Baskı Paketi Geldi, Reformlar Eylül’e Ertelendi
Temel insan hakları, adalet, barış, demokrasi gibi konularda, sadece toplumun hissiyatı belirleyici olamaz, kitle kuyrukçuluğu yapılamaz. Hele ki bugün barış süreci yürüten siyasetçiler tarafından, keskin şekilde kutuplaştırılmış bir toplum söz konusuyken

04.06.2025
10. Baskı Paketi, Ak Parti tarafından TBMM’ye sunuldu, ardından meclis adalet komisyonundan geçti. Dün gece TBMM Genel Kurulu’nda da onaylandı.
Ekim’den bu yana barış sürecini konuşuyor, Türkiye’de reformlar yapılmasını istiyor ve bekliyoruz. Taraflardan biri kendini feshederek silahlarını teslim etmeye başladı, diğeri ise öncelikle infaz düzenlemesi yaparak infaz eşitliğini sağlayacağına, hasta, yaşlı ve çocuklu mahpusların tahliyesine dair kamuoyuna sözler verdi. Tabii tarih muğlaktı.
Barış sürecine en çok emeği geçen isimlerden Devlet Bahçeli, bu adımın bir an önce atılması hususunda ısrar ederek, düzenlemenin bayramdan önce yürürlüğe girmesini istedi. Hatta Ak Parti’nin erteleme emareleri göstermesi üzerine MHP, meclis grup toplantısı yapmama kararı aldı ve sonunda paket meclise sunuldu. Fakat o da ne? O güne dek konuşulanlarla veya MHP’nin hazırladığını öğrendiğimiz taslakla uzaktan yakından ilgisi olmayan bir baskı paketi çıkıverdi karşımıza.
Şimdi buna ne demeli?
Suriye’de işler yolunda
Öte yandan barış sürecinin önemli ayaklarından biri olan Suriye’de işler yolunda gidiyor. Şara’nın, Arap milliyetçiliğini ve tekçiliği bırakıp beş bölgeden oluşacak idarî özerklik planını onaylaması ve ABD’ye verdiği taahhütler üzerine, çeşitli toplantıların yapıldığı, provokatif kışkırtmalar olmadığı sürece her şeyin hale yola sokulduğu anlaşılıyor. İlgili görüşmelerin; ABD, Türkiye, Fransa, Suriye ve SDG arasında geçmiş olması kuvvetle muhtemel. Hatta Öcalan’ın talimat ve yorumlarıyla bu sürece dahil olduğunu ve yön verdiğini dahi öngörebiliriz.
Peki, Suriye’de şimdilik herkesin memnun olması, istediğini alması ve yeniden yapılanmaya, gerek siyasi gerek askerî gerekse de ekonomik olarak katılması, her şeyi çözüyor mu? Barış sadece Kalyon ve Cengiz Holding’in, Suriye’den para kazanmaları mı demek?
Yoksa Türkiye’de hayata geçirilmesi gereken reform süreci, Suriye’de suların durulmasıyla birlikte oluşan rahatlık nedeniyle mi erteleniyor Ak Parti tarafından?
Belki de farklı argümanlar var: Toplum hazır değil, kamuoyu oluşmadı, oy kaybedebiliriz vs. vs.
Tabii kimselerin; temel insan hakları, adalet, barış, demokrasi gibi konularda, sadece toplumun hissiyatı belirleyici olamaz, kitle kuyrukçuluğu yapılamaz, demeye niyeti de yok anlaşılan. Hele ki bugün barış süreci yürüten siyasetçiler tarafından keskin şekilde kutuplaştırılmış, önüne gelene terörist demeye alıştırılmış bir toplum söz konusuyken.
Görüyoruz ki siyasetçiler, geçmişte yapılan yanlışları, bugün kitlelerine açıklayamıyor ve günahların hesabını veremiyor. Bu nedenle de reformları erteliyor. Barışa ilişkin toplumsal bir destek oluşmuyorsa eğer, bu tabloyu biz yarattık demeye kimsenin cüreti yok, yüreği yetmiyor.
Henüz mevcut tablonun nedenlerini dahi dürüstçe konuşamıyorken, reformları nasıl yapacak aynı siyasetçiler?
