Sinan Ateş.

Ateş Davası reality şova döndü, dünya güzelleri tatile çıktı

 Sinan Ateş neden birden “tehlikeli” görülmüş ve öldürülmüştü? Bu sorunun cevabı, cinayetin ardındakileri de kabak gibi ortaya çıkaracaktır

ASLIHAN GENÇAY

09.07.2024

Irkçılar katliam provası yapıyor, bozkurt işareti tartışması bitmiyor, zamlar yağmur gibi yağıyordu. 

Hülya Avşar, Meryem Uzerli’yi kıskanırken, “dünya güzelleri” tatile çıktı. Bülent Ersoy, Banu Alkan ve Safiye Soyman, ömürlerinin son demlerinde -etlerinden, sütlerinden faydalanma gayesiyle- popüler kültürün acımasız çarklarına salıverildiler. Lakin maksat; kitleleri eğlendirmek, boğucu gündemlerden koparmak olsa da gerçeklik pek öyle vuku bulmadı. Piyasaya sunulan, tam bir dramdı.

Bülent Ersoy artık yürüyemiyor, isimleri, replikleri unutuyor, akışı kavrayamıyor, dengesini kuramıyordu.  Şovdaki rolü; Bülent Ersoy’a mukayyet olmak, sufle vermek ve yapması gereken aksiyonu ona hatırlatmak olan sıkıcı Seray Sever’in bazen elinden, kolundan tuttuğu, bazen de kışkırttığı Ersoy’un trajik durumu, bırakın eğlendirmeyi, üzücüydü.

Banu Alkan’a her zamanki gibi “geri zekâlı” rolü biçilmişti. O da hem sevimli hem ürkütücü halleriyle zorlanmadan rolünü oynuyordu. 

Aralarında akli melekeleri en yerinde görünen Safiye Soyman’ın estetik operasyonlarının başarısı ise yeni simasından yansımaktaydı. Rolü, her zamanki gibi yardımcı oyunculuk ve Bülent Ersoy’a yancılık yapmaktı elbette.

Zamanında, oldukları gibi kabullendiğimiz bu eski ünlülerin, yeniden kitleleri eğlendirmek için çırpındıklarını görmek, en az “Bebek Jane’e Ne Oldu”yu izlemek kadar rahatsız ediciydi. Keşke popüler kültür endüstrisi, sinekten yağ çıkartmaya çalışmasa, bu kadınlara emeklilik hakkı tanısa ve onları tekrar ekranlara itelemeseydi.

Evet, yeterince “eğlendiyseniz” şimdi esas konumuza, yani Temmuz sıcağında altüst olan ülke gündeminde maalesef ki beklenen ilgiyi çekmeyen ve geçtiğimiz hafta son sürat görülen Sinan Ateş davasına geçebiliriz.

Cinayetin kopyasının kopyası

Beş gün boyunca Sincan Cezaevi kampusunda görülen duruşmaların içeriği, öyle yüzeysel ve anlamsızdı ki artık bu konuda yazmak dahi, davaya gereğinden fazla anlam yüklemeye denk düşecek neredeyse.

Mesela hızla akan duruşmalarda yaşanan absürtlüklerin bir kısmı şöyleydi:

> Doğukan Çep, MHP’ye doğru ilerleyen akıntıya set olmak ve cinayetin ardındakileri korumak için “Azmettirici benim.” dedi. Tabii bunu söylerken, şimdiye kadar işlediği cinayet ve eylemlerle, herkesin gözü önünde övünmeyi de ihmal etmedi. Çep; Hasan Ferit Gedik’i öldürmekle ve ESP’lileri dövmekle gurur duyuyordu. Ama o bir kahramanken, aymazca yargılanmaktaydı!

> Tetikçi Eray Özyağcı durur mu? O da Ateş’in sadece ayaklarına ateş ettiğini, çıkan çatışmada Ateş’i, yanındaki korumasının vurduğunu yumurtlayıverdi.

