“Geçmişe yeniden bakmak” mı? Peki!

Tamam, silahlara veda edilsin, PKK kendini feshetsin, legal, yasal, demokratik mücadele esas olsun ve devlet de bir parça dünya alemi şaşırtsın, barış ve demokrasiye şans veren icraatlarıyla kendini göstersin… Ama bu yeni duruma “Mustafa Kemal-İsmet İnönü beraberliği Türk-Kürt kardeşliğidir” gibi mesnetsiz gerekçeler icat etmek, zaten bıçak sırtındaki “sürece” katkı mı sunar, zarar mı verir?

CAFER SOLGUN

18.04.2025

Mustafa Kemal’in ölümünün ardından “Milli Şef” ilan edilecek olan “İkinci Adam” İsmet İnönü, 1925’te Şeyh Sait ayaklanması bastırıldıktan sonra, Türk Ocakları’nda yaptığı konuşmada şöyle demişti: “Biz açıkça milliyetçiyiz ve milliyetçilik bizim yegâne birlik unsurumuzdur. Türk ekseriyetinde diğer unsurların hiçbir nüfuzu yoktur. Vazifemiz Türk vatanı içinde Türk olmayanları behemehâl Türk yapmaktır. Türklere ve Türklüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız.”

Başvekil İsmet Paşa, Sivas demiryolunun açılışı dolayısıyla yaptığı konuşmada, “Vazifemiz Türk olmayanları Türk yapmaktır” şeklindeki görüşünü tamamlayan şu açıklamayı yapmıştı: “Sadece Türk milleti bu ülkede etnik ya da ırki birtakım haklar isteyebilir. Başka hiçbir kişinin buna hakkı yoktur.”

İsmet İnönü’nün yakın mesai arkadaşı, dönemin Adalet Bakanı ve yıllarca İstanbul Barosunun adına ödül verdiği Mahmut Esat Bozkurt’a göre Türk olmayanların bir “hakkı” vardı ve o da “Türklere hizmet etme hakkı” idi. Bozkurt’un “veciz” sözlerinden biri, Amerika’da “En iyi kızılderili, ölü kızılderilidir” diyen Beyaz Adamın yaklaşımından esinlenmiş gibidir: “Türkün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir.”

1930’lu yıllarda Mustafa Kemal’in talimatı doğrultusunda ve İnönü’nün de yakın ilgi ve desteğiyle, “kafatası” araştırmaları yapılmış, insanlığın Türk ırkından neşet ettiğini kanıtlamak üzere hummalı çalışmalar yürütülmüştür.

Bazı Kemalist müritlerin “ırkçı” olmadığını savundukları Kemalist milliyetçiliğin, bu zorlama tahrifatla ileri sürülenin aksine en belirgin özelliği, Türklük dışındaki kimlik ve kültürlere karşı asimilasyoncu olmasıdır. Türklük dışındaki bütün kimlikler bu asimilasyon politikasının hedefinde idiler ama nüfus yoğunlukları itibarıyla Kürtler, bu asimilasyon politikasının en büyük mağdurları oldular. Diğer “gayrimüslim azınlıklar” doğrudan mübadele ve etnik temizlik planlarının konusu idiler…

İnönü’nün Şark Islahat Planı

Başkanlığını Başbakan İsmet İnönü’nün yaptığı, yönetim kurulu üyeleri arasında Fevzi Çakmak, Mahmut Esat Bozkurt, Şükrü Kaya gibi isimlerin bulunduğu Şark Islahat Encümeninin, 24 Eylül 1925 tarihinde hazırladığı Şark Islahat Planı diğer kimliklerin yok edilmeye, olmuyorsa asimile etmeye, Türklüğe biat etmeye zorlandığı , tek tip bir toplum “yaratma” projesinin en çarpıcı belgelerinden biridir.

Plana göre, “Kürt seçkinlerinin bir yönetim organı olarak ortaya çıkması” engellenmelidir. “Hükûmetin politikalarını boşa çıkarabileceğine inandığı insanlar” sürgün edilmelidir. “Fırat Nehri’nin doğusundaki illeri, süresiz sıkıyönetim ile yönetilecek olan Genel Müfettişlik adı verilen idari bir alt bölüm altında yeniden birleştirilmelidir.” Türkçe olmayan diller yasaklanmalı, Kürtler “ikinci düzey görevlerde istihdam edilmemelidir.” Kürtlerin başka bölgelere yerleştirilmesi için ihtiyaç duyulan bütçe de bu planda belirlenmiş ve gerekli olan paranın 7 milyon lira olduğu tespiti yapılmıştır.

