Almanya’da seçim sonrası Çin ile ilişkiler

Almanya seçimlerinin sonuçları, Çin ile ilişkiler bakımından ne anlama geliyor? İlk yazıda, Almanya’nın Çin’e yönelik politikaları nasıldı ve başlıca partilerin Çin’e yönelik tutumları nasıl, önce bunu sorgulayalım

HAZAR GÖKÇEN ÖNEY

27.02.2025

Almanya’da yapılan seçimlerde, Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Bavyera’daki Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) bloğu, 2021’e göre yüzde 4’lük bir artışla oyların yaklaşık yüzde 28’ini alarak zafer kazandı. Popülist aşırı sağ Almanya için Alternatif (AfD) oylarını ikiye katlayarak yüzde 21’e çıkardı, ikinci sıraya yükseldi ve yüzde 16 oy alan iktidardaki Sosyal Demokrat Parti’yi (SPD) üçüncü sıraya düşürdü. Bu da, SPD’nin büyük başarı elde derek birinci parti olduğu 2021 seçimlerine nazaran yüzde 9’luk düşüş ve partinin kurulduğu 19. yüzyıldan bu yana aldığı en kötü seçim sonucu manasına geliyor. Seçimlerin bir diğer irtifa kaybedeni İttifak 90/Yeşiller’di: 3 puanlık bir kayıpla yüzde 11’lik desteğe gerilediler.

Seçimlerin sürprizi ise, sosyalist Die Linke Partisi’nden geldi. Parlamento dışında kalmaları beklenirken, oyların yaklaşık yüzde 9’unu kazandılar. Hem hükümetteki liberal Hür Demokrat Parti (FDP) hem de Sahra Wagenknecht İttifakı BSW (üyeleri göç gibi konulardaki anlaşmazlıklar nedeniyle Die Linke’den ayrılmıştı) Alman Parlamentosu’na girmek için gerekli olan yüzde 5 barajını aşamadı.

Almanya seçimlerinin sonuçları, Çin ile ilişkiler bakımından ne anlama geliyor iki ayrı yazı ile sorgulayacağız. İlk yazıda, Almanya’nın Çin’e yönelik politikaları nasıldı ve başlıca partilerin Çin’e yönelik tutumları nasıl, önce bunu sorgulayalım.

Öncelikle, Almanya uzun zamandır Çin’e karşı dostane ve uzlaşmacı bir politika izliyor ve daha yakın ekonomik işbirliği yapılması gerektiği yönünde bir devlet politikasına sahip. Görev süresi 2005’ten 2021’e kadar süren Şansölye Angela Merkel döneminde Almanya, Çin ile derin ekonomik bağlar kurdu ve siyasi olarak da, “Çin’e en dost” Batı ülkelerinden biri oldu. Avrupa Birliği içinde de Almanya, Çin ile daha yakın ilişkileri benimseyen ülkelerden biriydi. Merkel’in “Çin’e müdahale etmeme” politikası, Merkel’den sonra SPD lideri Olaf Scholz’un liderliğindeki koalisyon döneminde de büyük ölçüde devam etti. Ancak Scholz, Yeşiller Partili koalisyon ortaklarının ve Joe Biden Yönetimindeki ABD’nin, Çin’e karşı daha sert bir tutum takınması yönündeki baskılarıyla da karşılaştı.

Peki, Almanya’nın yeni Şansölyesi olacak Friedrich Merz ve partisi Hristiyan Demokratlar CDU’nun Çin’e karşı tavrı nasıl?

Merz, Merkel’e kıyasla, Çin’e karşı nispeten daha eleştirel bir tutum sergiledi. CDU, 2023 yılında Çin’e yönelik, özellikle ticaret ve güvenlik konularında, “daha az pragmatik” ve “daha ideolojik” bir duruş çağrısında bulunan bir pozisyon belgesini benimsedi. Merz’in kendisi de, Çin’i “güvenlik için artan bir tehdit” olarak nitelendirdi. Hatta Çin’i, Rusya, Kuzey Kore ve İran ile birlikte “otokrasi ekseninin” bir parçası olarak gruplandırdı.

Ayrıca Merz, Alman şirketlerini Çin’e yatırım yapmamaları konusunda da uyardı: Şansölye olduğu takdirde, Alman şirketlerinin Çin’deki yatırımları konusunda devletin garantörlüğünü alamayacaklarını söyledi. Merz, ayrıca Scholz’un Çin’le ilgili bazı ekonomi politikalarını da eleştirdi; bunların arasında bir Çin devlet şirketinin, Hamburg limanında hisse satın almasına izin verilmesi de vardı.

Bununla birlikte Merz’in Çin’e karşı “şahin” bir politikacı olduğunu söylemek mümkün değil. Partisi CDU, Çin ile yakın ekonomik ilişkilerden yana. Merz’in kendisi, CDU lideri olarak Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi de dahil olmak üzere Çinli yetkililerle birçok kez bir araya geldi.

