İşin “Sırrı”
Sırrı Süreyya Önder 12 Eylül’ün “işkence tedrisatından” daha çocukluktan yeni çıkmış, gencecik bir insan olmasına rağmen kendini yeniden nasıl doğurabildiyse, bizler de küllerimizden yeniden doğacağız elbette…

07.05.2025
Sırrı Süreyya Önder’in aramızdan ayrılışı, sanki bizler için de bir dönemi kapattı. 2000’lerin son kalan iyimserliğinin, 2000’lerde kalan son gençliğimizin cenazesini de Sırrı Süreyya’nınki ile beraber kaldırdık sanki… Özellikle de o 2010’lu yıllar, 2013 Gezi Protestoları, 2015 Haziran seçimleri döneminin kavak yelleri gömüldü sanki Sırrı Süreyya ile…
2010’larda, Türkiye “mümkünlerin ülkesiydi”: yanlışlardan doğrulara gidebilmenin, olabileceğinin en iyisine doğru dönüşmenin, kolayca düzeltebilmenin mümkün olabildiği bir ülkeydi. Eksik ve yanlış çoktu; ama her şey de mümkün gibiydi.
Şimdi ise, içinden çıkılmaz cendereler ve imkânsızlıklar arasında sıkışmış gibiyiz.
İmkânsızlar manzumesi içinde, başlarımızda kavak yelleri esemiyor; hayaller kuramıyoruz.
Bu karamsar başlangıçtan sonra, sonda söyleyeceğimi baştan diyeyim: gömdüğümüz yanımızı, yeniden doğuracağız. Sırrı Süreyya Önder 12 Eylül’ün “işkence tedrisatından” daha çocukluktan yeni çıkmış, gencecik bir insan olmasına rağmen kendini yeniden nasıl doğurabildiyse, bizler de küllerimizden yeniden doğacağız elbette…
Türkiye’nin dört bir yanından gençlerin, tüm bu kısıt kapanları içerisinde debelenmekten sıyrılıp, ülkelerinin yeniden “imkânların” ve “mümkünlerin” olabilmesi için yılmadan; gözaltı ve hapis tehdidi altındayken geleceğe sahip çıkarken, bizler yeniden doğmayacak da ne yapacağız?
Sırrı Süreyya Önder’in anma töreni, cenaze günü; belki de siyaset ve ötesinde toplum için bir tefekkür günü olabilecekti. Ancak, o gün de Türkiye’den çalınmış oldu – CHP Genel Başkanı Özgür Özel’e yapılan saldırı, gündeme de tokat gibi indi.
Saldırının planlı olduğu açık; bazı mesajlar verilmeye çalışıldığı da… Bunlardan biri, Özel’in 6 Mayıs’ta TBMM’de grup konuşmasında söylediği gibi, CHP’ye (ve bence CHP’nin aktif tutumuna arka çıkan, destek olan herkese) verilen; “Durun, oturun. Ankara’ya dönün. Ve partinizde oturun,” mesajı.
“Ankara’ya dönmek” önemli metafor; araştırmalardan çalışmalardan gayet iyi biliyoruz ki, kendini başkente kapatan siyasetçi de parti de kaybediyor. Ki buna iktidarın kendisi de dahil – tek istisna MHP; onun da kendini konumlandırdığı algısal konum (“devlet aklı”) farklı.
Bunun ötesinde, saldırganın bir amacı da Özgür Özel’in “dengesini bozmaktı”. Bu dediğimi hem mecazi manada hem de fiziksel anlamda söylüyorum. Özel’in bu saldırı ve ertesinde gelen “geçmiş olsun” telefonu ile alabora olması, dengesini yitirmesi istendi. “Bir tokatla yumuşadı” diye de düşündürülmek istendi. Ancak, öte yandan da Özel’in ilk etapta saldırgan tarafından gerçekten “tokatla yere serilmesi” de amaçlandı.