> Onanmış cinayet cezasına rağmen elini kolunu sallayarak özgürce dolaşabilen Doğukan Çep, azmettirme nedenini; aldığı cezanın kaldırılması için Sinan Ateş’e yüksek miktarda para verdiğini, herhangi bir sonuç alınamayınca parasını geri istediğini ve Ateş’le aralarında alacak verecek meselesi çıktığını, anlatarak açıkladı.

> Cinayet sanıklarından Tolgahan Demirbaş’ın gözaltı tutanağında, sokakta yakalandığı yazılıyken, soruşturmada görev alan polis şefi Kerem Gökay Öner, bu tutanağın sahte olduğunu, Demirbaş’ı, eski MHP milletvekili ve eski danışman Olcay Kılavuz’un evinde yakaladıklarını açıklayarak suç duyurusunda bulundu. Sanık polis Mustafa Ensar Aykal’ın ifadesinin de aynı doğrultuda olmasına rağmen hakim, bu gelişmeyi umursamadı ve konu kapanıverdi.

> Bilirkişi raporuyla onaylanan Whatsapp yazışmalarında, Tolgahan Demirbaş’ın Sinan Ateş’in konum bilgisini istediği eski polis Mustafa Ensar Aykal, bu bilgiyi vermediğini iddia etti.

> Eski MİT personeli Çağlar Zorlu, Demirbaş’a verdiği adres bilgisinin yanlış olduğunu, dosyanın eski savcıları Durdu Özer e Durmuş Ali Kaya’nın; Hakan Fidan’a ulaşmak için onu iddianameye dahil ettiklerini, söyledi. 

> Tolgahan Demirbaş, aynı yazışmalarda kullandığı “İpini çekmişler” ifadesiyle, Ateş’in MHP’den atılması ve aforoz edilmesini, kastettiğini aktardı. Adres istemesinin nedeni de Ateş’in evinin önüne pankart asmaktı sadece.

Kısaca dava artık siyasi bir cinayet dosyası olmaktan çıkarılmış, alacak verecek meselesi nedeniyle ayağına kurşun sıkılırken, çıkan çatışmada kim vurduya giden birinin adli davasına dönüştürülmüştü itinayla.

Oysa tetikçiler zaten ortadaydı. Asıl bulunması, araştırılması gereken, cinayetin nedeni ve arkasındakilerdi. Bu konudaki tek açıklama, Sinan Ateş’ın eşi Ayşe Ateş ve kardeşi Selma Kazanç’tan geldi. Ayşe Ateş mahkemede; “Bu işi tetikleyen Mersin olayıdır… Sinan, tehditler başladığında, ‘Ayşe, İzzet Ulvi Yönter ve Semih Yalçın benim öldürülmem için Ahmet Yiğit Yıldırım ve Olcay Kılavuz’a talimat vermiş, onlar da beni öldürmek için kapı kapı adam arıyorlarmış’ dedi… Orhun Haber sitesinin sahibi ülkü ocakları başkan yardımcısı Mert Kerim Ejder. Ahmet Yiğit Yıldırım’ın talimatıyla eşim hakkında karalama kampanyası başlatıldı. Tamamı mesnetsiz ve yalan olan bu iftiralar, eşimin katliyle sonuçlandı….” diyerek “Devlete kafa tutan bir suç örgütünün” varlığına dikkat çekti.

Selma Kazanç ise ifadesinde; “Sinan, ‘Benim kalemimi kırmışlar. Bunların derdi benim canımla’ dedi. ‘Kim?’ diye sorduk. ‘İzzet Ulvi Yönter, Olcay Kılavuz, Ahmet Yiğit Yıldırım, Semih Yalçın’ diye sıraladı.” bilgisini aktardı.

Beş günün sonunda, hiçbir karanlık nokta aydınlatılmamışken mahkeme, mütalaa için 19 Temmuz’a ertelendi ve on tutuklu sanık tahliye edildi.

