“Abiler-Ablalar” yerine “Hâmiler”
TÜGVA belgeleri / 4 • Fethullahçılardan kalan boşluğu doldurma hevesi görülüyor. Hedefin rastgele “dindar nesil” yetiştirme olmadığı da.
31.10.2021
TÜGVA belgelerinden, 15 Temmuz ertesinde yapılan “Yuvarlak Masa” toplantısından çıkan tesbit ve önerilere dair olanları hakkında gözüme çarpanları önceki üç yazımda toparlamıştım. İlkine şuradan ulaşabilirsiniz. İkincisi şurada, üçüncüsü de şurada. Şimdi “Cumhurbaşkanına sunulacak rapor” adlı klasöre el atarak bu güzide vakfımızı tanımaya devam edeceğiz. (Alıntılarda anlam karışıklığı yaratabilecek olanlar dışında yazım yanlışları ve ifadelere dokunmuyorum, bunları düzeltmiyorum.)
“Ölçü ve tartı” pek önemli
TÜGVA, 2016 yılı ilkbaharında, 23-24 Nisan’a denk getirerek, “Türkiye Genel İl Çalışan Gençlik Koordinatörleri Kampı” düzenledi. 35 İl Çalışan Gençlik Koordinatörü’nden 25’inin katıldığı kampa, “TÜGVA kuruluş amacını, bilincini ve yapılması gerekenleri anlatmak üzere” konuşmacı olarak genel başkan İsmail Emanet, mütevelli heyetinden Salih Eğridere, “Yüksek İstişare Kurulu”ndan Yavuz Baysan ve eğitimci Emrullah Tuncel davet edildi. Burada “İl Temsilcileri” ile “yakın çalış[ıl]arak” çeşitli illere “Gençlik Koordinatörleri” atandı.
Bunları “Çalışan Gençlik Koordinatörlüğü” başlıklı rapordan okuyoruz. Bu kısa raporda daha çok örgütlenme yapısına ilişkin düzenlemeler yeralıyor ve dikkat çekici tek ayrıntı, devletin bütün imkânlarını kullanabilen bir teşkilatın henüz sadece 35 ilde “Çalışan Gençlik Koordinatörlüğü” oluşturabilmiş olması.
Fakat “TÜGVA bilinci”ne dair açıklayıcı sözler var; “Afiş Çalışmaları” maddesinde: “Çalışma hayatındaki ahlaki ölçülerimizi vurgulamak adına illerimizde afiş çalışmaları yapılmaktadır. İlk afiş çalışması ‘Ölçüde ve Tartıda Hile’ konusu idi. Kur’an-ı Kerim’de sure ismi ile vurgulanan bu önemli konuyu illerimizde afiş bastırarak ve esnaf ziyareti yaparak gündeme getirmeyi amaçladık. Özellikle ticari hayatın büyük bir parçası olan ‘ölçü ve tartı’ya müslümanların daha çok dikkat etmesi gerektiğini vurguladık.”
Vakfın ve temsil ettiği siyasetin derin ahlâkî hassasiyeti hepimizce mâlûm. Demek ki işi böyle temelinden sıkı tutuyorlar!.. İnsan gülsün mü ağlasın mı bilemiyor… Sadece bizimle değil, seslendikleri herkesle alay ediyor gibiler.
Rütbe olarak “hâmilik”
Cumhurbaşkanına sunulması amaçlanan ikinci rapor, “Eğitim Koordinatörlüğü” başlığını taşıyor ve burada “hamilik kampları”ndan sözediliyor: “Vakfımız bünyesinde dindar bir nesil yetiştirmek amacı ile yapılacak olan hamilik kamplarının ilk dönemini geride bırakmış bulunuyoruz. Korumak, gözetmek ve himaye etmek anlamlarına gelen hami kelimesi, projemize ilham vermiştir. Yeni nesilleri yetiştirecek olan hami adayları bir haftalık kamp süreçlerini çok çeşitli eğitim seminerleri ile tamamlamışlardır. 3 kamp gerçekleşmiş ve bu kamplarda toplam 12 eğitmen 5 gün boyunca 250 adet katılımcıya 102 saatten oluşan 72 seminer vermiş bulunmaktadır. Hami olmaya hak kazananlar kendi illerinde yeni öğrencileri ile maddi manevi eğitim programlarına başlayacaklardır” (vurgu benim -ük).
Daha önceki yazılarımda, bir tür İslâmcı siyasî gençlik örgütlenmesi olması amaçlanan TÜGVA’nın Fethullahçılardan kalan boşluğu doldurma hevesinden sözetmiştim. Burada, açık ki, böyle bir örnekten hareket ediliyor ve “ağabeyler-ablalar” müessesesi Fethullahçılarca mundar edildiğinden, “hâmilik” gibi bir konum tesis edilmek isteniyor. “Maddî-manevî eğitim” verecek kimseler, talebelerini neden aynı zamanda “koruma, gözetme, himaye etme” konumunda olsunlar? Daha önemlisi, bu “himaye” nasıl bir ilişki içerisinde temin edilecek ve güvence altına alınacak? Daha da önemlisi, bu nasıl bir resmiyeti olan konum ki, “adaylığı” var, buna “hak kazanmak” gerekiyor, vs.?
