Abdullah Gül’ün sinsi gülüşü, Irak, operasyonlar, erken seçim
Türkiye, AK Parti’yle Abdullah Gül çizgisi arasında sıkıştı. Sınır ötesi operasyonlarla ülkede “aşırı unsurları temizleme” politikası ise devam edecek
24.04.2024
Türkiye siyaseti döndü dolaştı yine operasyonlara ve Abdullah Gül labirentine takılıp kaldı.
Her seçim döneminde adı mutlaka gündeme gelen ve herhangi bir makama adaylığı tartışılan Abdullah Gül, bu kez de Almanya cumhurbaşkanı Steinmeier’i karşılayan Ekrem İmamoğlu’nun yanında boy gösterdi. Fark göremiyoruz, diyenler bir kez daha haklı çıktı ve takke düştü, kel göründü kısaca.
Steinmeier’in karşısına inci taneleri gibi dizilen grubun fotoğrafında; bitmek bilmez koltuk hırsı ve iktidar arzusunun yüzüne yansımış haliyle yine gördük Gül’ü. Hiç özlememiştik oysa. İmamoğlu ve Gül yan yana görülünce, elbette ANAP genel başkanı İbrahim Çelebi’nin 2019’da yaptığı; “Ekrem İmamoğlu bir Abdullah Gül projesidir.” açıklaması da tekrar gündeme geldi.
Bu açıklamada Çelebi; İmamoğlu’nun 2002’den sonra AK Parti’den belediye başkanı olmak istediğini, 2009’da yine AK Parti’den Beylikdüzü belediye başkan aday adayı olmak istemesine rağmen başaramadığını ve CHP’ye geçtiğini, 2018’de İmamoğlu’nu İstanbul adayı olarak Kılıçdaroğlu’na öneren ismin Abdullah Gül olduğunu, anlatıyordu. Gelinen aşamada ikili, artık yan yana, omuz omuza da pozlar vermeye başladı.
Fakat sorun şu ki; koltuk ve güç sevdalı siyasetçilerin gündeminden halka sıra gelemiyor. Türkiye halklarına alternatif diye sunulanlar; Tayyip Erdoğan mı, Abdullah Gül mü; TÜSİAD mı, MÜSİAD mı sınırlarını yine aşamıyor.
Perde arkasında Abdullah Gül’ün varlığını bir kez daha görmenin verdiği rahatsızlık bir yana İmamoğlu, olası iktidarı için neler vadediyor veya ne savunuyor, bunlar da belirsizliğini koruyor. Zira İmamoğlu, halen hiçbir konuda rengini belli etmiş değil. Kimdir Ekrem İmamoğlu ve siyasi çizgisi nedir? Cumhurbaşkanı olursa Türkiye’de neleri değiştirecek, hangi reformları yapacak? Başkanlık sistemine karşı mı? Anayasa değişiklikleri kapsamında önerileri nelerdir? Türkiye’deki demokratik ve ekonomik ortam için ne düşünüyor ve neler öneriyor? İnsan hakları ihlalleri konusundaki duruşu ve tavrı nedir? Devlet aygıtı ve halkların desteği arasındaki dengeyi nasıl kuracak? Hiçbirini bilmiyoruz.
Tek başına bu tablo dahi Türkiye siyasetindeki sıkışmışlığın ve alternatifsizliğin bir göstergesi. Ne olduğunu, kim olduğunu, neyi savunduğunu ve neler yapacağını bilmeden birini seçmenin, ona umut bağlamanın trajedisi.
İşte Ekrem İmamoğlu böylesine öngörülemez, bulanık, çizgileri belirsiz bir “ikon”. Özünde ise bir umut değil, aksine serbest piyasa ekonomisi (MÜSİAD yerine TÜSİAD) ve Türk İslam sentezinin (Gül yerine İmamoğlu) geçici bir durağı. Tek büyük avantajı da Türkiye’nin derin kutuplaşması ve 22 yıllık AK Parti iktidarından bıkıp usanmış, umudunu kesmiş halklar. Yani, yeni çıkışsızlıklara, sadece patronların pasta paylarının değişmesine hazırlıklı olması gerekenler.
Irak ziyareti ve operasyonlar
Erdoğan’ın Irak ziyareti ise gerek iç basında gerek dış basında oldukça yer buldu. Görüldüğü kadarıyla hem ekonomik hem de güvenlik açısından bir ziyaretti ve Erdoğan ekonomik anlaşmalar kadar, terörle mücadelenin de gündemlerinde olduğunu sürekli vurguladı ve Irak hükümetinin PKK’yi “yasaklı örgüt” ilan etmesinin altını çizdi.
Evet, Erdoğan Orta Doğu’daki rolünü tekrar kazanmak istiyor ve bunu yaparken, Türkiye’nin NATO üyesi Müslüman bir ülke olması kozunu da sonuna kadar kullanıyor. Hem Filistin konusunda tutumunu hem de İsrail’le ticari ilişkilerini sürdürüyor, bir taraftan da kutuplar arasında denge unsuru olmaya ve arabuluculuğa yeşil ışık yakıyor. Özellikle Orta Doğu’daki Sünni ülkeler ve kesimler için tekrar bir sözcü konumunu kazanmayı hedefliyor. Fakat ABD’nin bu projesindeki öncelikli rolünün ardından çok sular aktı ve Türkiye, gerek radikal İslamcılara verdiği destekle gerekse kontrolsüz sınır ötesi operasyonlarıyla bırakalım arabulucu ve denge unsuru olmayı, Orta Doğu’daki pek çok ülke açısından korku ve nefret objesi haline geldi.