Merz aynı zamanda, serbest ticarete inanan biri olduğundan Çin’e karşı ekonomik korumacılığı desteklemesi pek olası değil. Ayrıca Merz’in bazı nispeten sert yorumlarının, sadece seçimler yaklaşırken kampanya dönemine göre şekillenmiş olması da muhtemel görünüyor. Neticede, kamuoyu araştırmaları, Almanların yüzde 70’inden fazlasının Çin hakkında olumsuz görüşlere sahip olduğunu gösteriyor. Ancak, yine de Çin, Almanları en kaygılandıran konular arasında yer almıyor.

Sadece CDU’nun kararı değil

CDU’nun bir sonraki koalisyon ortağı da, Almanya’nın yeni hükümetinin Çin’e karşı tutumunu etkileyecek. Seçimlerin sonucuna bakılınca, CDU’nun en olası koalisyon ortağı SPD gibi görünüyor. Bu da Almanya’nın bir başka “Büyük Koalisyon” göreceği anlamına geliyor; malum, Große Koalition, CDU ve SPD’yi içeren ve 2. Dünya Savaşı’ndan beri yaygın olan bir koalisyon hükümeti.

Başta bahsettiğimiz gibi; SPD, Çin’e karşı nispeten destekleyici ve pragmatik bir tutum sergiliyor. Özellikle de, ABD’nin “tahmin edilemez” bir ortak  olması nedeniyle, CDU-SPD koalisyonunun Çin’e karşı dengeleyici bir tutum benimsemesi muhtemel görünüyor.

Ne var ki, Alman savaş gemilerinin Güney Çin Denizi’ne gönderilmesini destekleyen SPD üyesi ve eski Savunma Bakanı Boris Pistorius tarafından temsil edilen şahinleşebilen bir damar da yer alabilir bu koalisyonda. Pistorius, partisinin başarısızlığına rağmen, çıkış anketlerine göre, seçmenlerin en çok şansölye olarak görmek istedikleri siyasetçi idi.

Yeşillerin hükümette yer alması ise, artık oldukça düşük bir ihtimal. Bilindiği gibi Yeşiller, Almanya’da Meclis’te temsil edilen partiler arasında Çin’e karşı en şüpheci yaklaşımı olan. Yeşiller’in tutumu, Çin’i “sistemsel bir rakip” olarak adlandırmak ve dahası, Çin’i, Hong Kong, Sincan, Tayvan konusunda sıkıştırmak gibi bir yaklaşımı da var. Yeşiller, Rusya ile olan bağları konusunda da daha çatışmacı bir tutum sergiledi.  Hükümeti devredecek olan koalisyonda Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Yeşil Parti üyesi Annalena Baerbock da, Çin’e karşı en eleştirel yaklaşımı benimseyen hükümet üyesi oldu. Eski koalisyonun diğer ortağı Liberal Özgür Demokrat Parti (FDP), baraj altı kalarak parlamentoya veda etti. Yeşiller gibi FDP de, Çin’e karşı daha eleştirel bir yaklaşıma sahip ve üstüne üstlük, Tayvan ile daha yakın ekonomik bağlar kurulmasını da destekliyor. Koalisyonda, gerek Yeşiller gerekse de FDP’nin yer almaması, Çin’e karşı muhalif tutumun da yeni hükümette pek temsiliyet bulmayacağını düşündürüyor.

Çin’e yönelik en sürpriz tutum AfD’de

Bu seçimde rekor oy oranı elde eden sağcı popülist parti olan Almanya İçin Alternatif (AfD), Çin’e karşı tutumu açısından belki de en ilginç olanı. AfD’nin eş lideri ve aynı zamanda bu seçimdeki şansölye adayı olan Alice Weidel’in Çin’e karşı ilgisi oldukça derin kişisel köklere sahip. Weidel, Çince konuşuyor, 2000’lerde altı yıl Çin’de yaşayarak ülkenin başlıca finans kuruluşu Bank of China’da çalıştı. Sonrasında da, Çin emeklilik sisteminin geleceği hakkında bir doktora tezi yazdı.

Weidel, Çin ve Çin’de yaşadığı dönem hakkında çok az konuştu. Bu nedenle de,  ülkeye dair görüşleri ve Çin politikası büyük ölçüde bir gizemini koruyor. Ne var ki, Almanya’nın tabloid gazetesi Bild’de yayınlanan bir haberde, 2019’dan 2024’e kadar Çin’in Almanya büyükelçisi olan Wu Ken ile sık sık görüştüğü bildirildi.

Weidel’ın ötesinde, bazı AfD politikacıları da çok daha açık biçimde Çin yanlısı. Bu siyasetçilerin başını, Çin Halk Cumhuriyeti’nin 70. yıl dönümünü kutlayan, “Tayvan’ın Çin’in bir parçası olduğunu” savunan ve “Tibet”, insan hakları ve ekonomi konusunda Çin’İn politikalarını desteklediğini söyleyen Maximilian Krah.

