Okumalar, değinmeler
“1950’ler, yoksulluktan söz etmenin çok kolay olmadığı bir dönem. Bu, anti-komünizmin, siyaseti ve fikir hayatını çok ciddi bir biçimde etkilediği, Lenin’e benzetilen resimler, orak çekice benzetilen şekiller gibi, ‘sefalet edebiyatı yapmak’ suçlamasının suçlananlar için ciddi sonuçlara yol açabileceği bir dönem.”

03.05.2025
Bir önceki yazının son cümlesi şuydu : “Haftaya, Nurdan Gürbilek, Kemalettin Tuğcu, Orhan Kemal, çocukluğumun hafızası… Ortaya karışık devam edeceğim.”
Sözümde duracağım. Fakat önce 1956 yılında yapılmış söyleşileri derleyen Yoksul Evler adlı bir kitaptan söz edeceğim. Daha doğrusu Sırma Köksal’ın K24kitap.org adresinde yeralan, “Yoksul Evler” adlı kitaba dair yazısından alıntı yapacağım :
“Kor Kitap’ın Yoksul Evler adıyla yayımladığı kitap, Orhan Kemal, Oktay Rıfat, Melih Cevdet Anday, İsmet Yenisey ve Remzi Tozanoğlu’nun 1956 yılında yaptığı röportajlardan oluşuyor. Başta bulunan Demokrat Parti yoksulluğun adının anılmasını bile komünizm propagandası olarak yorumlayabileceği için Akşam gazetesinde bu adla değil de, “Çok Çocuklu Aileler” adıyla yayımlanıyor.
(…) Yoksul Evler, 1956 yılında, yayla gibi Amerikan arabalarının şenlendirdiği yeni açılan bulvarların, hâlâ şapkayla çıkıldığı söylenen Beyoğlu’nun, sahipleri düşkünleşince satılmış köşk bahçelerine zarif villaların kondurulduğu Kadıköy yakasının, baharlarda erguvanlara bakılmaya gidilen Boğaziçi’nin ardındaki İstanbul’u anlatıyor.” (Yoksul Evler, Derleyen: Turgut Çeviker, Kor Kitap, 2023)[1]
Kitabın girişinde Ayşe Buğra’nın kitabı ve dönemi anlaşılır kılan kıymetli bir ön yazısı var. (Bu vesile ile Ayşe Buğra Hanımefendi ve Osman Kavala Beyefendi’ye saygı, sevgi ile selam ederim.) Tadımlık alıntılıyorum:
“1950’ler, yoksulluktan söz etmenin çok kolay olmadığı bir dönem. Bu, anti-komünizmin, siyaseti ve fikir hayatını çok ciddi bir biçimde etkilediği, Lenin’e benzetilen resimler, orak çekice benzetilen şekiller gibi, “sefalet edebiyatı yapmak” suçlamasının da suçlananlar için ciddi sonuçlara yol açabileceği bir dönem.”
Ve bir detay:
“ … hastalıkla yoksulluğun özdeşleşmişliğinin başka bir tezahürünü, yoksulların yoksul olmayanlarda uyandırdıkları hastalık korkusunu da görüyoruz. Oktay Rifat’ın anlattığı, Mahmutpaşa’da Çorapçı Hanı’nda bobin sararak yedi nüfusa bakan on dört yaşındaki Fethiye Savga’nın hikâyesinde, bütün bu unsurları bulabiliyoruz. Hikâyenin en çarpıcı yanı, Fethiye’nin solgun yüzünün, veremli olabileceğini düşündürmesi üzerine, hastaneden sağlam raporu getirinceye kadar işten uzaklaştırılması ve kızın tedavi olmak için değil de bulaşıcı bir hastalığı olmadığını ispat etmek için hastane kapılarında sürünmesi. Burada, yoksulun toplumdaki yerinin son derece gerçekçi, gerçekçi olduğu ölçüde de çarpıcı bir anlatımını buluyoruz.”
Gazeteci-yazarlar ve edebiyatçıların katkıları
Ayşe Buğra, sadece istatistiksel bilgiler aracılığıyla yoksulluğu tanımlayan yaklaşımların, yoksulların görünmezliklerine, seslerinin duyulmazlığına çare olmadığını söylüyor ve ekliyor: “Pek çok başka ülkede olduğu gibi Türkiye’de de bu yaklaşımla üretilmiş çalışmaların boşluğunu gazeteci-yazarlar ve edebiyatçıların katkılarıyla doldurmak mümkün olabiliyor.”
