdeki dört sene Cumhur ittifakı tarafından yönetilecek ülkede ufak tefek reformlar yapılması, adımlar atılması, -Devlet Bahçeli dışında- kimi rahatsız etmişti? Özgür Özel’in eleştirilere ve şüphelere prim vermeden bildiği yoldan yürümesi, yerel seçimlerin ve ilk görüşmenin hemen ardından ayakları yerden kesilse de, sonrasında toparlanarak soğukkanlılığını koruması, neden hazımsızlık yaratmıştı?
Eğer Özel’in açıklamalarının ardında Ekrem İmamoğlu varsa, ki her halinden bu okunuyordu, demek ki İmamoğlu, artık Özel’e açıkça rekabetçi müdahalelerde bulunmaya başlamıştı.
Yerel seçimlerin hemen sonrasında, yaşanacağından bahsettiğimiz İmamoğlu-Özel çatışması, tam da buydu zira Özel, artık İmamoğlu için güçlü bir rakip haline gelmişti.
Doğrusu; “etki altına alan ve hazmedemeyen” her kimse, amacı ve hedefi Türkiye’nin yararı olsaydı, Özel’e yaptığı ve yapacağı her görüşme için destek verir, birlikte talepler belirler, önümüzdeki dört yıl içinde halkın biraz nefes alması adına katkı sunardı.
Sonuçta, suçları yüzünden hazımsızlık yaşayanlarla hırsları yüzünden çekemeyenler, aynı tarafa yuvarlanıverdiler.
Evet, kronik sorunları ekonomi ve demokrasi olan Türkiye’nin normalleşmesi anlamına gelmeyen lakin iktidar ve muhalefet temsilcilerinin, talepler kapsamında müzakere yaptığı toplantılar şeklinde gelişen süreçte; “Türkiye normalleşti, her şey yolunda.” imajı oluşturulmadıkça bir sorun yoktu. Hatta toplumun çeşitli kesimleri taleplerini Özel’e iletmeye, onu temsilcileri olarak görmeye başlamıştı.
Belki ilerleyen aşamalarda, Türkiye’nin çözüm süreci bekleyen çatışmalı konuları da masaya yatırılabilir, Özel, taraflar arasında arabulucu rolü dahi üstlenebilirdi. Nedense Özel; sarsak, güvenilmez, uçtan uca savrulur bir haldeyken yaptıklarından rahatsızlık duymayanlar, onun süreç içerisinde üslendiği rol ve misyondan huzursuz oldu. Açık konuşalım; iki tarafın da hazımsızları, bu yola taş koydu.
Bahçeli’nin gerçekdışı açıklamasına yönelik CHP cephesinden gelen ilk tepki “Ciddiye almıyoruz.” şeklindeydi ya hani, neden bu noktada kalınmadı, artık bunu da kendileri değerlendirsinler.
Hasta mahpuslar ve Y tipi cezaevleri
İçinde yer alacak belli maddeler kamuoyuna duyurulan ve henüz meclis gündemine gelmeyen yeni yargı paketinden; Özel-Erdoğan görüşmesi sonucu etki ajanlığı maddesi çıkarıldı.
Bayram tatili sonrası mecliste görüşülecek olan bu pakette yer alması gereken iki maddenin, şimdiye kadarki sekiz paketle çözülemeyen çok önemli iki sorunun da bir kez daha altını içelim.
> Hasta mahpuslar: Cezaevlerinde yüzlerce hasta mahpus var. Cezaevi koşullarında tedavilerini sürdüremedikleri gibi durumları her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Hasta hükümlülerin çoğu, her infaz düzenlemesi ve yargı paketinde görmezden gelinen siyasi suç grubuna dahiller. Ne yazık ki hepsi, aldığı cezanın çok ötesinde bir cezaya, ölüme veya sakat kalmaya mahkum edilmiş durumda.
Sekiz yargı paketi, bu kanayan yaraya bir çözüm olmadı. Artık 9. yargı paketiyle birlikte, cezaevlerinde siyasi suçlardan tutuklu ve hükümlü olarak bulunan hasta mahpuslar için bir çözüm üretilmeli. Ayrımcılığa bir son verilmeli. Pakette yer alacak tek bir maddeyle; adli kontrol, denetimli serbestlik veya ceza erteleme gibi çok çeşitli yöntemler uygulanarak, hasta mahpusların derdine derman olunabilir, olunmalı.
> Y tipi cezaevleri: Mahpusların genellikle “kuyu tipi” olarak tarif ettiği Y tipi cezaevleri, tam anlamıyla bir cehennem. Bu cezaevlerine sadece ağırlaştırılmış müebbet cezası alanlar değil, bulundukları kurumların kurulları tarafından “disiplinsiz, uyumsuz” diye kodlanan mahpuslar da naklediliyor. Tam anlamıyla bir ayrımcılık söz konusu.
Mahpuslar, güneş ve temiz hava almayan küçük hücrelerde, insan sesi dahi duymadan tek başlarına tutuluyorlar. Günde bir saatliğine havalandırmaya çıkarılıyor ve orada da ne temiz hava ne de güneşten faydalanabiliyorlar. Cezaevi tecrübesi olan mahpusların dahi yakınlarından, “Bizi buradan çıkartın, yoksa ya delireceğiz ya da öleceğiz.” şeklinde yardım istemesine neden olan bu cezaevleri, infaz koruma memurların anlatımına göre de korkunç yerler.
Türkiye toplumunun kültürüne kesinlikle uymayan Y tipi cezaevlerinde aylarca, yıllarca tek başına tutulacak insanların ruhsal durumlarını, bugünden tahmin etmek hiç zor değil.
Pek çok cezaevi idaresinin; ağırlaştırılmış müebbet cezası alan adli mahpuslara grup halinde 4-5 saat havalandırmaya çıkma hakkı tanıdığını, yönetmelikte yer almamasına rağmen onların haftada bir etkinlik veya kursa katılmasına izin verdiğini de belirtelim.
Bazı cezaevi idarecileri ve infaz koruma memurları dahi ağır tecridin mahpusları delirteceğini öngörüp, insani politikalar uygulamaya çalışırken, Adalet Bakanlığı ne yapıyor? Hiç. Oysa mahpusları ilgilendiren bir yargı paketi hazırlarken, masa başındaki soyut fikir sahipleri yerine, sahada bulunan idarecilere ve personele danışabilirlerdi en azından.
Y tiplerinde ısrar edilirse bu cezaevlerinde pek çok insanın delirmesi veya cezaevlerinden cenazelerinin çıkması, şaşırtıcı olmayacaktır. Kısaca; Y tipi cezaevleri kapatılmalı, bu konuya ilişkin bir madde, yeni yargı paketinde yer almalıdır.
Bu iki madde yer almadığı, cezaevlerindeki, özellikle siyasi suç grubundan, insanlar görmezden gelindiği sürece, kaç yargı paketi çıkarılırsa çıkarılsın, adları asla “reform paketi” olmayacaktır.