Mecburi İskân Kanunu

14 Haziran 1934 tarih ve 2510 sayılı Mecburi İskân Kanunu, acımasız asimilasyonist zihniyet ve politikalardaki pervasızlığı gözler önüne seren bir diğer belgedir. Başbakan İsmet İnönü’dür ve İnönü’nün siyaseten sorumlu olmanın ötesinde bir gayretle savunduğu bu ırkçı kanunda, “Türk ırkından olmayan” veya ana dili Türkçe olmayanların durumu “kanunen” netleştirilmiştir! Şöyle ki:

Kanunun 7. maddesi: “Türk ırkından olmayanlar, hükümetten yardım istemeseler bile hükümetin göstereceği yerde yurt tutmağa ve hükümetin izni olmadıkça buralarda kalmağa mecburdurlar.”

Bu da kanunun 11. maddesi: “Ana dili Türkçe olmayanlardan toplu olmak üzere yeniden köy ve mahalle, işçi ve sanatçı kümesi kurulması veya bu gibi kimselerin bir köyü, bir mahalleyi, bir işi veya bir sanatı kendi soydaşlarına inhisar ettirmeleri yasaktır.”

13. madde: “Türk ırkından olmayanların serpiştirme suretiyle köylere ve ayrı mahalle veya küme teşkil etmeyecek şekilde kasaba veya şehirlere iskânları mecburdur.”

Kanunla, “Bütün Hükümet memurları her şeyden önce bu madde hükümlerini yapmağa mecbur” kılınmışlardı…

İnönü’nün Şark Raporu

Dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün Mustafa Kemal’in talimatıyla gerçekleştirdiği “Şark” seyahati ve bu seyahati sonucunda hazırladığı 21 Ağustos 1935 tarihli “Şark Seyahat Raporu” bu dönemin ideolojisine, anlayış ve uygulamalarına ilişkin önemli belgelerden bir diğeridir. İsmet İnönü, söz konusu tarihteki seyahatinde aralarında Elazığ, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Bitlis, Van, Muş, Hakkâri, Kars, Erzurum, Ardahan ve Erzincan’ın da bulunduğu çok sayıda il ve ilçeyi dolaşmış, seyahatini “Şark Seyahat Raporu” adıyla raporlaştırarak Mustafa Kemal ve diğer yöneticilerin bilgisine sunmuştur. Rapor sadece İnönü’nün gözlemlerinden ibaret değildi, aynı zamanda kendince tespit ettiği sorunlara ilişkin “çözüm” önerileri de içeriyordu. Tahmin edileceği üzere bu “çözüm” önerileri hemen hayata geçirilmiştir. Mesela Umum Müfettişliklerin kurulması, Dersim Harekâtı ve diğerleri…

Rapor, Saygı Öztürk tarafından 2007 yılında İsmet Paşa’nın Kürt Raporu adı altında yayına hazırlandı ve basıldı. İnönü’nün imzasını taşıyan raporda altını çizdiğim cümleler, hem Kürt sorununa yol açan ortam ve koşulların anlaşılması ve hem de o günden bugünlere kanlı bir yolculuk sonucunda varmış olduğumuz noktanın mukayese edilebilmesi açısından önemli.

– Iğdır’da Kürtlerin yerinden oynatılmasına ne lüzum, ne imkân vardır.

– Van ve Erzincan’da acele olarak, Muş Ovası’nda tedricen ve Elazığ Ovası’nda kuvvetli Türk kitleleri vücuda getirmek zorundayız.

– Türklerle Kürtler aynı okulda okumalıdır. Bu Kürtleri Türkleştirmek için etkili olacaktır.

– Diyarbakır, kuvvetli Türklük merkezi olmak için tedbirlerimizi kolaylıkla işletebileceğimiz bir olgunluktadır.

– (Mardin’de) Düşman unsurlar içinde Nasturiler, Ermeniler ve Çerkezler teşkilatı nihayet pasif ve tesadüfi mahiyettedir. Tecavüzi olan teşkilat, Kürt reisleri ve adamlarıdır. Fransız istihbarat zabitleri her istedikleri anda Kürt reislerini çeteler halinde memleketimize saldırtmağa muktedirdirler. (…) Mardin 260 bin nüfusludur ve hemen hiç Türk yoktur. Çoğu Kürt olmak üzere mühim miktarda Arap ve daha seyrek olarak Gildiri (Keldani) gibi Hıristiyan vardır. (…) Mardin vilayetinden çıkarılacak Hıristiyan ve Arapların yerlerini Kürtler derhal dolduracaklardır. Bu hal bizim için pek zararlıdır.

– Siirt Türklüğe hevesli bir Arap şehridir. Hükümete yakın itaatkâr halkı vardır. Havası gayet iyi olan Siirt susuz, pis bir trahom merkezidir. Siirt vilayetinde başlıca kuvvetimiz; idare merkezlerimiz, memurlarımız ve zabitlerimizdir. İdare merkezlerimiz çok kuvvetli olmalı. İcabında konulup kaldırılmak üzere özel adliye rejimi kurulmalıdır.