Esas soru: Neden?

Gelişmelere bakarsak; en az “dünya güzelleri tatilde” kadar trajik ve kurgu kokan bir reality şova dönüşen davada, Ayşe Ateş’in katil ilan edilmesi, tetikçilerin ardındaki isimlere ulaşılmasından daha olası görünmekteydi.

Çok yaşlanan ve neredeyse Bülent Ersoy kadar algı ve denge sorunları yaşayan Devlet Bahçeli’yle bu durumdan istifade ederek ipleri ellerine alan İzzet Ulvi Yönter ve Semih Yalçın’ın keyifleri ise yerindeydi muhtemelen. Yüzeysel görülen bir dava ya da tatsız bir reality şovun daha sonuna gelinmişti ne de olsa.

Sorulması gereken esas sorular ise şunlardı:

> Sinan Ateş neden öldürülmüştü?

> Tolgahan Demirbaş ve Doğukan Çep’e görev verenler kimlerdi ve Sinan Ateş’ten duydukları rahatsızlık neydi?

> MHP’nin başına geçme hayalleri kurarken ayağı kaydırılan Sinan Ateş, Mersin limanındaki uyuşturucu trafiği üzerinden eski partisine şantaj mı yapmıştı?

> Yoksa dışlanması karşısında pes etmeyerek iktidar mücadelesine devam edip, bildiklerini rakiplerine karşı kullanma, sızdırma yolunu mu seçmişti? 

> Neden MHP’nin güvenilir, kullanışlı ve kirli aparatlarından biri olan Sinan Ateş, birden “tehlikeli” oluvermişti?

Bu soruların cevabı, cinayetin ardındaki isimleri de kabak gibi ortaya çıkaracaktır. Lakin herhangi bir sorunun cevabını aramadığını, az çok anlamış bulunduğumuz mahkemede, mütalaa ve savunmaların ardından, verilecek karar da muhtemelen yüzeysel olacak.

Devlette kadrolaşma+sivil faşist örgütlenme

Sinan Ateş davası sürerken, ülkemizin pek çok aydın ve entelektüeli kurt işareti üzerine akademik çalışmalar sürdürmekle meşguldü. Henüz Arya Stark’a sıra gelmese de, Con Sinov adını kullanarak kitap yazacak ciddiyetsizlikte birine atıf yapanlar dahi çıktı aralarından. 

Onları; akıllarından geçen her basit düşünceyi, altına “Mustafa Kemal Atatürk” imzası atarak kabul ettirmek isteyenler ve böylelikle Can Yüel’in tahtını sallayanlar takip etti. 

Oysa herkes biliyordu ki; bugün, Asena efsanesiyle bağını kurmak için zorlayanlar olsa da, tamamen ithal bu işareti tek sahiplenenler, MHP ve ülkü ocaklarına gönül verenlerdi her daim. İşaret, ne Asena efsanesinin parçasıydı ne de Türklüğün simgesi. Siyasi cinayet ve adli suç faillerinin ise vazgeçemediği sembollerdendi.

Nerede bir mafya, suç örgütü, katliam, suikast görsek, failler arasında mutlaka, kurt işareti yapan MHP yandaşları bulunuyordu. Deniz Poyraz cinayetinin faili de bunlardan biriydi mesela. Sinan Ateş davasını takip eden gazetecileri alenen tehdit edenler ve kan donduran ırkçı kalkışmanın piyonları da aynı camianın içinden çıkmıştı.

Artık karnımızdan değil de açık açık konuşalım: Tek başına bu örnekler bile, gizli faşizmin uygulandığı ülkelerde gereksinim duyulan sivil faşist bir örgütlenmeye işaret etmekteydi.