İkinci olarak, bu “hami adayları”nın “yeni nesilleri yetiştirecek” oluşundan sözediliyor? Ne sıfatla? “Yetiştirme” dediğimiz iş, bal gibi eğitim-öğretim. “Dindar nesil”in resmî Millî Eğitim sisteminde yetiştirilemeyeceği öngörüsüne mi dayanıyor bu plan proje? Sakın bir tür paralel eğitim sistemi -yani bir nevi paralel devletin parçası- olmasın? Hâmilik, “hami adaylığı”ndan geçilerek “hak kazanılan” mertebe olduğuna göre, birileri bunları sınayacak, yeterliliklerine karar ve belki bundan böyle bu rütbeyi taşıyacaklarına dair bir “diploma” verecek!? Sonrasında görev verecek şüphesiz. Peki karar ve görev verenleri kim nasıl atayacak? “Seçecek” demiyoruz, aptal durumuna düşmemek için. Burada basbayağı “ağabeyler-ablalar” örneğine uygun bir teşkilatın oluşturulmak istendiği görülüyor.
Bu kadar önemli mevzu varken, “maddî eğitim”in ne demek olduğuna takılamıyoruz haliyle. Oysa belki de takılmalıyız. Ne demek bu sahi?
Raporda fotoğraflar ve -haliyle- resimaltları var. Biri şöyle: “Enes Çalık Hocamız Kur’an ve Sünneti nasıl hayata taşırız adlı derslerini icra ettiler.” Bir Müslümanın hayatı boyunca anca bir ölçüde üstesinden gelebileceği mevzunun komprime dersinin bulunması kolaylık sayılabilir bir nevi. 🙂 Fakat bu kadar genel ve hamasî başlıklarla iş görüldüğünde muhtevanın nasıl siyasî bir şey olacağını kestirebiliyoruz. Öbür resimaltlarından, teşkilatın, insanların gelip gidip çeşitli faaliyetlere omuz vermesinden çok, topluca bir hayat tarzını benimsediği, birörnek davrandığı bir “ocak” olmasının beklendiği anlaşılıyor: “Genel Başkanımız İsmail Emanet Tügva Bilincini ve Varoluş Sebebimizi anlattılar.” Öbürü şöyle: “Salih Eğridere Hocamız hami adaylarımıza bir vakıf üyesinin sosyal hayatının nasıl olması gerektiğini anlattı” (vurgular benim -ük).
“TÜGVA Bilinci” var, “Varoluş Sebebimiz” var. “Vakfımızın kuruluş amacı”ndan ibaret değil yani büyük harfle başlayan kelimelerin ifade ettiği. “Hâmi adaylarımız” var, bunların olması gereken bir “sosyal hayatı” var ve bu bir hoca tarafından öğretilebiliyor. E, Fethullahçıların bıraktığı boşluk böyle dolar mı, bilemeyiz, ama, bizim normal dilimize çevirip küçük harfle başlatırsak, “varoluş sebebi”nin ne olduğuna dair zihnimiz açılıverir. Geçiyorum.
İddia da iddia!..
İçi veya altı hiçbir şekilde doldurulmayan, hikmeti ve mesnedi kendinden menkûl iddialılık, Türk-İslâmcının alâmeti fârikalarından. TÜGVA’cılar, “şu yamacı da ağaçlandırdık” edâsında, “Türkiye’ye ve dünyaya katkılarından” sözedebiliyorlar; üstelik “vakfımız”ı filan bir yana bırakıp doğrudan “hareketimiz” diyerek: “(…) 9 farklı ilde (…) Türkiye genelindeki teşkilatlarımızla 15 ayrı kamp gerçekleştirildi. Katılımcı sayısı 1000’i aşan bu kamplarda Varoluş Sebebimiz, Teşkilat Usül ve Esaslarımız, Teşkilat Hastalıkları ve Tedavi Yöntemleri ve Hareketimizin Türkiye’ye ve Dünya’ya Katkısı işlenerek teşkilat üyelerimize Tügva Bilinci verildi.”
Bu raporda başka faaliyet dökümü de yeralıyor: “Türkiye genelinde 25 farklı ilde yaklaşık 530 kişi 1. kur 70 kişi de 2. kur olmak üzere toplamda 600 kişiye Osmanlıca eğitimi verildi.” Bu varsayım ne kadar ilginç değil mi: Osmanlıca öğrenenin otomatikman “dindar nesle” katılacağı umuluyor. Burada esas kabahat kimin, bunu elbette unutmayalım. Ama Türk-İslâmcı, Osmanlıca öğrenen insanların, bütün yerli-millî tarihin üzerine oturduğu yalanları fark edeceğine, uyduruk efsanelere kaynaklık eden hadiselerin doğrusunu öğrenebileceğine ihtimal vermiyor.