– Bitlis, Hizan ve Mutki arasında suni olarak daima devlet kuvveti ile vücuda getirilmiş bir Türk merkezidir. Bitlis olmasaydı bizim onu yaratmamız gerekecekti.

– Muş Ovası uzun süre boş kalmayacak, herhalde Kürtler yavaş yavaş dolduracaklardır.

– Van halkı derlemedir. Bütün halkın ümidi devletin göstereceği ilgidedir. Sağlam bünyeli şarkta Cumhuriyetin çok önemli bir temeli olacaktır. Böyle bir temel Türk hakimiyeti için her bakımdan lazımdır.

– Malazgirt kadar bitkin ve fena bir yer güçlükle tasavvur edilebilir. Halbuki buranın, yeni temiz bir Türk şehri Türk merkezi olarak kurulması bizim için pek kıymetli olacaktır.

– Kürtleri verimli topraklardan nereye göndereceğiz? Hudut üzerinde bulunan yerleri derhal Kürtlerle dolacak. Ağrı’dan geçici olarak gelen Kürtleri de bir yere gönderemeyiz. Sükûnet bulmuş olmaları bile kafi bir kârdır.

– Erzurum’un kalkınmasını az senelerde temin edebilirsek, şimalde hududa karşı ve içeride Kürtlüğe karşı sağlam bir Türk merkezini yeniden kurmuş oluruz.

– Az zamanda Erzincan’ın Kürt merkezi olması ile asıl korkunç Kürdistan’ın meydana gelmesinden ciddi olarak kaygılanmak yerindedir.

– Dersim’in ıslahına bir program halinde tevessül edeceğiz. Program, hazırlık, silahtan tecrit ve icap ederse iskân safhalarını ihtiva edecektir. (Daha öncesinde “Dersim Vilayeti’nin teşkili ile askeri bir idare kurulması” ve bir “Genel İnspektörlük” kurulması gereğinden bahsediyor. -BN)

– Türkler ve Kürtleri ayrı ayrı okutmakta yarar yoktur. İlk tahsili birlikte yapmalılar. Bu, Kürtleri Türkleştirmek için etkili olacaktır.

Malum; İsmet İnönü’nün raporunun ardından öncelikle “Dersim” konusu gündeme alındı. Aynı yıl (1935) kabul edilen “Tunçeli Kanunu” ile Dersim’in adı “Tunçeli” yapıldı. Görevi Dersim meselesini halletmek olan 4. Umum Müfettişlik kuruldu ve başına da “koloni valisi” yetkileriyle donatılmış olarak Mustafa Kemal’in çok güvendiği isimlerden biri olan Korgeneral Abdullah Alpdoğan getirildi. Sonrası, kırım, katliam, sürgün…

Kürtçe isimler yasak

1925 Şeyh Said ayaklanmasının bastırılmasının ardından bölgedeki birçok yerleşim biriminin adı değiştirildi. 1934-36 yılları arasında 834 Kürt köyüne Türkçe isimler verildi. Dersim katliamının ardından genelge ve valilik kararlarıyla isim değişikliği uygulamaları devam etti. Ermenice, Lazca, Gürcüce, Çerkezce gibi başka dillere yönelik olarak da uygulanan isim değişikliklerinin asıl hedefi, Kürtçe isimler idi.

***

Dahası da var, ama bu kadarı da İsmet İnönü’nün Kürt meselesiyle ilgili pozisyonunu anlamak, hatırlamak bakımından yeterli olsa gerek. Geçerken belirtmek isterim, bu yazıda yer alan bilgiler ve dahası, cumhuriyetin “öteki” tarihini ele aldığım, yayına hazırladığım çalışmamda belgeleriyle birlikte yer alacak…

Şimdi, “Emperyalizm ve yerli-milli-bağımsız olmak konusunda geçen hafta konuya yaptığın girişin devamını bekliyorduk? Nereden çıktı İsmet İnönü üzerine yazmak?” diye sorması muhtemel dikkatli okurlara cevabım olsun: O konuya devam edeceğim elbette ama işte haftada bir yazmanın böyle handikapları var. İnönü mevzusunu ise durduk yere ben gündeme getirmiş değilim. Pervin Buldan aşağıda alıntıladığım konuşmayı yaptığı ve Atatürk-İnönü birlikteliğini “anlamadığımızı” söylediği, ben de hasbelkader yakın tarihle ilgili kendimi “bilgili” biri sandığım için bu haftaki yazımın konusu oldu.

