Okumalar, değinmeler

Geçmiş yıllara dair incelemeleri aktarmakla bir amacım, emek veren kişilere saygı anlamında, memleket boş değil anlamında. Diğer amacım, yoksulluğun/yokullaştırmanın bence kronik yapısını gösteren tarihsel derinliği görünür kılmak

İLHAMİ ALGÖR

24.05.2025

Gecen haftanın yazısını şöyle bağlamıştık: “Haftaya kutsal ana akışa dönüş ile Ayşe Buğra’nın, Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika adıyla kitaplaştırılmış (İletişim Yayınları) çalışmasına değineceğim.

Netekim kitabın çerçevesi, muhtevası şöyle:

Tek parti döneminin hayırseverlik anlayışı; “yardımı hak eden” ve “etmeyen” yoksullar ayrımı… İkinci Dünya Savaşı sonrasında sosyal politikanın kurumlaşması… 1980 sonrası: Sosyal refah rejiminin çözülüşü; Fakir Fukara Fonu, Yeşil Kart… AKP döneminin muhafazakâr liberalizmi ve hayırseverliğin “dönüşü” (İletişim Yayınları, kitap tanıtım sayfasından)

Turgut Özal’ın “ben zenginleri severim” cümlesini hatırlıyorum. Bu cümleyi aklımda tutarak Ayşe Buğra’nın (kitabın sunuşunda yer alan)  bazı cümlelerini cımbızlayacağım:

“(…) yoksulların varlığı toplumsal varoluşu nasıl etkiler? (…) Kapitalizmin ‘özgürleştirdiği’ emeğe özgü ‘modern yoksulluk’ olgusu, varlığı yoksul olmayanlarda ciddi bir rahatsızlık yaratan bir grup insanın ‘toplumun başına bela olmamasının’ koşullarını aramayı gerektirir. Yoksul olmayanların neredeyse içgüdüsel talebi, bunların göz önünden kaldırılması talebidir. Ama bu yerine getirilemez bir taleptir çünkü bu insanlar sadece toplumsal bir sorun değil, aynı zamanda ‘işgücü’dürler ve ekonominin işlemesi için varlıklarına katlanmak gereklidir.”

(…) Ama bu, hemen hemen her zaman ve her yerde, gergin, korkulu, rahatsız bir beraberliktir ve bu rahatsızlık sosyal politika tartışmaları içinde sürekli ortaya çıkan önemli temalardan biridir.”

Ayşe Buğra, Yoksul Evler adlı kitap[1] için yazdığı önsözde şunları söylüyordu:

“1950’ler, yoksulluktan söz etmenin çok kolay olmadığı bir dönem. Bu, anti-komünizmin, siyaseti ve fikir hayatını çok ciddi bir biçimde etkilediği, Lenin’e benzetilen resimler, orak çekice benzetilen şekiller gibi, “sefalet edebiyatı yapmak” suçlamasının da suçlananlar için ciddi sonuçlara yol açabileceği bir dönem.”

Önsözün bir yerinde Gazeteci-yazarlar ve edebiyatçıların katkılarından söz ediyordu. Sadece istatistiksel bilgiler aracılığıyla yoksulluğu tanımlayan yaklaşımların, yoksulların  görünmezliklerine, seslerinin  duyulmazlığına çare olmadığını söylüyor ve ekliyordu:

“Pek çok başka ülkede olduğu gibi Türkiye’de de bu yaklaşımla üretilmiş çalışmaların boşluğunu gazeteci-yazarlar ve edebiyatçıların katkılarıyla doldurmak mümkün olabiliyor.”

Buradan hareketle edebiyatımız ve yoksulluk başlığına dair birkaç makaleye değineceğim. Ve daha sonra gazeteci-yazarlar, edebiyatçılar’a mizahçıları da ekleyeceğim.

Rifat Ilgaz’In Soluk Soluğa Adlı Eseri̇nde Yoksulluk

Başlık, Doç Dr. Ayşe Ertuş’un[2]  bir makalesine ait. Cımbızlayarak aktarıyorum: “Rıfat Ilgaz, 1940 kuşağının önde gelen sanatçılarındandır. Nâzım Hikmet’in ilk takipçileri kabul edilen 1940 toplumcu gerçekçi kuşak ‘Acılı Kuşak’ olarak da adlandırılmıştır. Bu adlandırmanın bir yakınma içerdiğini düşündüğü için Ilgaz, bu kuşağa ‘Çileli’ kuşak demeyi daha uygun bulur.

(…) Rıfat Ilgaz’ın şiir kitaplarından biri Soluk Soluğa (1962) adını taşır. (…) Şiirlerde yoksulluk; ölüm, çaresizlik, çalışma zorunluluğu ile ele alınır. Bazı şiirlerde ise yoksul insanların bir gün yoksulluklarının son bulacağı umuduyla yoksulluktan kurtulma hayalleri karşımıza çıkmaktadır. Rıfat Ilgaz, yoksulluktan dolayı büyük sıkıntılar çeken insanların halini göz önüne sererken, acı hallerine karamsarlıktan uzak sevecenlik ve umutla bakar.”

“Bir simidi bölüşüp çayla yediğimiz günler olurdu.”

Makale, Aziz Nesin’in Rıfat Ilgaz ile bir anısını aktarıyor. Görünsün, bilinsin istedim, alıntıladım:

“Rıfat Ilgaz’la arkadaşlığımız Cumartesi dergisinde bir dayanışma olarak sürdü. Ilgaz, yedi sayı çıkabilen Cumartesi’nin yazarlarındandı. Çok sıkıntılı günlerimizdi. Bir simidi bölüşüp çayla yediğimiz günler olurdu. Yazdı, havalar sıcaktı. Ama Rıfat Ilgaz kalın paltosunu sırtından hiç çıkarmazdı. Üşüdüğünden değil, eskimiş pantolonunun arkası delinmiş olduğu için.”

 

Soluk Soluğa’da yer alan şiirlerden biri:

“Misafire benziyor yavrucak

İş erken doğmakta değil

Gelmişken yaşamakta

Eziyet bize yaptığı

Hazırlayınca çekip gidecek

Bezini muşambasını

Kolayına ısınmıyor odamız

Buz kesiyor elleri ayakları”

*

1950, 60’lı yıllarda dolaşmamın nedenleri var. Günümüz yoksulluğuna dair verilere kolay ulaşabiliyoruz. Mesela Yoksulluk Halleri adlı derleme kitap. (İletişim Yayınları.)

Türkiye’de yoksulluğun değişen, değişmeyen çehrelerine dair gözlemler içeren bir başka kaynak: Kayıp Halk, Günümüzde Yoksulluk Halleri (Necmi Erdoğan, İletişim Yayınları.)

Geçmiş yıllara dair incelemeleri aktarmakla bir amacım, emek veren kişilere saygı anlamında, memleket boş değil anlamında. Diğer amacım, yoksulluğun/yokullaştırmanın bence kronik yapısını gösteren tarihsel derinliği görünür kılmak.

Haftaya son paragrafın tekrarı ile konuyu teğelleyip devam edeceğim.

Selam sevgiyinen

 

[1] Yoksul Evler, Derleyen: Turgut Çeviker, Kor Kitap, 2023

[2] Doç Dr. Ayşe Ertuş, Hakkari Üniv., Eğitim Fak., Türkçe Eğitimi Anabilim Dalı