Adalet cezan olduğunda

Adaletin kendisi cezaya dönüştüğünde, cezasını çekeceğin suçun olmadığında geriye ne kalır hayattan? Koca bir hiç. Her şey çöker. Çöküyor da zaten.

KARİN KARAKAŞLI

29.08.2023

Dünya üzerinde yaşayan milyarlarca insan olarak biricik hayat hikâyelerimize sahibiz. Deneyimlerimiz, önceliklerimiz, değerlerimiz, işimiz gücümüz, yetiştirilişimiz, inancımız, inançsızlığımız, kültürümüz… her şeyimiz farklı. Her gün şu gezegende kim bilir kaç kez “Bence, bana kalırsa, benim görüşüme göre” kalıplı cümleler kuruluyor. Kanaat bildiriyoruz sürekli. Anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyoruz. Bazılarımızın önyargıları, ideolojileri, köktenci anlayışları var. Onlar “Bu böyledir” deyip kestirip atabiliyor.
 
Ancak adalete konu olan meseleler ne “Benim görüşüme göre” diye başlayan cümlelere sığar ne de senin önyargına meze olabilir. Doğrusu tektir adaletin. Ya vardır ya yoktur. Senin fikrine ya da keyfine göre değişmez. Neyse odur. Dahası sen kendine göre yorumlamaya kalktığında aslında onun özünü bozmaya yeltenmiş ve böylelikle suç işlemiş olursun. Senin işlediğin suçun ya da ortaklaştığın cürmün de bundan öte açıklaması, gerekçesi, aması, şöylesi, koşulu, bahanesi yoktur.
 
Gel gör ki siyaseten “kullanışlı” bir provokasyon dönemine denk gelirsen, göz göre göre kurban edilebilirsin. Bu bazen cinayet bazen cezaevi yöntemiyle olur. Birileri ömrünün üstüne çarpı işareti koymuştur.
 
6-8 Ekim Kobane eylemleri sırasında 7 Ekim 2014 akşamı Diyarbakır’da Ahmet Dakak, Hasan Gökguz ve Riyat Güneş ve Yasin Börü'nün öldürülmesine bağlı olarak 14 yaşında tutuklanan ve 7 yıldır cezaevinde olan Mazlum İçli'ninki işte böylesi bir hikâye. İçli’nin olay günü Diyarbakır'a 140 kilometre uzaklıktaki bir köyde düğünde olduğu ispatlanmasına rağmen Yargıtay, 16 Ağustos’ta verdiği kararda “hukuka aykırılık” olmadığını ifade etti ve 124 yıllık hapis cezasını onadı. Tek bir gencin başına getirilen ve unutulmaya terk edilen bir vakayı adiye kaldığı sürece de bu hukuk cinayeti, adalet yoksunu bir ülkenin “normal” gibi yapma hâlinin ibretlik kanıtlarından biri olacak.
 
Kan donduran süreci kısaca hatırlayalım. Malûm, hatırlamak da bu ülkede büyük direniş faaliyeti. S.Ç. isimli bir şüpheliye yanında avukat olmaksızın yaptırılan teşhis işlemi sırasında şahıs, Mazlum İçli’yi de teşhis ettiğini söylüyor. İki ay sonra ifadesi alınan Mazlum İçli, o sırada müzisyen olarak babası ve abisiyle birlikte Kulp’ta bir köy düğününde olduğunu belirtse de hiçbir araştırma yapılmaksızın tutuklanıyor.
 
Yargılama sırasında S. Ç., yaptığı teşhis beyanlarını reddediyor. Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi ise HTS kayıtları Kulp’u göstermesine karşın delili görmezden gelerek Mazlum İçli’nin cezalandırılmasına karar veriyor. Avukatlar, bunun üzerine kendisinin söz konusu düğünde olduğuna dair görüntüleri, damadın ve taksi şoförünün beyanlarını Yargıtay’a sunuyor. Yargıtay buna karşın eski kararı Yasin Börü cinayeti hariç, “3 öldürme, 1 öldürmeye teşebbüs, propaganda ve devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma” suçları üzerinden onuyor.
 
