Herkesin kafası karışık: Yeni anayasa, Kürt açılımı, reformlar
Önümüzdeki sürecin Kürt sorununu tam olarak çözmesi, nihai bir barış sağlaması, şimdilik pek mümkün görünmemekle birlikte, demokratik açılımlarla kısmi reformlara gebe olduğu ve yeni bir anayasanın yürürlüğe gireceği muhakkak
30.10.2024
Devlet Bahçeli bir konuşma yaptı, yer yerinden oynadı. 22 Ekim’de partisinin TBMM grup toplantısında Abdullah Öcalan’la ilgili çağrı yapan Bahçeli; “Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin TBMM’de DEM Parti grup toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini, örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın. Ne Kandil ne Edirne, adres İmralı’dan DEM’e uzansın. Bu ağır ve tarihî terör sorunu, ülke gündeminden tamamen çıkarılsın. Hodri meydan. Buna varız. Vatan, millet, devlet, bayrak, ortak gelecek ve tam bağımsızlık için bunu dahi sineye çekmeye, sonuna kadar hazırız.” demişti.
Bu konuşma, elbette ki durduk yere yapılmamış, bir süredir hazırlığı devam eden kısmi reformlar sürecini duyurmak için hayata geçirilmişti. İktidarın, 31 Mart yerel seçimlerinden sonra CHP ile normalleşme, diğer muhaliflere karşı ise sertleşme politikasıyla birlikte ülkenin tam anlamıyla tıkanıklığa hapsolduğu, inkâr edilemez bir gerçekti. “Normalleşme” veya “yumuşama”, adına her ne denirse densin, bunun için sadece CHP genel başkanıyla diyalogların düzelmesi hiç yeterli değildi.
Gerek ekonomik gerekse demokratik ve yargısal anlamda bir tıkanma yaşayan Türkiye’yi, ekonomik olarak düze çıkarmak istediklerinde, yurtdışı piyasaları tarafından karşılarına getirilen demokratik reformlar şartı, iktidarın adım atmasında önemli bir etkeni oluşturuyor.
Tablo şöyle ki; cezaevleri ağzına kadar dolu, hasta mahpusların, kadınların ve çocukların sayısı gitgide artıyor. AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararları hayata geçirilmiyor, ekonomiyi düzeltme adına uygulanan politikalar, zaten bunalmış halkı daha çok darboğaza sürüklüyor. AK Parti iktidarı ise ekonomik büyümeyi sağlayabildiği yıllarda uyguladığı gibi yumuşama iklimi yerine daha da sertleşen politikaları tercih ediyor.
İktidarın ekonomiyi düze çıkarma hedefinin, demokratik ve hukuki anlamda iyileştirici adımlar atılmasıyla direkt ilişkili olduğunu çok iyi bilenler, zaten birtakım reformlar yapılacağını da öngörüyordu. Bunu defalarca dile getirdik. Yargısal reformların zorunluluğunu, sekiz yargı paketi çıkarılmasına rağmen, hiçbirinin demokrasiyi güçlendirmediğini, sorunları çözmediğini, kadın mücadelesinin kazanımı olarak hayata geçirilen 6284’ün dahi pratikte uygulanmadığını, ülke bürokrasisinde yolsuzluk ve çürümenin kol gezdiğini, kısaca ülkenin yönetilmediğini, çarkların kendiliğinden döndüğünü de söyledik.
Önemlisi; yeni anayasa çalışmalarının başlayacağını, yargı reformları yapılacağını, ifade ve basın özgürlüğünden kaynaklı cezaevlerinde bulunan mahpuslarla silahlı eylemlere karışmamış siyasetçiler ve diğer mahpuslar için de adım atılması gerektiğini, hepsinin Ekim ayında tartışılmaya başlanacağını, Temmuz’dan bu yana, altını çize çize anlattık, yazdık çizdik. Ve ekledik: Bunlar yaşanırken, her kesimin, tutumuna göre kazanımı veya kaybı olacak. Tabii o dönem pek kale alınmadı. Şaşırmadık zira ülkemizde, kaynakları tarafından sürekli yanıltıldıkları ve pek çok gelişmeyi yanlış yorumladıkları halde, her şeyi biz biliriz sanan şuursuz sayısında yoğun bir atış yaşanıyor. Önemli değil, geçelim. Yine haklıyıydık ve şimdi her şey netleşmeye başladı.