Öte yandan Türkiye’nin, Orta Doğu’nun askeri ve siyasi açıdan en güçlü ülkelerinden biri olduğu gerçeği ise değişmedi. Bunda Türkiye’nin, hem ABD hem de Rusya ve İran’la olan ilişkilerini sürdürme çabasının payı var mutlaka. Fakat çok ipte oynamak, riskin de fazlasını getirir her zaman. Eğer ABD, Türkiye’nin Orta Doğu’da NATO adına tekrar güç ve denge unsuru olma çabasını görmezden gelir, bir saf tutmasını isterse ABD ve Rusya arasında sürekli çekiştirilecek olan, yine Türkiye olacaktır.
Kürtler yine hedefte
Irak’ta hükümet ve Erbil Kürt yönetimiyle yapılan görüşmelerin, Türkiye’deki Kürt halkına olumlu yansımayacağı, aksine “radikal unsurları temizleme” politikasının devam edeceği de anlaşılıyor. Belirtelim; bahsettiğim bu politika, zaten bir süredir uygulanıyor.
Seçim sonrası, yenilginin faturasını Kürtlere çıkaracağı baştan belli olan iktidar, bu politikayı genişleterek izlemeye devam edeceğinin sinyallerini verdi. Yaz başında sınır ötesi operasyonların başlayacağını Erdoğan duyururken, bu yolda ortaklığı kaçınılmaz olan Devlet Bahçeli ise 23 Nisan açıklamasında, tansiyonu yükseltmekten, DEM Parti kapatılsın, dokunulmazlıklar kaldırılsın, demekten kaçınmadı.
Dün Belçika, İstanbul ve Ankara’da Kürt gazetecilere eş zamanlı olarak yapılan operasyonlar da tabloya eklenince, önümüzdeki dönem, gerek DEM Parti’nin kazanmış olduğu belediyelere gerek Kürt medyasına gerekse sivil toplum örgütlerine yönelik “aşırılıkçıları yok etme” ve bedel ödetme operasyonlarının süreceği aşikar.
Bu noktada CHP’nin ve Ekrem İmamoğlu’nun ne düşündüğünü ve alternatif politikasını ise yine kimse bilmiyor. Dedik ya; İmamoğlu muğlaklıkta bir dünya markası ve sanırız iktidara gelene kadar da böyle kalacak.
Erken seçim tartışmaları
Özgür Özel’in, sorulan bir soruya “Eğer millet isterse biz de erken seçim deriz.” cevabı vermesi üzerine yeniden gündeme gelen erken seçimin olma ihtimali ise neredeyse yok. Bunun tek nedeni Cumhur ittifakının tavrı değil, aynı zamanda CHP’nin de hiç hazır olmaması.
Yerel seçim başarılarının ardından eğer hemen iktidarı isteselerdi, Özgür Özel kendine sorulmasını beklemeden erken seçimi gündeme getirirdi zaten. Lakin Özel’in izlediği istikamet bu değil. Özel şu sıralar; estetik imajını yenilemek, kırışıklıklarını yok etmek ve Erdoğan’la baş başa görüşüp parti içindeki konumunu güçlendirerek “saygın lider” imajını yaratmakla meşgul. Oysa bu işler o kadar kolay değil zira CHP’yi önümüzdeki günlerde üçlü bir iktidar kavgası bekliyor.
AK Parti’de kadro yok
AK Parti ise deyim yerindeyse mumla insan arıyor, kabine değişikliği yapmak için dahi kadro bulamıyor.
Elde olanlar; şimdiye kadar sadece Erdoğan’ın adını kullanarak oy toplayan, koltuğa oturup yetkiye kavuşunca kişisel ikballerinin peşine düşen, bulundukları her makamı küçük saraylara çevirenlerle bürokratik kökenden gelerek, memur bakışı dışında siyasete ve halk diline hakim olmayan silik kadrolar.
Bu kitle, yeni bir vizyon veya yerel başarısızlığın ardından Erdoğan’ın deyimiyle “heyecan ve taze kan” oluşturmaktan çok uzak.
İktidarın bitkinliği, yorgunluğu ve kalifiye kadro yoksunluğu ile muhalefetin projeler üretmek, hamleler yapmak yerine zafer sarhoşluğuyla oyalanması ve hazırlıksızlığının faturasını, müneccim değiliz ama her zamanki gibi yine Türkiye halkları ödeyecek.
Bakın, bizler için yeni bir şey yok.
> TÜSİAD da, MÜSİAD da 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasını istemiyor.
> AK Parti de, CHP de muhalefetin konforlu alanından çıkıp devleti yönetmeye başladıklarında demokrasiyi sınırlamakta mahir.
> Mehmet Şimşek’in uyguladığı ve yoksulları daha da yoksullaştıran ekonomik programla CHP’nin Mayıs seçimlerinde önerdiği ekonomik programın hiçbir farkı yok.
> Şimşek de, İmamoğlu da emperyalist devletlerin karşısına çıktıklarında, politikalarına “yereli ikna etmekten” bahsediyor.
> Avrupa ülkeleri, nasıl AK Parti’den Türkiye’nin göçmen kampı olmasını bekliyorsa CHP’den de aynısını istiyor.
Hal böyleyken; Türkiye’nin sayıları çok azalmış olsa da gerçek muhalifleri ve solcuları, CHP’nin peşine takılıp küçük çapta taht oyunları oynayan TİP gibi CHP’lileşmek yerine, özgüçleriyle kendi gündemlerini ve politikalarını oluşturmak ya da yok olup eriyip gitmek arasında tercih yapmak zorunda.
Tekrarlayalım; önümüzdeki süreç sert geçecek.