Anlayacağınız, düğün görüntü kayıtları temin ediliyor, bilirkişi inceleme yapıyor ve görüntülerdeki kişinin Mazlum İçli olduğu kesinleşiyor. Damat; baba ve kardeşleri düğüne götüren taksici de dinleniyor ve Mazlum’un düğünde olduğunu ifade ediyorlar. Şebeke kayıtları da düğün yerini gösteriyor. Tüm bu deliller üzerine 2021’de Savcılık, Mazlum'un beraatine karar verilmesi yönünde mütalaa sunuyor, ancak bir ay sonraki duruşmada ne hikmetse sunduğu mütalaayı değiştirerek Mazlum'un cezalandırılmasını talep ediyor. Yaklaşık iki ay sonra, Mazlum'un masumiyetine kanaat getirip infaz durdurma kararı ve tahliye kararı veren Mahkeme, bu kez Mazlum'un cezalandırılmasına hükmediyor.
 
“Sadece fail gerekiyor”
Son anda mahkemeye müdahil olan bu gizemli elin, siyaseten ne anlama geldiğini Bianet’ten Ruken Tuncel’e konuşan davanın avukatı Mahsuni Karaman’dan dinleyelim: “S. Ç. isimli kişinin teşhis beyanları esas alınarak hüküm giyen 14-15 kişi var. Mazlum'un dosyasında bu teşhis beyanının aksi bir karar çıkması halinde, verilen diğer mahkumiyetler de tartışmalı hale gelecek, Yasin Börü ekseninde istismar edilen bu yargılamanın meşruiyeti kalmamış olacaktı. Tabi bu, başka yargılamaları da etkileyecekti… Kobanî kumpas davasında Demirtaş ve siyasetçi arkadaşlarının, bu cinayetleri azmettirmekten tutuklu ve yargılandıklarını akılda tutmak lazım. Bu cinayetleri birebir işleyen fail/ler olmalı ve bu faillerin cinayeti işlediği mahkeme kararı ile kesinleşmeli ki, azmettirenlere ceza verilebilsin. İşte mesele bu. Yani Kobanî kumpas davasında siyasetçilere ceza vermenin ön hazırlığı kapsamında, bu yargılamaya müdahale edildi ve bu kararlar onandı. Bir detay vereyim: Kobanî dosyasında, savcı 14 Nisan 2023 tarihinde mütalaa vererek Demirtaş ve arkadaşlarına ceza istedi. İstemin sebebi, Yasin Börü'yü öldürmeye azmettirmeydi. Ancak Yasin Börü'yü öldürmekten yargılanan ve sözüm ona esas failler hakkındaki mahkumiyet kararı henüz kesinleşmemişti. Şimdi öğreniyoruz ki, 14 Nisan'da bu mütalaa verildikten kısa süre sonra (25 Mayıs ve 31 Mayıs) tarihlerinde Yargıtay bu dosyalarda onama kararı vermiş. Zamanlama bile, eşgüdümlü bir koordinasyona işaret ediyor. Kısacası Mazlum Kobanî dosyasının günah keçisi seçildi. Aslında failin 'Mazlum' olması da fark etmiyor ceza vermek için sadece fail gerekiyor.”
 
Düşünün bir baba evladını eliyle emniyete götürmüş. Düğünlerde müzisyenlik yaparak ve halı yıkayarak geçimini sağlayan aile, her tür görsel, işitsel kanıta rağmen oğullarını kurtaramıyor.
 
Hükümsüz masumiyet
Masumiyet karinesinin tanımları, kâğıt üzerinde alabildiğine ışıltılı: “Hakkında suç isnadı bulunan bir kimse, savunması için gerekli bütün güvencelere sahip olarak aleni bir yargılama sonunda hukuken suçluluğu kanıtlanıncaya kadar suçsuz sayılır… Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır… Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz… Masumiyet karinesi uyarınca, bir kimsenin suçlu olarak nitelendirilebilmesi ve hakkında yaptırım uygulanabilmesi, o kimsenin kesin hükümle mahkûm olmasına bağlıdır. Bir kimsenin mahkûm edilebilmesi için ise, hakkındaki her türlü şüphenin bertaraf edilmesi gerekmektedir. Çünkü bu kimse, kanunen suçsuz kabul edilen bir kişidir.”
 
Hukukun temel işleyişinde bir kişinin suçlu sayılabilmesi için o suçun ispatı şart. Burada ise suçsuzluk ispatına dönük inkâr edilemez onca kanıta karşın, “Olabilir ama biz suçlu dedik bir kere” mealinde bir karar var. Senin masumiyetinin hükmü yok, o ki katlin bir sebeple caizse.
 