Neden reform şart?
31 Mart yerel seçimleri öncesi görüşmeler yapmalarına rağmen DEM Parti’den beklediği desteği alamadığından, Kürt siyasetini cezalandırma yolunu seçen iktidar, şimdi “Kürt açılımıyla” karşımızda. Belirtelim ki yaşanacak süreç, sadece Kürt açılımı ekseninde olmayacak fakat Kürt sorunu, demokratik anlamda en çok bedel ödeyen ve haksızlığa uğrayan kesim Kürtler olduğundan, sürecin en önemli parçalarından biri halinde.
Gelinen noktada; Türkiye’nin hem iç politikada tıkanıklığı aşması hem iktidarın Avrupa Birliği ve ABD piyasalarından destek bulması hem de iddia ettikleri şekilde ekonomik olarak büyüyen ülkeler arasına Türkiye’yi sokabilmeleri için demokratik reformlar bir gereklilik. Dolayısıyla reform veya sistemi kısmi iyileştirme süreci; sadece iç politika açısından değil, dış politika ve dünya dengelerinde güçlü bir şekilde yer alabilmek adına da olmazsa olmaz. Ne sadece “Tayyip Erdoğan, yeniden başkan olmak istiyor, yeni anayasayı da bunun için yapıyor.” subjektivizmi ne de salt Ortadoğu’daki gelişmelere odaklanarak yapılan yorumlar, gündemdeki yeni anayasa ile demokratik ve yargısal kısmi reformların nedenlerini açıklamakta yeterli olabilir. Öte yandan tartışılan yeni anayasa ve Kürt sorunu, birbirinden bağımsız düşünülemez.
Belirttiğimiz gibi yeni anayasa, sadece AK Parti ve Erdoğan’ın siyasi ömrünü uzatmak için değil, aynı zamanda ülkedeki tıkanıklığı açmada bir yol olarak da düşünüldü. Lakin en büyük sorun; bu anayasayı -belirleyici olarak- 23 yıldır ülkeyi yöneten AK Parti’nin ve şahinler kanadının baş aktörü MHP’nin yapacak olması. İktidarın, mevcut 82, yani cunta anayasasında ve sonrasında yapılan anayasa değişiklerinde yer alan özgürlükçü maddeleri dahi uygulamadığı düşünüldüğünde, her ne kadar iyileştirici adımlar halklar için olumlu olacaksa da kamuoyunda büyük soru işaretleri yaratıyor. İktidar partilerinin önündeki en büyük engel bu.
Herkes ekmeğinin de peşinde
Kamuoyunda tartışılan bir diğer konu ise “Kürt açılımı ya da ikinci çözüm süreci” olarak adlandırılan gelişmelerin, “iktidarın bir oyunu” olması.
Baştan belirtmek gerek; dünyada ve Türkiye’de birbiriyle çatışan veya muhalefet eden karşıt kesimler, pazarlık veya müzakere sürecine başladıklarında, masada yer alan her aktör, kendi çıkarını ve hesabını gözetir. Bu reel politikanın bir gerçeğidir. Tabii ki iktidar partileri, kendi kazançları için de uğraş verecektir. Devlet Bahçeli gibi Kürt sorununda şahin kesilen ve ırkçılığıyla bilinen bir ismin, partisinin iktidar ortaklığı sayesinde elde ettiği gücü muhafaza etme hesabı yapmadan, mecliste öylesi bir çağrıda bulunması, eşyanın tabiatına ters.
Bu bağlamda Erdoğan’ın da, reform gerekliliğinin kendini dayatmasının yanı sıra, çözülen, iddiasını ve kâğıt üzerindeki “ideallerini” kaybetmiş partisini yeniden toparlamayı, kaybedilen oylarını tekrar kazanmayı, halefini belirleyip iktidarını koruyarak siyasi ömrünü uzatmayı hedeflemesi, şaşırtıcı olmamalı.
