Okumalar, değinmeler
“Oğlanların langırt oynadığı kafenin önünden bakışlarını eğip geçmek” de tanıdık. Bakışlarını sakınarak yaşamak, kısıtlanmak… Sadece 1950’ler 60’lar için söz konusu değil, sokakların erkeklere ait olması halen geçerli bir durum. Gerçi kadın hareketi bu durumu bir ölçüde kırdı ama insan canlısı bazı alışkanlıklarını kolay terketmiyor. Tekamül etmiyor diyebilirim

15.03.2025
Annie Ernaux, Seneler romanında “hatırlamak” kavramına değinerek hafızasını yokluyor:
“Orta üçe kadar okulda öğrendiklerinin dışında, dünyaya dair aklında neler var, ileride tesadüfen bir cümle işittiğinde, “Ben bunu hatırlıyorum,” diyebileceği hangi olaylar ya da hangi üçüncü sayfa haberleri zihninde iz bıraktı?
Fransızların Cezayir’i sömürgeleştirmesi ve orada olup bitenler henüz kızımızın ilgi alanında değil:
“Muhtemelen zihnini meşgul edenler arasında yer almıyordu Cezayir’deki son pusuda hayatını kaybedenler” (…) Hiç kimsenin tam olarak nasıl başladığını bilemediği Cezayir’deki çalkantılarla da iç karartıcı bir hava estirmeye niyetleri yoktu. Lise müfredatında Cezayir’i de okuyan bizler de dahil, herkes üç vilayetiyle birlikte Cezayir’in Fransız olduğunda hemfikirdi; tıpkı sahip olduğumuz toprakların harita üzerinde kıtanın yarısını kapladığı Afrika’nın büyük bölümü gibi.”
Türkiye’nin de Cezayir konusunda sicili kirli. 1955’te Birleşmiş Milletler’ de Cezayir’in bağımsızlığı oylanırken Türkiye olumsuz oy verdi. 1958 oylamasında ise çekimser oy kullandı. Kalbini kırdı Cezayir bağımsızlıkçılarının. Stratejikçiler, “kalp kırmak” ifadesini güce tapan yeryüzü “realitesi” yanında naif bulabilirler. Umurumda değil. Stratejik aklınızı yiyeyim. Geldiğiniz yere bir bakın.
*
“Yaz tatili, uzadıkça uzayan sıkıntı dönemi demekti, günleri doldurmak için yapılan ufak tefek faaliyetler: (…) yoldan geçen arabaların plaka numaralarından hangi ile ait olduğunu bulmaya çalışmak yerel gazeteden göremeyeceği filmlerin, okuyamayacağı kitapların konularını okumak peçetelere nakış işlemek limon dilimleri ya da Eau Précieuse kullanmayı bırakıp siyah noktaları sıkmak şampuan ya da Larousse’un Küçük Klasikler dizisinden bir kitap almak için, oğlanların langırt oynadığı kafenin önünden bakışlarını eğip geçerek şehre inmek”
Yukarıdaki paragraftaki iki cümle tanıdık. Yoldan geçen arabaların plaka numaralarından hangi ile ait olduğunu bulmaya çalışmak, sokakta oynadığımız oyunlardan biriydi.
“oğlanların langırt oynadığı kafenin önünden bakışlarını eğip geçmek” de tanıdık. Bakışlarını sakınarak yaşamak, kısıtlanmak… Sadece 1950’ler 60’lar için sözkonusu değil, sokakların erkeklere ait olması halen geçerli bir durum. Gerçi kadın hareketi bu durumu bir ölçüde kırdı ama insan canlısı bazı alışkanlıklarını kolay terketmiyor. Tekamül etmiyor diyebilirim.
Yaz tatili sonrası yine okul günleri:
“Yazarların hayatla ilgili görüşlerini deftere not ediyor, ışıltılı cümlelerde kendimizi bulmanın mutluluğunu keşfediyorduk, var olmak susamadan kendini içmektir. Bulantı ve saçmalık duygusu çöküyordu üzerimize. Ergenliğin yapış yapış bedeni, varoluşçuluğun ‘fazladan’ varlığıyla tanışıyordu. Ve Tanrı Kadını Yarattı’daki Brigitte Bardot fotoğraflarını yapıştırdığımız sayfaları bir klasöre yerleştiriyor, sıranın ahşabına James Dean’in baş harflerini kazıyorduk.”
Brigitte Bardot bende yok ama bir arkadaşım ona âşıktı. Babası BB’ye âşık oğlunun duygularını aşağılamak için şöyle dedi: “Onu s.çarken gördüğünü düşün.”
Bende B. Bardot’dan ziyade Cherbourg Şemsiyeleri filmi ile (1963/64) Catherine Deneuve var. Sürekli yağmur yağan, ıslak, müzikal bir filmdi. Yine bir tür ayrı düşmüşlük hikâyesiydi. Eski sevgililer yıllar sonra benzincide karşılaşıyorlar. Eski sevgili benzincide pompacı, kadın lüks bir arabadan kocası ile iniyor vs…
Filmi 10 yaşında izledim. Büyük ablam Hukuk Fakültesi son sınıfta idi. Bir talibi vardı. Aile, tanışsınlar diye çıkmalarına izin verdi. Fakat mahalle dediğin bir çeşit MOBESE kamerası olduğu için, beni de yanlarına verdiler. Böylece aile mahalleye karşı “durum bilgimiz dahilinde” mesajı vermiş olunuyor. Filmden tek hatırladığım, sürekli şakır şakır yağmur yağması. Ablam ve talibi yanlış film seçmişler. Olmadı o iş zaten.
*
Ernaux, yaz tatili sonrası yine okul günlerine dair hafızasını dökmeye devam ediyor:
(…) Sagan’dan Günaydın Hüzün ve Freud’dan Cinsellik Teorisi Üzerine Üç Deneme’yi okuyorduk. Arzuların ve yasakların alanı genişledikçe genişliyordu. Günahsız bir dünya ihtimalinin kapısı aralanıyordu. Yetişkinler modern yazarlar yüzünden ahlaktan çıkmakla ve hiçbir şeye saygı duymamakla suçluyordu bizi.”
Günaydın Hüzün romanı “ergenliğin en yetkin anlatımı” olarak tanımlanıyor. (Ergenlik ya da Merhaba Hüzün, Talat Parman, YKY, 2021) Françoise Sagan romanı 17 yaşında annebabasından gizli yazmış. Sagan, Wikipedia cümlesi ile “Havalı burjuva karakterler içeren güçlü romantik eserleriyle tanınmaktadır.”
Ergenliği henüz yaşanamamış cinsellik olarak tanımlarsam, Seneler’in karakterinin Sagan okumasını anlayabilirim. Ki zaten Seneler şöyle devam ediyor:
“(…) Toplumun işkillendiği şeylerin başında cinsellik geliyordu ve herkes her yerde, her şeyde onu görüyordu: açık yakalı elbiselerde, dar eteklerde, kırmızı ojede, siyah iç çamaşırında, bikinide, iki cinsin yan yana gelmesinde, sinema salonlarının loşluğunda, umumi tuvaletlerde, Tarzan’ın kaslarında, derste bir kızın elini saçına götürmesinde (…)
**
Haftaya: Cinsellik yakıcı konu ve Brigitte Bardot