Adnan Oktar operasyonu ve sorular – 9

Ağzımıza çalınan bal çeşitleri arasında lüks ve debdebe içinde, bol paralı, israflı yaşantı tasvirleri, cinsellikten artan yeri kaplıyor

ÜMİT KIVANÇ

05.08.2018

 
Oktarcılar teşkilatına yönelik operasyonla ilgili derleyebildiklerimi aktarmayı sürdürüyorum. Bazı tekil mevzular var. Bunlardan biri, kirli propaganda aygıtı Akit gazetesinin Oktarcılar teşkilatıyla ilişkisi. Son dönemde bu teşkilatın üzerine gidilmesi için neredeyse kampanya yapan Akit’in bir zamanlar Adnan Oktar’ın “bilimsel” eserlerine ve Oktarcıların faaliyetlerine nasıl sahip çıktığını bilmek, bu tuhaf ve gerçek-üstü teşkilatın Türkiye gibi bir yerde varlığını nasıl böyle pervâsızca sürdürebildiğini açıklamak bakımından pek bereketli malzeme oluşturuyor.
 
“İslâm düşmanları”na karşı elele
 
Önce, İslâmcıların artık iktidarda olduğu bugünün Akit’i. Mehtap Yılmaz yazıyor:

“Adnan Oktar’ın Çırağan’da düzenlediği ‘iftar’ yemeğine medyadan, siyasetten, iş dünyasından kimler “oynaya oynaya” katıldı? Nereden mi biliyorum? Pek çok insan gibi bana da davetiye geldi tabii ki… Elbette ki bu davete icabet etmedim! Elbette ki hiçbir iş ve program tekliflerini kabul etmedim. (…) Bu adam zaten göz önündeydi. Zaten içeride dönen hüzünlü kadın hikâyeleri sır değildi. O halde neden davetlerine katıldınız? Neden bu adamın haram sofrasına oturup kalktınız? Neden villasına gittiniz? Neden TV kanalındaki programlara katıldınız? Neden iltifat ederken ağzınız kulaklarınıza vardı? Sahi… Şakağınıza silah dayayarak mı Çırağan’a götürdü sizi? Silah zoruyla mı TV kanalına çıkarttı? Kusura bakmayın ama… Adnan Oktar kadar, onun davetlerine katılmak için birbiriyle yarışanlar, lüks villasına kadar gidip ‘keşfedilmek’ için kırk takla atanlar, TV kanalına çıkanlar da kamuoyuna ve adalete açıklama borçlu! Yeni Akit dışında herhangi bir yayın organı eleştirdi mi? Rica ediyorum enayi yerine koymayın milleti…”

Cân–ı gönülden katılıyorum: Hakikaten, koymasınlar!

Zira 2011 Mart ayında Youtube’a yüklenmiş bir videoyu izleyince, Akit’in Oktarcı muhbirin marifetlerini övdüğüne, Adnan Oktar’ın da televizyon programında gazeteyi övdüğüne şahit oluyoruz. Akit gazetesi, Adnan Oktar’ın mâhut “Harun Yahya” mahlâsıyla yazılar yazdığı bir organdı. Gazete ayrıca, “Harun Yahya”nın kitaplarını basıp gazeteyle birlikte dağıtıyordu. Bu işi epey zaman sürdüren Akit, devir değiştiğinde, Oktarcılara operasyonu “Cerahat patladı” manşetiyle duyuracaktı. Cerahat vardı, birikmiş, birikmişti; fakat patlamamıştı. dolayısıyla.

Muhbirlik, şikayet edip dava açtırmak, Oktarcıların düzenli faaliyetlerinden. Gözlerine birilerini kestirip suç duyurusu yapıyorlar, o mahkemeden olmazsa bu mahkemeden sonuç alabiliyorlardı. Son operasyonda savcılar bu işin “örgüt talimatıyla” yapıldığını ileri sürüyorlar. Bu yıllarca sürdü. Sözünü ettiğim karşılıklı methüsenâ vaziyetinde kahraman, Oktarcıların bu alanda ün yapmış muhbirlerinden Ali Emre Bukağılı’ydı. Şöhretini Twitter’dan Ömer Hayyam’ın dörtlüğünü paylaşan Fazıl Say aleyhinde açtırdığı dava ile katlayan Bukağılı, Bernard Shaw, Umberto Eco, Dostoyevski, James Joyce, Albert Einstein, Bertrand Russell, Galileo Galilei’den alıntılar içeren Metis Yayınları ajandasını da dava konusu yaptırmayı, yayın yönetmeniyle, editörleriyle, grafikeriyle, düzeltmeniyle neredeyse bütün yayınevini yargılatmayı başarabilmişti.

Akit gazetesi Bukağılı ile tam sayfa görüşme yayımlamıştı. Sekiz sütuna koskocaman atılmış başlık şuydu: “İslam düşmanlarına rahat nefes aldırmıyor”. Ne dersiniz, bu kadar acayip bir varoluşu böylesine rahat sürdürebilmesinde, Adnan Oktar ve yanıbaşındakilere atfedilen bu işlevin rolü ne kadardır? Başrol? “Karakter rolü”? Nedir? Bukağılı şimdi tutuklu. Akit ise iktidarı paylaşıyor.

Ve biz bir zamanlar ikisinin tam olarak neyi paylaştıklarını, kestirebiliyor, ama kesin bilmiyoruz.