Benzer bir yaklaşımı İlhan Tekeli’de görmüştüm. Şunları söylüyor/ yazıyordu:
“Yoksulluk son yıllarda hemen, hemen tüm uluslar arası kuruluşların gündeminde yer alıyor. Bir çok araştırma yapılıyor. Yoksulların miktarının nasıl ölçüleceği konusunda yöntemler geliştiriliyor. Çarpıcı miktarlarda yoksul bulunduğu hesaplanıyor. Yoksulların yaşam stratejileri araştırılıyor. Varlıklarını nasıl sürdürebildikleri ortaya konuluyor.
(…) Bütün bu gelişmelere karşın yoksulluk konusunda söylenenler, uluslararası kuruluşların gündemindeki müzakereler, yapılan araştırmalar sonrasında çözümler konusunda oluşan söylem, söylenenle yapılan arasındaki farklılık, başka bir deyişle samimiyetsizlik, bende sürekli bir huzursuzluk yaratıyor.” (Yoksulluğu Düşünme Biçimimiz Samimiyet Sınavını Geçebilir mi? İlhan TEKELİ)[2]
*
Artık Nurdan Gürbilek’in, o yılların “göz yaşartan ışığı” Kemalettin Tuğcu’nun örüntülerini çözen metnine dönebiliriz. Zamanı geldi:
“Tuğcu hikâyesinin görmüş geçirmiş ustaların, namuslu insanların oturduğu eski mahallenin methiyesi olduğuna bakmayın. Mahallenin apartmanların gölgesinde kaldığı, gecekonduların şehri kuşatmaya başladığı, yoksul çocukların iyi kalpli ustaların yanında değil, ‘el kapısı’nda çalışmaya başladığı yıllar bu yıllar. (…) Sadece merhamet duygusuna değil, insanın ayağının altındaki toprağın her an çekilebileceği endişesine, şehirde kol gezen yoksullaşma korkusuna da seslendiği için orta sınıf okurunu kolayca yakalayabilmiştir Tuğcu.” (Sessizin Payı, Metis)
Yukarıdaki “eski mahallenin methiyesi” kelimelerini ben kararttım çünkü tam da orada, mahalle denilen doku’nun daha eski hallerine geçiş imkânı var. Mesela Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul adlı romanından bir geçit var:
(Sofular Mahallesi) “Burası güneşin, ayın bile güzelleştirmekten ümidini kestiği yerdi; geceleyin, karşısına dikilirse ağaç denen güzel şeyden insan bu mahallede korkardı. Esmer evler güneşli günlerde simsiyahtı. (…) Macide deminden beri iftiranın nereden çıktığını düşünmüştü. Senih Efendi erzağını Asmaaltı’nda toptan aldıgı için mahallenin bakkalı onun adı geçtikçe başını sallardı. Bu sallanan kafa, mahallede, Macide’nin aleyhine fena mana alıyordu. Zaten mahalle, güzel Macide’nin orospu olmasını istiyordu.” (Mithat Cemal Kuntay, Üç İstanbul, Oğlak Yayn.)
Fazla alıntı yazıyı bozar, kabul ediyorum. Fakat Kuntay alıntısı için dilimi tutamadım. Gürbilek alıntıları da biraz yer tutacak. Ancak Gürbilek’in düşüncelerinden, ifade edişinden etkileniyorum. Çağrışımlara, düşüncelere sebep oluyor. Mesela “Mahallenin apartmanların gölgesinde kaldığı, gecekonduların şehri kuşatmaya başladığı” ifadesi bana bir şeyler hatırlatıyor.
Hatırladıklarımın biri Keşanlı Ali Destanı’ndan (Haldun Taner) koronun söylediği şarkı: “Sinekli dağ burası. Şehre tepeden bakar. Ama şehir ırakta. Masallardaki kadar.”
Haftaya devam edeyim. Selam sevgi ile
[1] Kitaba ulaşmamı sağlayan Kor Kitap Yayınevi’ne, hayatı kolaylaştıran Kübra Yeter’e, oğul Arev’e, yıllardır göremediğim Turgut Çeviker’e ve emeğine teşekkür ederim, selam ederim.
[2] 8 KASIM DÜNYA ŞEHİRCİLİK GÜNÜ 26. KOLOKYUMU YOKSULLUK, KENT YOKSULLUĞU VE PLANLAMA – TMMOB ŞEHİR PLANCILARI ODASI Ankara, 2002 + Gazi Üniv. Şehir ve Bölge Planlama Bölümü