Okumalar, değinmeler
Kadınların yeni koşullara ayak uydurma yeteneği dikkatimi çekiyor. Seneler romanındaki anne, gündelik hayatın gereklerine uygun kararları almakta, çekip çevirmekte baba’ya oranla daha başarılı. Benim büyüdüğüm evde de öyleydi

08.02.2025
“Anne babalarımız, gençler bizden daha çok şey bilecek diye iddia ediyordu. (…) Gerçekteyse, evlerin darlığı çocuklarla anne babaları, kız, oğlan bütün kardeşleri aynı odada yatmaya mecbur bırakıyordu, hâlâ leğende el yüz yıkanıyor, ihtiyaçlar evin dışındaki tuvalette görülüyor, âdet bezlerindeki kan soğuk suda akıtılıyordu.”
Bu satırlarda, modern dünyanın, yeni zamanın önermeleri ile sizin maddi gerçekliğiniz arasındaki açı farkı ikilemindeyiz. Bu ikilem Fransa sınırlarını aşar. Birçok ülkede ebeveynler, modernlik olarak sunulan değişimlerin çocukları için iyi olacağı inancına sarıldı. “Çocukların geleceği için iyi olabilir” varsayımına dair eski bir örneğim var:
1920’lerde, Türkiye’de Cumhuriyetin ilk yıllarında, kurucu kadrolar yeni Cumhuriyet’te asrileşmenin bir yüzü olarak opera vb gösterilerin gerekliliğine inandılar. Birilerini vazifelendirdiler. Ankara’nın elitlerine, milletvekili, yüksek bürokratlarına davetiyeler gitti. Davetiyelerin yanısıra kadınların ve erkeklerin nasıl, ne giyineceklerine dair tanımlamalar gitti.
Davetiyeleri alan evlerde günlerce hazırlıklar yapıldı. Nihayet o gece geldi. Erkekler frak, kadınlar tuvalet giyip davete icap ettiler. Çocuklar o gece uyumadı ve anne baba’nın dönüşünü beklediler.
Anne baba eve döndüğünde baba hoşnutsuz ve gergindi. Anne şöyle dedi, “Öyle deme, belki çocuklar için iyidir.” (Bir kadın yazarımızın anılarından. Yıllar yıllar önce Zeki Demirkubuz, bir belgesel çekimi esnasında yazarın kendisine anlatıklarını bir sohbetimizde aktarmıştı.)
Kadınların yeni koşullara ayak uydurma yeteneği dikkatimi çekiyor. Seneler romanındaki anne, gündelik hayatın gereklerine uygun kararları almakta, çekip çevirmekte baba’ya oranla daha başarılı. Benim büyüdüğüm evde de öyleydi.
Ancak yukarıdaki şu cümlem; “Birçok ülkede ebeveynler, modernlik olarak sunulan değişimlerin çocukları için iyi olacağı inancına sarıldı.” cümlesi bence artık geçerli değil. Bu inanç, 1970’ler, 80’lerden itibaren sarsılmaya başladı bence.
Hatta bugünden bakarak şunu söyleyebilirim, modernliğin kapitalist veçhesi/yönü/yüz’ü, insanlar için umudu tüketti. Bu esnada her türden karşıtlarını üretti. Karşıtları ile çatışır gibi göründü, onları (demokratik meşrebi olmayan kesimleri) güçlendirdi ve böylece daha da sevimsiz, çıplak kötücül bir yüz ile kendini yeniden üretti. Biz buna gündelik dilde “kendini yeniden .ıçtı” deriz. Mevcut hayatın kokusu bu nedenle sevimsiz ve ağır.
Lunapark ve Moreno
Seneler romanında yeralan iki unsur doğrudan çocukluğuma, ilk gençllğime değiyor: Lunapark’ın çarpışan arabaları ve Dario Moreno.
“Sonbaharda panayırda dönme dolap ve atlıkarınca. Önümüze çıkana çarparız! nidalarıyla, metal çubuklarından cızırdayarak kıvılcımlar saçan çarpışan arabalara o kadar çok binerdik ki bütün yıl yeterdi bize.“ (Seneler)
Çarpışan arabaları, çarpışmalardan kaçınmak için kullanırdım. Oyunum bu idi. Gidip çarpmanın sonra da sırıtmanın bence bir esprisi yoktu. Oyun, çarpışmadan kaçınabildiğin ölçüde haz vericiydi.
Ana izleğimin, Napoli Romanları ve Seneler’in sebep olduğu çağrışımlar olduğunu söylemiştim. Ancak çağrışımın çağrışımı diye bir durum daha var. Mesela “çarpışan arabalar”dan hareketle bakınız:
“Ortaokulda –birinci sınıfta mı?– annelerimiz için yanıtın hep ‘ev kadını’ olduğu o kalıp soruya babası için: “Babam lunaparkta çarpışan oto kurtarıcısı” diye cevap verdi bir arkadaşımız. (…) Bu yanıt, her daim havada asılı duran o görünmez utanç tellerini titretti. Utanç-sızı-boğulma tellerini. Ve nadir de olsa babası doktor, eczacı, dükkân sahibi bir-iki çocuğun başını öne eğip gülümsemesine neden oldu.” (Şule S. Çiltaş, Cunta Kızı, İletişim Yayınları)
Buradan, başka bir çağrışım ile varsıl’ın yoksula karşı kibirine bir hat uzanıyor yine:
“Ortaokuldaki kızların, ilkokuldakilerine kıyasla giyimleri daha iyi, burunları da devamlı akmıyor. Bitli olanı veya tavşan dudaklısı da yok. Babamın dediğine göre, şimdi ‘daha iyi aile çocukları’ ile aynı sınıfa gidiyorum ama bu, kendi evimi aşağı görmem için bir neden değil. Doğru söylüyor. Çoğunun babası vasıflı işçi, ben de babamı ‘ateşçiden’ daha iyi olduğunu düşündüğüm için, ‘makineci’ yapıyorum. Sınıftaki en itibarlı kızın babası, Gasvaerksvej’de bir berber dükkânının sahibi. Kızın ismi Edith Schnoor ve kendini beğenmekten konuşması peltekleşmiş.” (Tove Dıtlevsen, Çocukluk, Kopenhag Üçlemesi, Monakl Yay., Çev., Leyla Tamer)
Sosyal konumu, geliri yüksek olanın, olmayanı aşağılaması, hor görmesi zamanda ve coğrafyada yaygın. Bu durumu da insanlığı temsilen uzaya gönderilecek şeyler lstesine ekleyebiliriz.
*
Dario Moreno’ya geleyim: “…Bir süre sonra çadırın perdesini aralayacak yaşa gelmiştik. Üç kadın tahta bir yükseltinin üzerinde bikiniyle dans ediyordu. Işıklar sönüyor, tekrar yandığında belediye meydanının asfalt zemininde ayakta dikilen üç-beş seyircinin karşısında bu sefer göğüsleri çıplak, kıpırdamadan duruyorlardı. Dışarıda, hoparlörlerden Dario Moreno’nun şarkısı Ey mambo, mambo italiano gümbürdüyordu.”
Dario Moreno sözkonusu olunca uzun uzun konuşmak isteyebilirim. Kuşağımın hafızasında geniş yeri olan bir ses ve kişilik. Moreno’yu severiz. Ancak, Zaven Biberyan “Mahkumların Şafağı” adlı anlatısında Moreno için farklı şeyler yazdı.
**
Haftaya : Biberyan, Moreno ile Seneler’e devam