MHP açısından; bürokrasideki, özellikle yargı ve kolluktaki kadrolaşmasını kaybetmemek, iktidar ortağı olarak kalmaya devam etmek, şahsi bir hesaptır. Erdoğan’la Bahçeli görüşmelerinde tüm bunların konuşulup pazarlıkların yapılması nedeniyle bir süre önce AK Parti’nin gündeminde olan, yargının MHP kadrolarından temizlenmesi operasyonunun rafa kaldırılması kuvvetle muhtemeldir. Hatta görüşmelerin, Akın Gürlek’in İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına atanmasını beraberinde getirdiği de söylenebilir. Bu kapsamda Bahçeli’nin mecliste yaptığı konuşma, aslında bir zıtlaşma değil, anlaşma sonucudur.
Kürt siyaseti ve muhalifler de elbette kendi çıkar ve menfaatlerini korumak isteyecek, elden geldiğince kazanım sağlamaya çalışacaktır. Tarafların çıkarlarını gözetmesi olgusu, olası kısmi reformlara dair görüşmelere karşı çıkmak için yeterli bir etken değildir zira tüm siyasi görüşmelerde taraflar, her daim kendi çıkarlarını da savunurlar.
Öcalan, Kandil, Demirtaş
Bahçeli malum konuşmasında “Edirne ve Kandil” değil de “Öcalan ve DEM Parti’ye” vurgu yaparak, aslında sürecin yol haritasını da ilan etmiş oldu. Bu konuşmanın, Öcalan ve DEM Parti’yle hatta Selahattin Demirtaş’la görüşmeden yapıldığını düşünmek saflık olur.
Görülüyor ki Selahattin Demirtaş, tüm olumlu niteliklerine rağmen örgütsel birtakım nedenlerden kaynaklı olarak görüşmelerde inisiyatif almamayı tercih etti ve daha önce de yaptığı gibi Öcalan’ı işaret etti. Yani Demirtaş’ın, Öcalan ve DEM Parti merkezinde yürütülecek herhangi bir pazarlığa karşı çıkması söz konusu görünmüyor. Kandil yöneticilerinin ise şimdiye kadar hem Öcalan ve Demirtaş’la hem de devlet görevlileriyle görüşmüş olması muhtemel. Hal böyleyken, Öcalan’ı dışlamadan ve DEM Parti’yi merkeze alacak şekilde devlet yetkilileriyle görüşmeler yapılması, zaten tüm tarafların ortak kanısı gibi görünüyor.
Kürt siyaseti, meclis ve Öcalan seçimiyle, aynı zamanda kazanımlarının legal ve meşru olmasının garantisini, kalıcılığını da gözetirken, Bahçeli’nin açıklamaları, iktidar cephesinin de bu noktada farklı bir görüş taşımadığını göstermekte.
Geçen hafta gerçekleştirilen, beş masum insanın katli ve iki kişinin kendini patlatmasıyla yedi canın yitirildiği TUSAŞ saldırısını örgütün üstlendiği, devletinse saldırının hemen ardından Suriye’de bulunan Rojava bölgesine hava saldırıları düzenlediği biliniyor.
Bu gelişmeler üzerine pek çok kesimde; “Kandil, anlaşmayı istemiyor.” değerlendirmesi rağbet gördü. Lakin örgüte yakın bir internet sitesinde yayınlanan videoda, kendini patlatan kadın örgüt üyesi, yapacağı saldırının amaçlarından birini “Öcalan’ın elini güçlendirmek” şeklinde açıklıyordu.
Kısaca; Kandil ve Öcalan, Kandil ve Demirtaş, Demirtaş ve Öcalan arasındaki çelişkileri bilsek de yaşanacak süreçten “Kandil Öcalan’a karşı” ya da “Demirtaş cezaevinden çıkarılmayacak.” tablosu çıkar diye bekleyenler yanılabilir. Hele ki Selahattin Demirtaş’ın tahliyesinin, reform sürecine dahil edilmeme ihtimali, çelişkiler ne olursa olsun kesinlikle kabul edilemez. Gerek Kürt gerekse Türk muhaliflerin tamamı, bu ihtimali asla kabul etmeyecek, altını şimdiden çizelim.
Ayrıca süreç, Öcalan ve DEM Parti üzerinden yürüyecek evet lakin sivil toplum örgütlerinin önemli bir rol oynayacağı da muhakkak. TUSAŞ saldırısının ardından İHD’nin lafını esirgemeden saldırıyı kınaması ve barış yanlısı tutumu, bu noktada büyük önem taşıyor.