İrfan Aktan, 6 Aralık 2021 tarihinde Artıgerçek’te yayımlanan “Bana Mazlum'u getirin” başlıklı yazısında bu hukuk garabetini baştan sona sunarken, şu noktalara dikkat çekmişti:
 
“Lehinde çok sayıda somut delil olan, aleyhinde ise siyasi hesaplar dışında hukuki dayanak bulunmayan 14 yaşındaki bir çocuğun (Mazlum), 16 yaşındaki bir başka çocuğun (Yasin) katili olarak cezalandırılmasının detayları tek kelimeyle nefes daraltıcı… Bir ay önce Mazlum’un olay günü yüzlerce kilometre ötede olduğuna dair delilleri dikkate alan ve beraatini talep eden savcının 25 Haziran’da ‘değişen’ mütalaası üzerine ‘sanığın olay gün ve saatlerinde olay yerinde olmadığına ilişkin düğün CD kaydının, temyiz aşamasında ileri sürüldüğü, dolayısıyla da bunun yargılamanın yenilenmesini gerektirecek yeni bir delil olmadığı’ gerekçesiyle ‘yargılamanın yenilenmesi talebinin kabule değer bulunmasına ve Mazlum’un infazının durdurulmasına’ ilişkin kararı mahkemece kaldırıldı. Bunun meali şu: Mazlum olay sırasında başka bir yerde, bir düğünde olabilir ama bunun kanıtı bize geç geldiği için kararı değiştirmiyor, üstelik Mazlum’u hapiste tutmaya devam ediyoruz!
Bu arada Mazlum’un ismini veren S.Ç.’nin 10 Ekim 2015 tarihli duruşmadaki ifadesini de aktaralım: ‘Ben gözaltındayken mahalleden birkaç tanıdığım, arkadaşları bana gösterdiler. ‘Bunları mahalleden tanıyorum’ şeklinde söyledim. Ben bunların olaylara karıştığını söylemedim. Zaten görüntülere bakarsanız hepsinin yüzü kapalıdır. Sonra önüme kağıt getirdiler. Ben polisle ilk defa karşılaşıyordum. İfade vermeyi bilmiyordum. Gizli tanığın ne demek olduğunu da bilmiyordum. Bana kağıdı imzala dediler. Ben de imzaladım. İmzaladığım kağıtta yazan ifadeleri bilmiyordum. Polisler kafalarına göre düzenlemişlerdir. Ben savcılıkta bile bu ifadeleri doğrulamadım… Daha önce teşhiste bulunduğum kişilerden hiçbirini olay yerinde görmedim…’
Hasılıkelam, savcılığın, mahkemenin 28 Mayıs 2021 tarihinde masumiyetini teslim ettiği, 28 gün sonra da tam tersi bir karara varıp mahkûm ettiği 14 yaşındaki bir mazlum, iktidarın siyasi hedefleri için diri diri dört duvar arasına gömülüyor. 14 yaşındayken tutuklanan Mazlum, insan öldürme suçundan 7 yıldır hapiste tutulmaya devam ediliyor.”
 
Bir insanı, gencecik yaşında ilgisi olmayan bir olaydan cezaevinde tutabilme keyfiyeti bu ülkede sayısız örnekle yinelenen bir zulüm. Adalet arama süreci başlı başına bir işkence. Anonim, çoğunlukla işkence ve baskı altında yalan beyana zorlanan gizli tanıklar, kâle alınmayan bilirkişi raporları, son anda değiştirilen mahkeme heyetleri, bir şeyin ta kendisi ve zıddını aynı anda talep edebilen savcılar, önüne gelen dosyaları okumayan ya da kendini yerel mahkeme yerine koyan Yargıtay, karartılan deliller, insanlığa karşı suçlarda zamanaşımına terk edilen dosyalar… ömürler, nesiller, acı ve öfke, özlem ve umut, hayal edilen hak, tutunulan hakikat.
 
Soru çok basit aslında: Adaletin kendisi bizzat cezaya dönüştüğünde, cezasını çekeceğin suçun olmadığında geriye ne kalır hayattan? Koca bir hiç. Adalet olmadığında otobanların, gökdelenlerin, adalet sarayların, arşivlerin, borsan, çarşı pazarın, okulun, hastanen, her şey çöker. Çöküyor da zaten.
 
Mazlum İçli’yi unutmamak, daha nice örneğindekilerle birlikte onun da mücadelesini sırtlanmak sadece hak değil hayat talebi. Yoksa bunca sözün de ne hükmü var ki.
 
—–
Kapak Görseli: BİA Haber Merkezi