Bir amaç da Kürt seçmen için önemli olan bir cenaze töreni çerçevesinde, Sırrı Süreyya Önder uğurlanırken; Özgür Özel nezdinde CHP’nin saldırıya uğramasıydı. Hatta, Özel’e saldırı gerçekleşir gerçekleşmez saldırganın yuhalanması bile, sosyal medyada CHP Genel Başkanı’nın yuhalanmasıymış gibi yansıtılmaya çalışıldı. Diğer bir deyişle, saldırının bir amacı da, Kürt kamuoyu ile CHP kamuoyu arasına nifak tohumları sokulması ve bu tabanların birbirlerinden ayrıştırılmasıydı.
Bu amaçların hiçbirine erişilemedi; Kürt kamuoyundaki en büyük endişe, saldırganın kimliğine yönelikti. Bir Kürdün böyle bir saldırıya alet edilmesi, saldırgan olarak kullanılmasını endişesiydi. Kaygının bu olması da aslında CHP’nin Kürtler arasında ne kadar sahiplenmeye, Türkiye’nin demokratik dönüşümünde CHP’nin ne kadar elzem addedilmeye başladığının göstergesi.
Sonuçta, Sırrı Süreyya Önder’in cenazesine büyük bir saygısızlıkla yaratılmaya çalılılan mizansen, Özgür Özel ve CHP’yi, “cenaze sahiplerinden” konumuna getirdi; Önder’in ardından yas tutanlarla iyice bütünleştirdi.
Dahası Özgür Özel, bir tokatla yere serilmedi, CHP’nin geri adım atmak bir yana daha da kararlı biçimde, aktif ve sert muhalefete devam edeceğinin işaretini verdi. Özel’in grup konuşmasındaki şu sözlerine dikkat çekelim:
“‘Artık dönün. Partinizde oturun, planımızı bozmaya, genciyle, yaşlısıyla Türkiye’yi ayağa kaldırmaya hakkınızı aramaya kalkmayın. Biz planı kurduk.’ Bu mektubu yazdılar mı? Yazdılar. Yolladılar mı? Yolladılar. Okuduk mu? Vallahi okuduk. Bir cevabımız olacak mı? Olacak. Yarın akşam Beyazıt Meydanı’ndayız. Cumartesi Van’dayız. 19 Mayıs’ta İzmir’deyiz. Cevabımız budur. Cevabı okudunuz mu? Hadi oradan… Hodri meydan.”
Türkiye’nin “normalleştirilen” anormal şartlarında, bu tip saldırılar, kitleleri sindiren, içe kapatan bir duygu hali yaratırdı. Bu seferse, tam tersi oldu; toplum, sorgulama yoluyla yaratılmaya çalışılan sisli puslu havayı geri püskürttü. Temel amaç toplumu sindirmekti; sinmek yerine saldırının üzerine üzerine gidilmeye başlandı.
Deyim yerindeyse bu saldırı, asıl faillerin ellerinde patladı.
İşin “Sırrı”, belki de; Türkiye siyasi tarihinde hiç yaşanmamış bir şeyin yaşanmaya başlanması: toplum, kendi sebep-sonuç ilişkilerini kendi kuruyor. Algı mühendislikleri ile bile değil; algı müteaahitlikleri kurulan ve toplumu ayrıştıran “istinat duvarları” çöküyor ve farklı kitleler, kendilerine düşündürtülmek istenen gibi değil-kendi muhakemelerini yaparak düşünüyor ve tepki veriyorlar.
Gecikmiş, ama çok da beklenen bir yeni sayfa bu Türkiye tarihinde…
İronik biçimde, tam da Sırrı Süreyya Önder gibi, Türkiye’de demokrasinin alanının daraltılıp yok edilmeye çalışıldığı dönüm noktalarında hapse girip çıkmış birinin cenazesi günü toplumdaki bu değişim iyice açığa çıktı. Bunu daha önce yapabilseydik; 2018-19 döneminde, 21. yüzyılın ikinci çeyreğine ilerlerken yeniden hapse girmezdi Önder… Bugün, en az yüzlerce kişi, “siyasi mahkûm” olarak hapiste olmazdı.
Algı yönetimine karşı kendi muhakemesine yaslanmaya devam ederse Türkiye toplumu; bir daha asla, karanlık saldırıların o sisli puslu havalarına yenilmez, yaratılmaya çalışılan alacakaranlık kuşağında sinmez. O zaman da gerisi gelir zaten; demokrasi de, geri dönüşü olmayacak şekilde geri kazanılır.