Tam bu noktada Devlet Bahçeli’nin cüretkârlığını ve DEM Parti’nin kontrollü ısrarını takdir etmek lazım. Nedeni her ne olursa olsun –ki şu ahval ve şeraitte nedenlerden çok pratikler önemlidir– hatta geçmişte dedikleriyle taban tabana zıtlıklar barındırsa da reformlar konusunda ısrarlarını sürdürüyor hem Dem Parti hem de Bahçeli.
Siyasetçiler arasında 10. pakete dair görüşmelerin, tartışmaların halen sürdüğünü duyuyoruz ve fakat devam eden bu süreç, maalesef ki reformların Eylül’e ertelendiği gerçeğini değiştirmiyor. Daha önce kamuoyuna açıkladığımız düzenlemelerin, Eylül ayında yeni kabine ve yeni bakanlar tarafından hayata geçirileceği anlaşılıyor.
Oysa bu ülkede, hiç toplumsal destek aranmadan, çıkarılan kararnamelerle bir gecede her şey değiştirilebiliyor. En basitinden; Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasına ilişkin de bir toplumsal destek bulunmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat tutuklandı.
Kısaca; Suriye’de her şey yolunda diye Türkiye’deki reformların ötelendiği bir süreci barış diye nitelemek, eşyanın doğasına aykırıdır ve kabul edilemez.
Cezasızlık algısı da ne?
10. paket kamuoyuna sunulurken ilk tanıtım cümlesi reform değil de “toplumdaki cezasızlık algısını yok etmenin amaçlandığı” oldu genellikle.
Kısa süre önce, sadece toplumun yüzde 2’sinin desteği olmasına rağmen, sanki ülkede bir zombi köpek salgını varmış, her sokakta köpekler bizi yemek için hazır kıta bekliyormuş, büyük bir kaos yaşanıyormuşçasına algı oluşturularak hayvan katliamı yasası çıkarılmıştı, hatırlarsanız. Sokağa atılan ve yaşam mücadelesi veren köpekler, sanki “The Last of Us”ın entübeleriydi, herkesin gözü önünde katledildiler, işkenceyle öldürüldüler.
“Toplumda var olan cezasızlık algısı” da zombi köpeklere çok benzer bir sürreellik taşıyor. Çünkü toplumda herhangi bir “cezasızlık algısı” yok. Belki de yüzde 2’lik bir kesimde vardır.
Toplumda; zenginlerin, iktidar partilerine yakın isimlerin ve kodamanlar arasında eşi, dostu, akrabası bulunanların, herhangi bir suç işlediklerinde, hatta suç cinayet dahi olsa ceza almadığına, adaletin olmadığına, yargıda bağımsızlığın kalmadığına, rüşvet ve nepotizmin kol gezdiğine, yargının iktidar partilerinin aracı haine geldiğine ilişkin güçlü bir algı var.
Mesela Kerem Kınık’ın kızı gibi iktidara yakın zengin faillerin, asla cezalandırılmadığına inanıyor toplum. Yani toplum, cezasızlıktan şikayetçi değil, işine gelene ceza verip, işine gelmeyeni görmezden gelen adalet sisteminden şikayetçi.
Bu ağır yapısal sorun ve kangren ise öyle infaz değişiklikleriyle düzelecek gibi görünmüyor. İktidara yakın ve arkası sağlam failler, işledikleri ağır suçlardan dolayı cezalandırılmadıktan sonra, onların infazını, yatarını hesaplamaya ne gerek var ki zaten?
Ya da Lütfü Savaş ve ekibi, Hatay Büyükşehir Belediyesi’nde yapmadıkları yolsuzluk, işlemedikleri suç kalmamışken yargılandılar mı? Tabii ki hayır. Hatta bugünlerde onu, kullanışlı aparat olarak sahnelerde görmeye devam ediyoruz. Peki Melih Gökçek, Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde yaptığı yolsuzluklar ve ahlaksızlıklar ayyuka çıkmışken bir gün dahi hapis yattı mı? Yine hayır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yapılan yolsuzluklara bu kadar duyarlı olan adalet sistemimiz, konu Hatay ve Ankara olunca neden yolsuzlukları görmüyor? İşte, toplumdaki algı, tam olarak bu adaletsizlik ve tutarsızlığa dair.