Ülkemizde hem 80 öncesi hem de gayrinizami harp politikalarıyla kontrgerilla örgütlenmelerinin oluşturulduğu süreçte, sivil faşist örgütlenmelere büyük roller düşmüş, devlet görevlileri ve bürokrasinin asla üstlenmeyeceği eylem ve saldırılar, onlara yaptırılmıştı. Tabii 90’lardaki kontrgerilla örgütlenmesinin eleman ihtiyacını da karşılayan bir konumdaydı ülkü ocakları.

Dünyada ve Türkiye’de devletler, yönetebilmek e riskleri bertaraf edebilmek için halen sivil faşist örgütlenmelere ihtiyaç duyuyor. Bugün görünürde meclis, seçim ve demokrasiyle yönetilen ülkemizde MHP ve ülkü ocakları, hem devlet bürokrasisine kadro sağlıyor hem de sivil faşist örgütlenme görevini üstleniyor.

Bu nedenle yüzde bir oy alsalar da bitmezler, bitmeyecekler. Zira Türkiye’de MHP ve ülkü ocaklarının misyonu, herhangi bir siyasi parti çerçevesinde kalmak değil, iktidara kim gelirse gelsin, bürokrasiye yerleştirilen kadrolar ve sivil faşist örgütlenme yapısıyla yönetime dahil olmaktır. 

Seçimle iktidara gelen her fani parti, muhalefetteyken söylediklerini zaman içinde unutarak bu gerçekliği kabul edecek, devlet yapısına angaje olacak, devleti oluşturan bürokrasi ve militarizm ayaklarını idare ederken kadrolaşmayı ve sivil faşist örgütlenmeyi, MHP ya da türevlerinin kontrolüne bırakacaktır.

Bu gerçeği çok iyi bilen Erdoğan, kısa süre önce Meral Akşener’le görüşerek, mekanizmadaki güç dengelerini değiştirecek ya da MHP’ye, alternatifsiz olmadığını hatırlatacak bir hamle yapmayı denemişti hatta. Halen varlığını sürdüren Mehmet Ağar ve ekibinin ise devlet içi çekişmede gücünü artırmak amacıyla Sinan Ateş dosyasının kontrollü deşilmesinde sakınca görmediğini de belirtelim.

Asıl unutulmaması gereken şu ki; devlet içi yapılar veya partiler arasında yaşanan hiçbir çatışma ve çelişki, asla uzlaşmaz değildir. Eğer iç çatışmalar kontrolden çıkarak, devletin bekasını sarsma noktasına gelirse taraflar mutlaka anlaşacak, susmayı bilecek ve birleşeceklerdir.

Şimdi Sinan Ateş davasında adalet isteyenler arasında; onu pırıl pırıl bir kahraman, yiğit bir vatan evladı gibi gören sağcılar da var, kirli çarkın kirli bir aparatı olduğunu bilseler dahi yakaladıkları ipi çektiklerinde, çarkı zayıflatacaklarının farkında olan sol demokrat kesimler de. Fakat mahkeme o ipi asla çekmeyecek zira çekerse hem Devlet’in hem de devletin altında kalacağı aşikar.

Bülent Ersoy, Banu Alkan, Safiye Soyman

Hal böyleyken ve ateş düştüğü yeri yakarken hayat da devam ediyor tabii.

Diva Bülent Ersoy, tüm heybetiyle bir fitnessçının sırtına binip kıkırdıyor. Arada bir de Seray Sever’in dürtmesiyle Banu Alkan’ı azarlıyor. 

Dış dünyayla bağını asgariye indirip, paralel evrende kurduğu hayal dünyası Banuland’de mutluluğu bulan ve belki de en doğrusunu yapan Afrodit Banu Alkan, saldırılara karşı umursamazca salınıp taşları ve tüyleriyle oynuyor. 

Bülent Ersoy yönünden esen rüzgarın sertliğine göre saf değiştiren rüzgar gülü Safiye Soyman, sevimli sevimli yuvarlanıp, peruklarını savurmaya devam ediyor. 

Ne tuhaf. Onlar seçimle gelmediler belki ama bizim “dünya güzellerimiz” oluvermişler işte.