CHP, Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu
Ülkede bir sistem değişikliği olmayacak, sadece kısmi reformlar hayata geçirilecekken elbette CHP ve genel başkanı Özgür Özel’in sürecin dışında tutulması olası değil. Önümüzdeki dört yıl boyunca herhangi bir erken seçim söz konusu olmamasına rağmen Türkiye halklarını daha fazla tıkanıklığa mahkûm etmek ise hiçbir siyasi partinin göze alabileceği bir adım olamaz.
Haliyle CHP de, Özgür Özel’in sürece destek açıklamasıyla tavrını ortaya koymuş oldu. Aynı zamanda görüşmelerin kapalı kapılar ardında değil, mecliste yapılması gerektiğinin de altı çizildi. Zaten DEM Parti ve iktidar kanadının izleyeceği yol da buydu.
Elbette Erdoğan-Özel cephesinde birtakım görüşmeler yapılmış, yeni anayasayla başkanlık sisteminde değişiklik, belki de kısmen parlamenter sisteme dönüş, sadece siyasi parti genel başkanlarının cumhurbaşkanı veya başbakan adayı olabilmesi gibi gündemler de değerlendirilmiş olabilir.
Unutulmamalı ki ortada bir de Ekrem İmamoğlu gerçeği var. İmamoğlu da gayet doğal olarak kendi hedefleri ve iktidarının hesabını yapacaktır, yapıyor da. Her kesim türlü planlar içindeyken, İmamoğlu’nun yapmaması şaşırtıcı olur asıl. Lakin CHP’nin yeni yönetimine dair, parti içinde iktidar olmak uğruna Kılıçdaroğlu’na seçim kaybettirdikleri iddiaları havada uçuşurken, yeni yönetimin mimarlarından İmamoğlu’nun bu çerçevede bir tutum belirlemesi, kaçınılmaz olarak halkların çıkarından çok, kendi çıkarını öne çıkardığı şeklinde yorumlanacaktır.
Yeni anayasayla birlikte tüm olasılıklar netleşecek. Şimdilik görünen o ki CHP ve Özgür Özel, anayasa çalışmalarına aktif olarak katılacaklar.
Ulusalcıların kronik kaygıları
Her daim devlete çok yakın oldukları halde şaşırtıcı şekilde halen devlet gerçekliğini tanımayan ulusalcılar, özellikle de en elit kesimleri, yeni anayasanın sadece Tayyip Erdoğan’ın bir daha cumhurbaşkanı olması için yapılacağına, şeriatın her an geleceğine, laikliğin elden gideceğine ve anayasanın ilk üç maddesiyle bunların değişmezliğine dair dördüncü maddenin kaldırılacağına, kendilerini inandırmış vaziyetteler.
Aslında belirtmek gerekir ki 82 anayasasının hiçbir maddesi değişmez bir tabu değildir. Fakat boşuna kendilerini üzüyorlar, ne uluslararası dengelerde merkez sağ düzeyindeki ılımlı İslamcılığı ve Batı’yla ilişkileri nedeniyle güçlü yer tutabilen NATO üyesi Türkiye’nin, şeriatla yönetilmesi riski var ne de cunta anayasasının ilk dört maddesinin değişmesi gibi bir gündem söz konusu. Bunlar hep tartışmayı alevlendirmek, ulusalcıların derin korkularını kaşıyarak el güçlendirmek, onları sanal düşmanlarla oyalamak isteyen odaklar tarafından ortaya atılan gündemler. Ama kabul edelim, her defasında pek çok kaygılı ulusalcıyı peşlerinde sürüklemeyi başarıyorlar.
Öte yandan ulusalcıların tam olarak ne savunduklarını da anlayabilmiş değiliz. Önümüzdeki dört yıl, tuzu kuru kesimler açısından konforlu alanlarında gayet ferah geçecek, orası kesin. Ama Türkiye halklarının çoğu, bu kesimlerle eşit koşullara sahip değil.