Toplumun çoğunda olmayan bir algı uydurup, sonra da varmışçasına onu baskı yasalarına dayanak kılmak, kesinlikle fantastik bir çalışma.
Reformsuz maddeler
Kürt siyasetiyle yürütülen barış sürecinin ardından hazırlanacak infaz düzenlemesi, açık konuşalım öncelikle siyasi mahpuslar içindi. Kimse bu gerçeğin üzerini örtmeye kalkmasın.
Öcalan ve DEM Parti ile yapılan görüşmeler sonucu gelinen noktada PKK silah bıraktı, kendini feshetti ve Öcalan’dan gelen talimatlara da harfiyen uydu. Fakat Türkiye, infaz düzenlemesi açısından aynı cüreti gösteremedi.
Paketin içeriğinde reform kırıntısı dahi göremedik. E yaşlı ve hasta mahpuslar için maddeler yok mu denebilir, elbette var. Lakin gerek hasta gerekse de yaşlı mahpusların tahliyeleri için infaz hakimlikleri adres gösterilmiş. Hasta veya yaşlı bir mahpusun cezasını konutunda çekmesine karar verecek mercii infaz hakimliği. Ortada mahpuslara verilen bir hak yok, öyle ki infaz hakimlikleri kararlarının siyasi konjonktüre göre değişeceğini, bugün tahliyesine onay verilen mahpusların, yarın “toplum için tehlikeli” şeklinde tanımlanabileceğini söylemek için müneccim olmaya gerek yok. İstediğim zaman çıkarır, istediğim zaman hapsederim mantığı, bir reform olmadığı gibi mahpuslara verilen bir hak hiç değildir.
Pakette ayrıca hamile kadınlar için de benzeri şartlar konulmuş, çocuklu kadınlar görmezden gelinmiş, Covid yasası adaletsizliği komple çıkarılmış, infaz eşitliğinden hiç bahsedilmemiş, ağırlaştırılmış müebbet cezası alanlar ağır hasta da olsalar kaderlerine terk edilmiştir.
“İyileştirme” diye başlayan her maddede, mahpusun “iyi halli” olma kıstası sıkça vurgulanmış ve “iyi hali” belirleyecek kurumların insafına bırakılmıştır yine mahpuslar.
Fakat öte yandan aynı paket kapsamında internet sitelerine, gazetelerine nasıl erişim engeli getirileceğine, bant daraltmanın hangi durumlarda uygulanacağına ve yayınların komple engellenebilme koşullarına ilişkin ince ince düşünüldüğü çok açık.
Mağdur mahpuslar için gösterilmeyen çaba, basın yayın organlarını ve gazetecileri susturmak için harcanmışsa eğer, buna reform paketi demek mümkün mü?
Uzun lafın kısası, cezaevlerindeki siyasi ve adli mahpuslar arasında bir infaz eşitliği sağlanmadıkça, mevcut anayasaya aykırı suç maddeleri ortadan kaldırılmadıkça, yaşlı, hasta, hamile ve çocuklu mahpuslar için ayrımsız samimi düzenlemeler yapılmadıkça, tüm adımlarda, infaz hakimlikleri, adli tıp kurumu veya cezaevi kurullarını mahpuslara karşı bir barikat gibi kullanmaktan vazgeçilmedikçe. Gezi hükümlüleri ve Selahattin Demirtaş serbest bırakılmadıkça süreçten kopuk ve manasız paketlere, reform demeye hiç niyetimiz yok.
İlerleyen süreçlerde TMK’nın kaldırılması, TCK’nın yeniden düzenlenmesi, yeni, sivil ve özgürlükçü bir anayasanın yapılması, meclisin işlevli hale getirilerek denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi öngörülürken kamuoyu tarafından, daha alfabenin “Ak” harfinde takılmak da Türkiye’ye özgü olsa gerek.
Unutulmamalı ki ülkenin ve halkların artık oyalamalara tahammülü kalmadı. Geleceklerinden endişe ediyorlar ve zengin siyasetçiler onlara hiçbir çıkış yolu sunmuyor. Siyasetçilerin sanal tablolarıyla gerçekler arasında uçurumlar var. Şimdi hiç kimse bunları aklından çıkarmamalı ve bu bilinçle adımlar atılmalıdır. Israrcıyız, sabırlıyız, bekliyoruz.