Pervin Buldan’a göre Öcalan diyor ki…

“DEM Parti Van Milletvekili ve İmralı Heyeti üyesi Pervin Buldan, İtalya’nın başkenti Roma’da ‘Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm Uluslararası Konferansı’nda yaptığı konuşmada, İmralı’da Abdullah Öcalan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve devletin ilgili kurum ve temsilcileri ile yaptıkları görüşmelere yönelik önemli açıklamalar yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Öcalan’ın önerisi ile görüştüklerini belirten Buldan, Öcalan’ın silahların bırakılmasına yönelik kararlılığını, ‘Bunun için ben çok düşündüm, kararımı verdim, barışmaktan başka; silahlara veda etmekten başka bir çözümün olmadığı kanaatine vardım. Şimdi sıra silahlara vedada ve barışta’ sözleri ile ifade etti. (…) Buldan’ın konuşmalarındaki satır başları şöyle:

“Atatürk döneminden özellikle, Atatürk’ün Kürtlere nasıl yaklaştığını, İsmet İnönü’yü yanında tutarak bunu nasıl başardığını ifade eden bir değerlendirme yaptı. ‘Ancak şu andaki mevcut durum o 50 yıl önce Atatürk’le İsmet İnönü’nün birlikteliğini anlamayan bir yerden sürece bakıyor’ dedi. ‘Dolayısıyla Kürtlerin ve Türklerin bir araya gelebilmesi için, Kürt ve Türk ittifakının gerçekleşebilmesi için herkesin geçmişi bir kez daha gözden geçirmesine ihtiyaç var. Bunun için ben çok düşündüm, kararımı verdim, barışmaktan başka; silahlara veda etmekten başka bir çözümün olmadığı kanaatine vardım. Şimdi sıra silahlara vedada ve barışta.” (Kaynak: https://t24.com.tr/haber/ocalan-herkesin-gecmisi-bir-kez-daha-gozden-gecirmesine-ihtiyac-var-simdi-sira-silahlara-vedada-ve-barista,1232410 )

Sayın Pervin Buldan, İmralı Heyetinin en “kıdemli” üyesi ve Öcalan’ın görüşü olarak aktardığı sözleri Öcalan’ın gerçekten söyleyip söylemediğinden kuşku duymak yersiz olur. “Geçmişi bir kez daha gözden geçirmek lazım” lafını dikkate alıp zaten epeydir üzerinde çalıştığım o geçmişin İsmet İnönü ile ilgili kısımlarını gözden geçirdim ben de.

İnönü’nün Kürt “kökenli” olduğunu duymuştum tabii, Türk oğlu Türk olduğu da söyleniyor. Ancak tarihe mal olmuş bir şahsiyetin etnik kökeninden ziyade onu tarihe mal eden faaliyetleri, icraatları önemlidir.

Hani yıllardır ensemizde boza pişirircesine derler ya, “Kürtler ne istiyor da olamıyorlar bu ülkede? Cumhurbaşkanı bile oluyorlar, daha ne istiyorsunuz!” Kürtlerin her şey olduğu doğru; sadece Kürt olamıyorlar ama! İsmet İnönü eğer “Kürt kökenli” ise, biraz zorlarsak olsa olsa bu duruma örnek olabilir.

Kişiliğinden bağımsız olarak söylüyorum; İnönü’yü Türk-Kürt kardeşliğine örnek göstermek, Mustafa Kemal ile İsmet İnönü’yü mezarlarında ters döndürecek kadar bir olmayacak iddiadır. Nedenlerini yukarıda izah etmeye çalıştım.

Siyasi hayatı, başka faaliyetleri bir yana Kürtleri asmaktan, kesmekten, asimile etmekten ibaret bir şahsiyet Kürt olsa ne olur olmasa ne olur? (Bu durumun onun kişisel irade ve tercihi değil dönemin egemen devlet aklının gereği olduğunu da unutmadan…)

Tamam, silahlara veda edilsin, PKK kendini feshetsin, legal, yasal, demokratik mücadele esas olsun ve devlet de bir parça dünya alemi şaşırtsın, barış ve demokrasiye şans veren icraatlarıyla kendini göstersin… Ama bu yeni duruma “Mustafa Kemal-İsmet İnönü beraberliği Türk-Kürt kardeşliğidir” gibi mesnetsiz gerekçeler icat etmek, zaten bıçak sırtındaki “sürece” katkı mı sunar, zarar mı verir? Ben de bunu düşünüyorum bu ara…

— Sırrı Süreyya Önder, her kesimin saygı ve sempatisini kazanmış ender siyasetçilerden. Geçirdiği kalp krizi nedeniyle yoğun bakımda. Bir an önce sağlığına kavuşması, kaldığı yerden mesaisini sürdürebilmesi, ailesi ve sevenlerine kavuşabilmesi temennisiyle, şifa diliyorum.