Ahmet Altan savunmasıyla hukuk ve onur dersi verdi
Birkaç kez müebbet hapis cezası ile sizi korkuyla esir almak, siyasî iktidar karşısında onurunuzu teslim almak istiyorlar
03.07.2017
On ayı aşkın süren gözaltı ve tutukluluk sürelerinden sonra Altanlar ve Nazlı Ilıcak dahil diğer tutuklular nihayet mahkemeye çıkabildiler.
Haksız yere yatılan on aylık süreye mi yanarsın ya da on ay sonra da olsa hâkim karşısına çıkarıldıklarına mı sevinirsin karmaşık duygular içinde mahkemenin yolunu tuttuk.
Gideceğimiz yer mahkeme idi ancak geldiğimiz yer mahkemeye benzemiyordu.
Çünkü mahkemeler adalet, hukuk adına yargılamalar yapılan mekânlara, savcı somut deliller üzerinde iddianame hazırlayarak suçlayana, yargıç ise suç iddiası ve karşı savunmadan sonra hukuka ve adalete göre karar verene denir diye biliyorum.
Ancak karşımızda bu tanımlamalara uyan ne bir iddianame ve ne de “bundan iddianame mi olur kardeşim” diyen yargıçlar vardı.
Bunlar olmayınca ister istemez sanıklar da sanık değillerdi ancak özgürlükleri ellerinden alınmıştı.
Yalnız bir önemli ayrıntı bu tabloda ironi yaratıyordu.
Sanık ve sanık avukatları ısrarla hazırlanan iddianameyi hem iddianame olarak dikkate almadıklarını söylüyor hem de hukuk ve adalet ölçüleri içinde eleştiriyorlardı.
İşte bu durumun en çarpıcı ifadesini de Ahmet Altan’ın savunmasındaki giriş bölümü oluşturuyordu.
‘’Sayın Yargıç,
İddianame olduğu ileri sürülen, zekâdan ve hukuktan yoksun, ağırlaştırılmış müebbet gibi heybetli bir cezayı taşımaya mecali yetmeyen bu cılız metin ciddi bir savunmayı asla hak etmiyor.’’
Evet…
Tarih saatinin zulmü gösterdiği bir ânı daha yaşıyorduk.
Duruşmaların sürdüğü beş gün boyunca her gün hukuksuzluğun ve adaletsizliğin her türlüsünü izlemenin hem acısını çekmek ve hem de bu zulme uğramış insanların yüzlerindeki umut ve sevgiyi görmek tarifi oldukça zor olan bir ruh hâali yaratıyordu.
İşte Ahmet Altan savunması, bu acıyla bu umudu birbirine yoğurarak adalet ve hukuk tarihinde sadece kendini değil herkes adına onurlu bir yaşamı da savunmuş oldu.
Bu savunmanın OHÂL dikta rejimi altında korku ile baskı altında yaşamanın nerdeyse bir yaşam biçimi olduğu dönemde yapılmış olmasının da ayrı bir değeri ve önemi bulunuyor.
Kaçak/Korku ruh hâlinin hemen tüm toplumu sarmasına karşın bu savunma ve bu savunmanın insanî ve hukukî itirazları hem bu dava ve hem de diğer davalar içinde bir karşı hukukî isyan niteliğinde olduğu görülüyor.
Ahmet Altan “bu iddianame bir hukuk pornosu” derken tam da bunu söylüyordu.
Modern hukuk yargılamalarında “delilden sanığa oradan suçlamaya ve oradan da cezaya gidilir” diyen bir metodoloji izlenirken, bu iddianame müsveddesi ile kanaat ve niyet okumadan cezalandırmaya gidilmiş olması, bu dava için en iyimser tahminle yargı adına utanç listesinin ilk sıralarında yer alır demek kanımca yanlış olmaz.
Duruşmada Avukat Ergin Cinmen “Bu dava Dreyfus ve Rosenbergler davaları gibi tarihe geçecek” derken bu durumu çok iyi özetliyordu.
