ABD Seçimleri, Albayrak’ın istifası, Kamala Harris
Kendi hazine bakanının istifasıyla “ilgilenmeyen” bir medya, bir başka ülkede yapılan bir seçimle neden bu kadar hemhal olmuştu?
09.11.2020
Televizyonlarımız yine ABD uzmanlarıyla doldu taştı.
Her biri maşallah, Amerikan eyaletlerini neredeyse kılcal damarlarına kadar biliyorlar.
ABD’nin hücrelerini bilen uzmanlarla dolu bu gazete ve televizyonlar, benim bu yazıyı yazdığım saat itibariyle halen Hazine Bakanı Berat Albayrak’ın istifasına ilişkin bir haber yapmamışlardı.
Amerikan eyaletlerindeki en küçük oy farklarına kadar bilen uzmanlar, kendi ülkelerinin hazine ve maliye bakanının istifa edip etmediği konusunda iki kelam edemiyorlardı.
Hâlbuki bırakın Hazine bakanını, ABD’de başkanın danışmanlarının istifası bile ne kadar da geniş yer bulabiliyordu medyamızda…
Neden acaba?
Kendi hazine bakanının istifasıyla “ilgilenmeyen” bir medya, bir başka ülkede yapılan bir seçimle neden bu kadar hemhâl olmuştu?
Çünkü Hazine bakanının istifasını haber yapamamakla, Amerika seçimlerini bu denli kaygılı bir şekilde izlemek, Trump’ın kaybetmesi karşısında aşırı derecede demoralize olmak arasında ciddi bağlantılar var.
Sürekli Türkiye’nin bütçe açığından bahsediliyor ya; asıl büyük açık demokrasi alanındadır bana göre.
Demokrasideki büyük açığın handikapları, ancak dış dünyadaki hassas dengelerle kapatılabiliyor.
Türkiye’de hiçbir savcı Halk Bankası konusunda bir soruşturma yürütemeyeceği için Amerika’da yürütülen “Halkbank” soruşturması hayat memat meselesine dönüşüyor.
Demokrasi açığı nedeniyle oluşan ekonomik açık, dış dengelerdeki en küçük bir değişimi bile muazzam yıkıcı bir gelişmeye dönüştürebiliyor.
Trump’ın “ekonominizi mahvederim” sözü bile ekonomimizi nasıl da mahvetmişti gerçekten.
Şimdi bırakın kuru tehditleri, S-400’ler nedeniyle ciddi yaptırımlar bile söz konusu olabilecek.
Dışarıdaki en küçük bir değişim, ülke içinde pek çok şeyi tuzla buz edebilecek nitelikte.
Çünkü içeride her şey öylesine virane, öylesine eğreti ki…
Merkez bankası başkanı gece yarısı görevden alınıveriyor. Bir önceki söz dinlemedi diye görevden alınmıştı.
Asıl meselenin, Merkez Bankası başkanlarının bu denli kolay görevden alınabilmesi olduğunu; Türkiye’de artık bırakın özerk olanını, kelimenin gerçek anlamında bir kurum bile kalmadığını ve bunları anlatacak bir medyanın da çoktan tarihe karıştığını biliyoruz.
İşte bütün bu nedenlerle, dışarıdan üflendiğinde içeride fırtınalar kopacak bir ülkede yaşıyoruz.
Hâl böyle olmasa, Amerikan seçimleri üzerine gerçekten sağlıklı bir konuşma olabilirdi.
Mesela, 2016 yılında Obama’nın Amerika’yı kocaman bir gemiye benzettiğini, büyük gemilerin dümenlerini birdenbire kıramadıklarını söylediğini hatırlayabilirdik.
Öylesi bir dinginlikte, Kamala Harris’in 2019 yılında yayınlandığı (The Truths We Hold: An American Journey) öz yaşam öyküsü üzerine konuşmak çok daha anlamlı olabilirdi.
Harris’in mahkemede staj yaparken, polisin uyuşturucu operasyonunda yanlışlıkla gözaltına alınan bir kadını serbest bıraktırmak için, mahkeme kalemine yalvarıp yakarması, kalemin hâkimi çağırması ve kadının hafta sonu nezarette kalmaktan kurtulması ne güzel bir hikâyedir.
Harris, bu hikâyeyi hayatının dönüm noktası olarak anlatıyor. Eğer ben önemsiz, sıradan bir stajyer olarak, biraz gayretle bir kadını iki gün boşu boşuna içeride yatmaktan kurtarabildiysem, yarın bir savcı, bir hâkim olarak neler neler yapabilirim diyor kendi kendine…
İşte bir zamanların, o çaylak stajyeri, sonra ünlü bir savcı ve politikacı oluyor ve bugün Amerikan tarihinin ilk siyahi kadın başkan yardımcısı olarak Amerika denen devasa geminin kaptan köşküne oturmaya hazırlanıyor. Biden’le birlikte bu geminin dümenini tutacaklar.
Keşke, gerçekten, o dümeni bütün dünya için hayırhah sulara çevirebilseler.
Keşke, Amerika’nın insan hakları gibi yüce değerleri işine gelince bir silah gibi kullanıp, işine gelmeyince ayakları altında paspas yaptığına tanık olmasak artık.
Mesela, bu hukukçu başkan yardımcısı kadının, tıpkı bir stajyer olarak yaptığı gibi, cesur adımlarına tanık olabilsek.
Mesela, ABD Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisini tanısa ve kendisi de dahil hiç kimsenin “saldırganlık suçu”, “insanlığa karşı suçlar” ve “soykırım suçları” işleyemeyeceğini deklare edebilse…
Bizim televizyonlarda, Amerika seçimleriyle yatıp, bu seçimlerle kalkanlar da, ABD’nin bu tür adımlar atmasını istiyorlardır değil mi?