Aynı zamanda hayatında hiç bedel ödememiş, uzun soluklu direnişler içinde bulunmamış kesimler bunu bilmeyebilir lakin Türkiye tarihindeki radikal ve sert mücadelelerle direnişler, hep müzakere ve tarafların görüşmesiyle nihayetlenmiştir. Kendini “En radikal” diye kodlayan örgütler dahi demokratik mücadele verir ve demokratik kazanımlara ulaşmaya çalışır. Müzakere ve pazarlıklar sırasında ise tarafların talep ve istekleri değişebilir, orta yollar da tercih edilebilir.
Bu nedenle “Vay görüşüyorlar, vay pazarlık yapıyorlar, aman ülke elden gidiyor…” diye vaveyla koparanların, hem Türkiye hem de dünya mücadele ve direniş tarihinden bihaber olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu koşullarda, tarihi ve gerçekleri bilenlerin, bedel ödeyenlerin ya da ödeyecek olanların fikri, konforundan taviz vermeden her konuda fikir beyan edebilme lüksüne sadece kendilerinin sahip olduğunu sananlardan çok daha fazla değer taşıyacaktır.
Halkın talepleri
Parti fanatiklerinin inandığının aksine Türkiye halklarının sorunu, hangi partinin iktidar olacağı değildir. Bu nedenle taht oyunlarına alet edilmeye hiç niyetleri de yok. Üstüne üstlük buna ne enerjileri ne de tahammülleri kaldı artık.
Erken seçimin e’si dahi söz konusu değilken, ekonomik ve demokratik olarak ağır yükler altında ezilen halklar, önümüzdeki dört yıl hangi koşullarda yaşayacaklarını, “Aman CHP iktidar olsun veya Ekrem İmamoğlu başkan olsun.” hedefinden daha üstün tutacaktır. Ve hiçbir halk kesimi, bilmem kim başkan olana kadar, çıkar sağlayacağı olumlu gelişmelere ve kısmi reformlara hayır demek zorunda değildir. Bunu da herkes aklının bir köşesine yazmalı.
Demokratik mücadele veren solcular ise şunu çok iyi bilir ki; iktidara kim gelirse gelsin kapitalist sistem ve faşizmin doğası değişmez lakin demokratik düzenlemeler ve yargısal reformlar, elbette ki halklara nefes aldırır. Bu nedenle sol muhaliflerin, iktidar kim olursa olsun demokratik talepleri ve müzakere yöntemleri hep var olacaktır.
Hazır konu halkın çıkarlarına gelmişken, planlanan yargı reformlarında yer alması gereken olmazsa olmaz birtakım maddeleri tekrar sıralayalım:
> Cezaevlerindeki hasta mahpusların serbest bırakılması,
> Cezaevlerindeki kadın ve çocuklara pozitif ayrıcalıklar tanınması, ceza indirimleri yapılması,
> Terörle Mücadele Kanunu’ndaki terör tanımının; ifade ve basın özgürlüğüyle legal siyaseti dışında tutacak şekilde değiştirilmesi,
> Silahlı eylemlere karışmamış, legal siyaset, ifade ve basın özgürlüğü, demokratik mücadeleden kaynaklı tutuklananların, pişmanlık dayatması olmadan terör kapsamından çıkarılması,
> S ve Y tipi tecrit cezaevlerinin kapatılması,
> Seçilmiş siyasetçilerin görevlerinden alınmaması ve yerlerine kayyım atanmaması,
> Kadın ve çocuk cinayetleri, tecavüz, taciz, istismar, deprem suçları, hayvana şiddet, dezavantajlı kesimlere yapılan ırkçı, mezhepçi, cinsiyetçi saldırılar, uyuşturucu baronluğu, mafya yöneticiliği gibi suçlarda af veya ceza indiriminin kesinlikle uygulanmaması, halkın talepleridir.
Geriye kalanlar ise özneler arasında mutlaka görüşülecektir. Konforlu alanından bağıranların, özneleri yok saymaya çalışması ise sadece barikatta taş attı diye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan 18 yaşından küçük Kürt çocukların bulunduğu ülkemizde, en basit terimle haddini bilmezlik olacaktır.
Evet, sonuç olarak önümüzdeki sürecin Kürt sorununu tam olarak çözmesi, nihai bir barış sağlaması, şimdilik pek mümkün görünmemekle birlikte, demokratik açılımlarla kısmi reformlara gebe olduğu, yeni bir anayasanın yürürlüğe gireceği ve her kesimin tutumuna göre kazanım elde edeceği de muhakkak.