Şimdi savcılar, “Adnan Oktar'ın 1980’li yıllardan itibaren sözde bir dini cemaat kisvesi altında aslında İslam dinine tamamen aykırı kurallar ve yöntemlerle suç amaçlı örgüt yapılanması oluşturduğu”na dair sevk yazısı yazabiliyorlar da, bahsettikleri zaman diliminin otuz seneyi aştığını görmezden gelemeyiz, tarif ettikleri halin anca şimdi fark edildiğine inanamayız. Nitekim, işte, Akit de inanmamış vaktiyle, Oktarcıların “İslâm düşmanlarına nefes aldırmadığını” haykırmış heyecan içerisinde.
 
Parmakla ballar
 
Adnan Oktar, “Gizli, anlaşılmaz, örgüt lideri bir kişi değilim,” diyor. Bu karanlık ilişkiye dair aydınlatıcı bilgi sunmuyor kimse bize. Bunun yerine şöyle şeyleri önümüze sürüyorlar:

Örgüt “kadın ve erkekleri tuzağına düşürmek amacıyla duygusal ilişki, beyin yıkama ve cinsel şiddet gibi yöntemleri” kullanıyormuş.

Savcılığın sevk yazısında “dikkat çeken bir diğer detay”, örgütün FETÖ terör örgütü ile olan benzerliklerine yapılan vurgu”ymuş. Benzerlik şuymuş: “Örgüt mensupları ve sempatizanlarından FETÖ benzeri yöntemle dini duyguların sömürülmesi suretiyle para toplan[ması]…” ve “örgüt yapılanması”nın “imam kardeşler, imam bacılar, adliye imamı, para imamları gibi sınıflara ayrıl[ması].

“Örgütün para trafiği” de MASAK raporuyla şöyle “gözler önüne seril[miş]: örgüt üyelerine ait şirketlerden elde edilen gelirler örgütle bağlantılı kişilerin hesaplarına aktarılıyordu”.

Meraklı ve endişeli ağızlara çalınan esas bal tabiî cinsellik tarlasında yetişiyor. Taciz-istismar ayrıntılarıyla teşkilat etrafındaki alengirli mevzular kolayca kuytuya itilebiliyor. Oktarcılar da, maşallah, porno siteleriyle yarışabilecek evsafta malzeme sunuyor: Çocuk yaşta makyaj yapılan, istismara uğrayan, gizlice ve göstere göstere fotoğrafları çekilen, örgüt elemanınca başka elemanlarla ilişkiye zorlanan kadınlar, “normal olmayan yollarla” ilişkiler ve bunlar sırasında çekilen fotoğraflar, Adnan Oktar’ın da bazen izlediği grup seks âlemleri, kızını mehdi kabul ettiği Oktar’a “sunan” anne, çocuğa “13 yaşına geldiğinde seninle evleneceğiz” vaatleri,  “her gün onlarca” örgüt üyesiyle birlikte olan genç kadınlar, kadın dövmeler, “Kedicik”lere “yeşil reçeteli lityum ilaçları”  vermeye, “vajinaya peçete sokma”ya varan tuhaf iddialar…

Ve bütün bunların “kan donduran”, “tüyler ürpertici” gibi sıfatlar olmaksızın sunulamayışı…

Ağzımıza çalınan bal çeşitleri arasında lüks ve debdebe içinde geçirilen, bol paralı, bol masraflı, israflı yaşantı tasvirleri, cinsellikten artan yeri kaplıyor. Kimi haberlere göre, örgütün ortalıkta olmayan parası 200 milyon lira değil 200 milyon dolar! Lüks mağazalarda Adnan Oktar’ın ölçülerine göre diktirilen elbiselere “altın iplikle çizgiler” ekleniyormuş.

Meseleyi iyice fantastik hale sokmak için çeşitli mistik gerilim hikâyeleri de operasyon haberlerinin yanına katıldı. 2016’da Manavgat’ta bir adam, çok eski bir Tevrat’ı satmak isterken öldürülmüştü, ailesi şimdi Adnan Oktar teşkilatını suçluyordu. Maktûlün ablası, Oktar operasyonundaki bir gizli tanığın sözlerine dikkat çekiyordu: Bu gizli tanık, Adnan Oktar’ın 2013’te, “Antalya bölgesinden Tevrat’ın en eski hali çıkacak, bu bizim kutsal kitabımızla aynı olacak” dediğini söylemişti. Galiba maktûlün ablasının akıl yürütme tarzıyla fırsatı değerlendiren Sabah’ınki tamamen uyuşuyordu: Tevrat’ın en eski hali Kur’an’ın tıpkısı olarak ortaya çıkarsa bundan kesinlikle hoşlanmayacak birileri vardı: İsrail. E, Oktar’ın da İsrail ile ilişkisi yok muydu? Dünyayı altüst edecek bu gerçeğin ortaya çıkmasını onlar adına önlemek maksadıyla bir cinayet işlettirmiş olması, dünyanın en akla yakın ihtimali değil miydi?

Daha 17 Temmuz günü Manavgat’taki sıradan bir insan bu gizli tanık ifadelerini falan hatmedip nasıl harekete geçmişti? İktidar propagandacıları herhalde şöyle cevap verecek: Vatan sözkonusuysa gerisi teferruattır.

Gerçek muhtemelen başka: Operasyon haberlerinden öğrendik ki, Oktarcıların meşhur villasında sahiden elyazması bir Tevrat bulundu. Ve herhalde bu Tevrat’la Manavgat’ta satmaya çalışanın öldürüldüğü Tevrat arasında bağı, “gizli tanık” gibi şeylerden haberi olan birileri kurdu. Bilemiyoruz.

İsrail’in adı anıldığına göre “casusluk” meselesine geçebiliriz.