Krah, ayrıca Rusya’ya dostane ve Trump öncesi Amerika Birleşik Devletleri’ne de eleştirel tutumdaydı. Şimdi, sadece Krah değil, AfD’nin genelinin bu gibi tutumlarını parlamentoda daha rahat ve keskin biçimde sergileyeceğini öngörebiliriz.

Krah’ın kendisi, 2024’te AfD’nin başlıca adayı olarak Avrupa Parlamentosu’na üye oldu; ancak, Nazi Almanyası’nın Holokost’da aktif rol üstlenen paramiliter grubu SS’nin tüm üyelerinin suçlu olmadığını iddia ettikten sonra AfD’nin parlamento grubuna dahil edilmedi. Ve AfD’nin, Avrupa parlamentosu içi sağcı bir gruptan atılmasına yol açtı. Alman polisi ayrıca, Krah’ın Çin için casusluk yapan Çin kökenli bir kişiyi danışman olarak işe aldığını da iddia etti. Her halükârda Krah, bu parlamento seçimlerinde AfD’nin adayı olarak yer aldı ve Bundestag’ın üyesi olacak.

Krah’ın ve Weidel’ın dış politika çizgilerinin AfD’nin geneli için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Parti geneli, Çin’e karşı giderek daha dostça davranıyor. Parti, Rusya’ya karşı uzlaşmacı ve dostça tutumunu zaten açıkça ortaya koyuyor. Eski koalisyonun Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’u da, Tayvan konusunda ve ekonomik alanlarda Çin’i “kışkırtmakla” sık sık eleştirmişti.

AfD seçim bildirgesinde de, Çin ile daha yakın ekonomik, bilimsel ve kültürel ilişkiler çağrısında bulundu. Bildirge ayrıca, Almanya’yı Çin’in “Kuşak ve Yol Girişimi”ne katılmaya çağırdı. Buna karşılık AfD, Çinli şirketlerin Almanya’nın dijital altyapısının geliştirilmesinde rol almasına ilişkin kısıtlamaları destekliyor ve ayrıca Çin’e yapılan tüm kalkınma yardımlarını durdurmak istiyor. Almanya’nın aşırı sağa karşı Brandmauer, yani güvenlik duvarı nedeniyle, AfD’nin şu anda hükümete girme şansı yok. Ancak bu seçimlerin sonucunda kurulacak koalisyon, başarılı olamazsa, bir sonraki sandıkta tek başına AfD iktidarı bile çıkabilir.

Die Linke de Çin’e soğuk değil

Sol parti Die Linke’nin sürpriz bir çıkış yaşadığından bahsetmiştik. Parti, 1949’dan 1989’da Doğu Almanya’nın dağılmasına kadar Doğu Almanya’yı yöneten komünist parti olan Sosyalist Birlik Partisi’nin, iki Almanya’nın birleşmesi sonucu demokratik olarak devamı olarak doğdu. Parti artık Marksist-Leninist olmasa da, hâlâ demokratik sosyalizmi benimsiyor.

Die Linke, sadece birkaç ay öncesine kadar yüzde 5’lik barajı geçemeyecek gibi duruyordu. Ancak, partinin eş lideri Heidi Reichinnek’in, AfD’yi eleştiren ateşli açıklamalarının TikTok’ta viral olması ve 30 milyon görüntülenmeye ulaşması sonucu, Die Linke son anda hızlı bir yükseliş gösterdi. Parti, sadece Berlin’i kazanmakla kalmadı; aynı zamanda 18-24 yaş arası seçmenler arasında da en çok oy alan parti oldu. Fakat gençler arasında bir cinsiyet ayrımının yaşandığına da dikkat çekelim; genç kadınlar kitlesel olarak Die Linke’ye oy verirken, göç ve “kadın haklarına çok fazla odaklanma” gibi konulardan hoşnut olmayan genç erkekler AfD’ye daha fazla oy verdiler.

Die Linke, seçim sürecinde Çin hakkında fazla görüş ifade etmedi. Rusya ve Ukrayna arasında barış müzakerelerinin başlatılması için Avrupa Birliği, Çin ve Brezilya’nın ortak girişimini destekliyor. Antimilitarist bir parti olarak da, hem NATO’ya hem de askeri güç kullanarak Ukrayna Savaşı’nı başlatan Rusya’ya eleştirel yaklaşıyor.

Die Linke’den ayrılarak göç karşıtlığı da dahil olmak üzere muhafazakâr değerlere sahip, daha şahin politikalar benimseyen bir sol parti kuran Sahra Wagenknecht’in liderliğindeki “Sahra Wagenknecht İttifakı” (BSW) ise, parlamentoda sandalye kazanamadı. BSW, Çin ile daha yakın ilişkileri desteklerken, Wagenknecht ve Sevim Dağdelen gibi bu hareketten politikacılar, Çin’e karşı sert politikaları eleştiriyor.