Algı da algı!
Geçiyoruz “Medya İletişim Koordinatörlüğü” raporuna. 2015 Ağustos’unda, Türk-İslâmcı iktidar koalisyonu memleketi ateş, yıkım ve hukuksuzluk çemberine sürüklerken, TÜGVA, 28 il koordinatörünün katılımıyla İstanbul’da “Medya ve İletişim Kampı” yaptı. 2016’nın Nisan ve Mayıs’ında da “80 Medya İletişim Koordinatörlüğü teşkilat üyesinin katılımıyla (…) Samsun, Malatya, Mersin ve İstanbul’da 4 ayrı bölgesel kamp” düzenledi.
Kamptaki eğitim programı beş başlık altında toplanıyor. Bilin bakalım ilki ne? Şu: “Sosyal Medyayı Doğru Kullanma”! Bu “doğru kullanma”yı bize de anlatmalarını isterdik. Gerçi sonuçlarından anlayabiliyoruz neye benzediğini, yine de anlatışlarını dinlemek hoş olurdu. İkinci başlık da ilkini destekler nitelikte: “Kampanya Odaklı Medya ve İletişim”. Ötekilerden yalnız “Hikaye Anlatıcılığı ve TÜGVA Hikayeleri” merak uyandırıcı.
“Projeler” kısmına geçtiğimizde, teşkilatın herhangi bir dindar nesil değil, internette uzman ekipler yetiştirmeyi amaçladığını anlıyoruz. “Sosyal medya dinamiklerini gençlerin öğrenmesi adına” düzenlenen, üç yüz kişinin başvurduğu, ama elli “üniversite öğrencisi veya yeni mezun” gencin -belli ki “işe yararlar” seçilerek- alındığı “demo eğitim programı”nın içeriği fikir verici: “Yeni Medya – Eski Medya, Blog Kullanımı, Metin Yazarlığı, Yeni Medya Terimleri, Sanal Cemaatler, Toplumsal Algı, Sosyal Ağlar ve Kullanımı, Algı Yönetimi – Study Case, Paylaşım Kültürü Psikolojisi, Crowdsource Proje Yönetimi, Sosyal Medya Reklamları, Medyada Etik.” Şu algı ve algı yönetimi laflarının bu kesimlerde kazandığı kendine has, yüklü mü yüklü anlam, bunlarla her kapının açılabileceği hissi, algıyı ele geçirip yönetmeye yönelik bu ihtiras, bu şevk, algı yönetimi yapabiliyor olunca duyulduğu belli o tatlı baş dönmesi, Yeşilçam filmlerinde gaddarlık ederken kahkaha atan Bizanslı’ya özgü o kendi kötülüğüyle kendinden geçme hali… Başlıbaşına kritik vaka. Gördüğünüz gibi, patoloji servisinin kapısından ayrılamıyoruz.
Medya -özellikle sosyal medya- faaliyetleri için de basamaklı bir eğitmenler silsilesi oluşturmayı amaçlıyor TÜGVA’cılar. “Yeni Medya Eğitmen Eğitimi” düzenlemişler. Genel teşkilatın iç teşkilatları var. Medya ve İletişim Koordinatörlüğü bunlardan biri. bunun üyeleri kendi illerinde eğitim verebilsin diye eğitilmişler. 45 kişi katılmış eğitime. Hepsi kendi illerinde “en az 100 kişiye” benzer eğitimi verecekler, rapora göre.
Sözkonusu eğitim programının hedefini de aktarayım; çünkü ilginç ifadeler içeriyor: “İnteraktif iletişimi güçlendiren ve hedef kitle ile etkileşim olanakları sunan ‘Yeni Medya’ alanında; profesyonel bir yaklaşım kazanabilmek, (…) esasen dijital ortamda samimi olmak, kavramsal ve kurumsal algımızı doğru bir strateji içerinde sunmak, ‘sahaya’ çıkıldığı zaman aslında topluma ve bireye -özellikle Türkiye’nin gençlerine- dokunabilmek adına bu alanda eğitmen yetiştirme”, bu hedef.
“Algıyı sunmak” çıktı bir de!.. Bunu bir an önce unutmak istemesem, şu “samimiyet” meselesini kurcalamak isterdim… Kutuplarda tropikal meyve arar gibi.
Raporun sonuna, Mayıs 2015’ten Ağustos 2016’ya Facebook sayfasının “beğeni sayısı artış oranı”nı gösteren görsel eklenmiş. Dönemi unutmayalım!
“Cumhurbaşkanımıza sunulacak raporlar”ı okumaya devam edeceğiz.