Hetzel’in reddettiği roman: 20. Yüzyıl’da Paris 

20. Yüzyılda Paris’in böylece hikâye edilmesi, efsanevi Jules Verne’in bilimsel keşifleri ve teknolojik yenilikleri yücelten Sanayi Çağı Destancısı şeklindeki popüler imajı ile çelişmekteydi

İLHAMİ ALGÖR

19.10.2024

Roman 1960 yılında başlıyordu. Ulusal Eğitim Kredisi Kurumu, Fransa’nın tüm genç mezunlarına törenle akademik başarı ödülleri dağıtıyordu. Öğrencilerin % 99,9’u matematik, ekonomi, mühendislik ve doğa bilimleri gibi toplumsal açıdan “faydalı,” disiplinlerde uzmanlaşmışlardı. Bu toplamın tek istisnası, bir edebiyat öğrencisi, hevesli bir şair ve dram yazarı olan Michel Jérôme Dufrénoy idi. 

Michel, akademik parlaklığına rağmen, diplomasını almak üzere kürsüye yürürken, orada bulunan herkes tarafından hakaretlere, iğnelemelere ve aleni alaylara maruz kalır. 1960’ın bu “cesur yeni dünyasında” Michel’in toplumsal bir uyumsuz olarak görüldüğü açıktır. Bu yeni Paris, Bay Verne’in hayatta olduğu yıllarda zaten çok belirgin olan endüstriyel pozitivizm, “Bırakınız yapsınlar” kapitalizmi ve hızlandırılmış teknolojik büyüme gibi ekonomik, sosyal eğilimlerin tahmin edilebilen doruk noktasıdır. 

1960 dolaylarındaki Paris, benzinle çalışan arabaların geniş caddeleri doldurduğu ve şehir içi yolcuların yukarıdan asılı tüp trenlerle taşındığı, sorunsuz işleyen, yüksek teknolojili bir ticari megalopolis haline gelmiştir. Bilgisayar benzeri hesap makineleri ve faks benzeri iletişim cihazları, şehrin finans piyasalarını dünyanın siyasi gücü elinde tutan çokuluslu şirketlerine bağlamaktadır. 

Bu çağda, taktik askerî silahlar o kadar mükemmelleşmiştir ki, savaş fikrinin kendisi artık düşünülemez hale gelmiştir. Ve Dünya’nın gökyüzü ve okyanusları uzun zaman önce kâr potansiyelleri açısından derinlemesine araştırılmış, analiz edilmiş ve envanteri çıkarılmıştır. 

Sanat, edebiyat ve müzik türlerinin çoğu ya tamamen ortadan kalkmış ya da tamamen faydacı amaçlara yönlendirilmiştir. Eğitim “arındırılmış”, mesleki hale getirilmiş ve herkes için standartlaştırılmıştır. Elektrik sadece şehri ve her yerde bulunan ticari reklamları aydınlatmakla kalmıyor, aynı zamanda idam cezası için de etkili bir araç olarak hizmet veriyor. Paris vatandaşları da son derece verimli ama bir o kadar da baskıcı bir toplumsal çarkın duygusuz dişlileri haline gelmiştir. 

Bir zamanların şık ve cilveli Parisli kadınları bile artık alaycı, sert, kariyer düşkünü ve giyim kuşamları ile tavırlarında belirgin bir şekilde erkeksidirler artık. Aniden Paris’i bir kriz vurur: İklimdeki öngörülemeyen bir değişiklik nedeniyle, Fransa üç yıl boyunca, daha önce görülmemiş şiddette bir soğuk hava dalgasına maruz kalır. Sıcaklık -23 dereceye kadar düşer, sokaklarda kar yığınları birikir ve sonunda tüm şehir hayatı durma noktasına gelir. 

Nüfusun en yoksul üyeleri soğuktan ölmeye başlar ve soğuk havanın ülke tarımı üzerindeki yıkıcı etkileri nedeniyle yaygın bir açlık baş gösterir. Kahramanımız, edebiyat öğrencisi, hevesli bir şair ve dram yazarı Michel, 200’den fazla sayfa boyunca bu dünyada kendine anlamlı bir yer bulmaya çalışır. İşadamı üvey babası ona prestijli bir bankada iş bulur ve bankanın hesaplarının her gün törenle yazıldığı “Büyük Defter”e girişleri yazmakla görevlendirilir. 

Aylar geçer ve Michel, Lucy adında genç bir kadınla tanışır, âşık olur. Lucy, üniversitedeki bir retorik profesörünün uysal ve sevimli kızıdır, Michel’in aşkına karşılık verir. Ancak Lucy’nin babası çok geçmeden üniversiteden kovulur, çünkü çok az öğrenci beşeri bilimlerle ilgilenmektedir. Michel de yanlışlıkla Büyük Defter’e mürekkep döktüğü için bankadaki işinden kovulur. Bu yüzden Paris’in “Büyük Drama Deposu”nda, eğlenceye aç bir halk için tatsız pembe dizi tarzı oyunların seri olarak üretildiği devasa bir tiyatro yapım şirketinde şansını dener. 

Sanatın para için fahişeleştirilmesi olarak gördüğü bu durum karşısında dehşete düşen Michel, kısa süre sonra tiksintiyle işi bırakır ve kendini tamamen şiir yazmaya verir. Ancak durumu hızla kötüleşir: Açlık ve yoksullukla boğuşmanın yanı sıra, yayıncıların şiirlerini yayımlama konusundaki isteksizliği karşısında sürekli bir hayal kırıklığı yaşar. 

Sanayi Çağı Destancısı

20. Yüzyılda Paris’in böylece hikâye edilmesi, efsanevi Jules Verne’in bilimsel keşifleri ve teknolojik yenilikleri yücelten Sanayi Çağı Destancısı şeklindeki popüler imajı ile çelişmekteydi. 

Bu karanlık ve rahatsız edici öykü; baskıcı, adaletsiz ve manevi açıdan içi boş bir gelecek dünyası çizerek okuyucuyu destansı bir macera yerine, acıma duygusu ve sosyal hicivle yüz yüze bırakıyordu. 

Daha önce kimsenin gitmediği yerlere giden cesur kahramanlar yerine, okuyucu yalnız ve endişeli bir şairin hayatını paylaşıyor, insanın doğayı fethini anlatan aksiyon dolu bir hikâye yerine, doğanın insanı fethine tanık oluyordu. 

Bu roman, ilerlemeye övgüden çok onun pahalıya mal oluşuna dair rahatsız edici bir yorum idi. Bay Verne, Hetzel’in zehir zemberek mektubu ve romanı reddi ile dosyayı kasasına kilitlemiş ve popüler imajını çizmeyecek şekilde yazmaya devam etmiştir. 

Burada beni düşündüren, kasaya kilitlenen şeyin sadece bir dosya olmayabileceğidir. Bay Verne, bir düşünüş ve hissediş biçiminin üstünü örtmüş, hatta onu gömmüş olabilir

*

Haftaya : Mongolia gemisi, Aden yönüne ilerliyordu.