CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 5 Mart 2025 tarihinde, Belçika’nın başkenti Brüksel’de Avrupa Parlamentosu Sosyalistler ve Demokratlar Grubu Toplantısı’na katıldı.

Kurucu ilkeler

Benim anlamakta güçlük çektiğim konu, siyasi tartışmalarda kurucu ilkelere sık sık referans veren kesimlerin Anayasamızın ikinci maddesinde ifadesini bulan Cumhuriyetin dört temel niteliğine daha az referans vermeleri

ESER KARAKAŞ

06.03.2025

“Kurucu ilkeler” ifadesi CHP’den, İYİ Parti ve MHP’li çevrelerden ve doğrudan siyaset dışı kimi çevrelerden çok sık duyduğumuz bir ifade; doğrudan siyaset dışı çevreler kavramını çok detaylandırmıyorum, bu çerçeveye muvazzaf ve emekli kimi subaylar, bazı öğretim üyeleri, bazı gazeteciler ve başkaları rahat rahat giriyorlar ama bu kesimlerle de sınırlı değil asla.

Yazıya başlarken bu “kurucu ilkeler” kavramı konusunda kendi pozisyonumu da açıklamak istiyorum: Gazeteci Ertuğrul Özkök’ün bir ifadesi, “yaşam tarzım en büyük ideolojimdir” ifadesi aklımda olumlu anlamda kalmış nedense, katılıyorum, benim de “kurucu ilkeler” kavramı ile en genel çerçevesi ile hiçbir sorunum yok ama anlamakta, netleştirmekte zorlandığım bir çerçevesinin de olduğunu itiraf etmek zorundayım.

En büyük sorun, belirsizlik; kurucu ilkelerin üzerinde bilimsel anlamda bir mutabakatın olmayışı.

Bu kurucu ilkeler ifadesini çok sık duyduğumuz için ben de bir internet araştırması yaptım, resmî sitelerden alıntılar yaptım ve bir çerçeve oluşturmaya gayret ettim.

Kurucu ilkeler Atatürk’ün temel ilkeler (Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik, Halkçılık ve Devrimcilik) ve bütünleyici ilkeler diye tanımladığı ilkeler bütününden oluşuyor.

Tamamlayıcı ilkeler ise şunlar: Milli Egemenlik, Tam Milli Bağımsızlık, Milli Birlik ve Beraberlik, Yurtta Barış Dünyada Barış, Çağdaşlaşma, Bilimsellik ve Akılcılık, İnsan ve İnsanlık Sevgisi.

Genel çerçeve Cumhuriyetimizin kuruluş yılları için gerçekten çok hoş bir çerçeve.

Bir taraftan da yürürlükteki Anayasamızın ikinci maddesinde ifadesini bulan Cumhuriyetin temel nitelikleri var: Demokrasi, Laiklik, Hukuk Devleti ve Sosyal Devlet.

Benim anlamakta güçlük çektiğim konu, siyasi tartışmalarda kurucu ilkelere sık sık referans veren kesimlerin Anayasamızın ikinci maddesinde ifadesini bulan Cumhuriyetin bu dört temel niteliğine daha az referans vermeleri.

Bu satırların yazarı şöyle düşünüyor: “Bir Türkiye hayal edin, Anayasamızın ikinci maddesinde yazılı Demokrasi ilkesi eksiksiz bir biçimde, yerel renklerle bezenmeden, Batı medeniyeti standartlarında; Laiklik ilkesi ilkokuldan beri duyduğumuz ama benim çok sonraları “bu tanım galiba en doğrusu” dediğim “Din ve devletin tam ayrışması” tanımı çerçevesinde işliyor yani herhangi bir inanca yönelik hizmetleri genel bütçeden finanse etmediğimiz bir çerçeve (Diyanet İşleri Başkanlığı!); Hukuk Devleti niteliği Venedik Komisyonunun tanımladığı çerçevede yapılanıyor (Venedik Komisyonu Hukuk Devleti Kontrol Listesi, 2016)  ve Sosyal Devlet sadece nitelik ve nicelik açısından zengin kamu hizmetlerinden oluşuyor.

Bu Türkiye mükemmel bir Türkiye çerçevesi oluşturmak için yeterli değil midir sizce?

Siyasi tartışmalarda bu ikinci maddeye bu içeriğiyle sahip çıkmak yerine hep kurucu ilkeleri gündeme getirmenin bir sakıncası var mıdır?

Bence de genel çerçevesi itibariyle bir sakınca pek yok ama kurucu ilkeler arasında kanımca belirsizlikler içeren kavramlar da yok değil, örnek vereceğim.