160 gazetecinin hâlen tutuklu olduğu bir ülkede bu dava görülüyordu.
Aslında bu ve benzer iddianameler yargılanan diğer gazetecilerin mahkemelerinde de karşımıza çıkıyordu.
Ahmet Altan bu durumu savunmasında şöyle özetliyordu.
“Mahkeme tarafından tahliye edilen insanların aynı mahkemenin kapısında yeniden tutuklandığı bir utanç ve zorbalık çağında yaşadığımızın, hukukun bizzat hukukçular tarafından katledilmeye çalışıldığı bir zorbalık döneminin tanığı ve sanığı olduğumun elbette farkındayım.”
Hukukî içerikten yoksun olan bu siyasî intikam davalarında yapılacak karşı savunmaları bir yandan hukukî yönden boşa çıkarmak diğer yandan ise bir siyasî hesaplaşma zemininde değerlendirmek Ahmet Altan savunmasının temel dayanaklarını oluşturması bakımından çok öğretici idi.
Çünkü bu davalarda istenen birkaç kez müebbet hapis cezası ile sizi korkuyla esir almak ve siyasî iktidar karşısında onurunuzu teslim almak istiyorlar.
Hukuk ve onurunuz adına bu davalarda “dik” durmak bu davaları perde arkasından izleyen zavallı muktedirlere bekledikleri zevki tattırmamak, işin en keyifli yanını oluşturuyor.
Ahmet Altan savunmasında o keyfi işte bu ifadelerle yaşıyor:
“Benim de savcıya cevabım şu:
Senin hapishanen bana vız gelir, ben gerçekleri söylerim. Siz söylenmesinden korkacağınız işler yapmayın. Masum insanları öldürmeyin, yolsuzluk, hırsızlık, adaletsizlik yapmayın.
Ben hayatım boyunca gerçekleri söyledim, bundan vazgeçecek değilim.
Benim hapishaneden korkacağımı, önümde kalan birkaç yılı hapiste geçirmek fikrinden dehşete düşeceğimi bekleyenler varsa, onlara da cevabım şu:
Boşuna beklemeyin. Ben sizin korkutabileceğiniz bir adam değilim.
Önümdeki birkaç yıl için arkamdaki onlarca yılı korkaklık ederek çöpe atacak biri de değilim.
Ayrıca Hüseyin Cahit’in ünlü sözünü biraz değiştirerek şunu da söyleyeyim:
Böyle bir davanın iddianamesini yazan savcı olmaktansa, böyle bir davanın sanığı olmayı, hayatımın geri kalanını hapiste geçirmeyi daha onurlu bulurum.”
Bu savunma herhalde yarınlarda hukuk fakültelerinde ders olarak okutulur ancak bu dava denen tiyatroları hazırlayanlar unutulur.
Ahmet Altan bunun farkında olarak savunmasını şu cümlelerle bitiriyor:
“Bir tek kanıt bile ortaya koyamayan bu yalan dolu iddianamenin tek amacı insanları korkutmak ve susturmak.
Dünyanın hiçbir gelişmiş demokratik ülkesinde insanlar bu suçlamalarla hapse atılıp yargılanmaz.
Sırf fikirlerimizden ve eleştirilerimizden dolayı bizi hapse atıp yargılamak bu ülkenin ve bu ülkenin yargı sisteminin utancıdır.
İnsanları nedensiz yere tutuklayan, yalan dolu iddianamelerle insanları yargılayan bugünkü adalet sistemine güvenim yok.
O nedenle bir talebim de yok.
Vereceğiniz kararın benimle bir ilgisi olmayacak.
John Fowles, bir romanında ‘dünyadaki bütün yargıçlar verdikleri kararlarla yargılanır’ der.
Doğru bir söz.
Bütün yargıçlar kendi kararlarıyla yargılanır.
Siz de kendi kararlarınızla yargılanacaksınız.”
Kalemine ve yüreğine sağlık Ahmet Altan…