Mesela, kurucu ilkelerin tamamlayıcı ilkeleri arasında “Milli ve tam bağımsızlık” ilkesi var ve şöyle tanımlanıyor: “Tam bağımsızlık denildiğinde elbette siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her hususta bağımsızlık ve tam seferberlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet millet ve memleketin gerçek anlamıyla bağımsızlıktan mahrumiyeti demektir (Mustafa Kemal ATATÜRK, 1921). Türkiye devletinin bağımsızlığı mukaddestir. O ebediyen sağlanmış ve korunmuş olmalıdır (Mustafa Kemal ATATÜRK, 1923).”

Atatürk’ün 1921 ve 1923’te yaptığı konuşmalardan yapılan bu alıntılar günümüzde resmî metinlerde kurucu ilkeler arasında sayılıyor.

Atatürk’ün bu ilkeleri belirlediği döneme ilişkin yorum yapmak tarihçi olmadığım için muhtemelen pek haddim değil, o tarihler için çok önemli açıklamalar ama bu tanımları bugün kurucu ilkelere sadakat bağlamında benimsediğimiz zaman aklıma bazı sorular da gelmiyor değil.

Mesela, “adli tam bağımsızlık” ilkesi: Türkiye’nin kendi siyasi iradesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) yargı yetkisini kabulü adli tam bağımsızlık ilkesine aykırı mıdır?

Türkiye’nin en yüksek yargı organlarının kararlarını vatandaşlar AİHM’e taşıyorlar, AİHM’de de içinde Türkiye’den gelen hâkimin de bulunduğu yedi hakim bir seksiyonda bu başvuruları karara bağlıyor ve maalesef özellikle son senelerde bu kararlar hep altıya bir Türkiye aleyhine çıkıyor. Türkiye altında imzası bulunan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 46. Maddesine göre kararları uygulamak zorunda.

AİHM’in ihlal kararları sonrası Türkiye başvuruculara tazminat ödüyor ve maalesef bu tazminatlar bu ihlal kararlarına neden olan ulusal mahkemelere rücu edilmiyor da vergi mükellefleri bu yükü üstleniyorlar.

Bu aşamada aklıma takılan soru şu: “Türkiye’nin AİHM’nin yargı yetkisini kabulü tam bağımsızlık (adli bağımsızlık) ilkesine aykırı mıdır?

Şayet bu soruya kurucu ilkeler evet diyorsa bu satırların yazarı kurucu ilkelere hafif bir mesafe koymaya başlıyor demektir.

Gelelim daha da önemli bir konuya, Milli Egemenlik ilkesi.

Yine Mustafa Kemal ATATÜRK’ten alıntılarla tanımlanıyor milli egemenlik:    

Milli Egemenlik

Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu millî egemenliktir. Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir(1923). 
Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin sağlanması, istikrarı ve korunması ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla millî egemenliği sağlamış bulunması ile devamlılık kazanır.
Bundan dolayı; hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir (1923).

Türkiye bugün itibariyle çok gecikmiş de olsa Avrupa Birliği tam üyelik adayıdır, bu satırları yazarken de (5 Mart 2025) CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Avrupa Parlamentosunda konuşmasına kulak veriyorum, Özgür Bey Türkiye’nin tam üyeliğine yönelik çok olumlu, ümit verici bir konuşma yapıyor.

Ancak, biliyoruz ki, akademik bir konu bu, Türkiye’nin AB tam üyeliği kendi siyasi irademizle AB yetkili organlarına kısmî de olsa egemenlik devri anlamına geliyor.

Peki, bu durumda kurucu ilkeler adına ülkemizin AB tam üyeliğine karşı mı çıkacağız?

Çok net ifade ediyorum, AİHM’in yargı yetkisine ve AB tam üyeliğimize karşı ise kurucu ilkeler bu noktada bir sorun var demeden edemiyorum.

Türkiye NATO üyesidir, NATO üyeliği askeri bağımsızlık ilkesine yani kurucu ilkelere aykırı mıdır?

İşte tam da bu nedenlerden vurguyu kurucu ilkelerden ziyade evrensel tanımlar ve kriterlere göre belirlenmiş Cumhuriyetin temel niteliklerine (Anayasa Madde 2, Demokrasi, Laiklik, Hukuk Devleti, Sosyal Devlet) yapmayı tercih ediyorum.

Zor bir konuyu yazdığımı düşünüyorum, umarım meramımı anlatabilmişimdir.