Fotoğraf: AK Parti foto galeri.

AK Parti’nin “Geleceğe Dönüşü”: Yumuşama tezleri

AK Parti cephesinde yeni bir şey yok. Dışarıda tartışıldığı manasıyla, “yumuşamayı”; yani gerçek manada bir değişimi tartışan, öneren ve hatta düşünen de yok. Olsa, zaten bugünlere gelinmezdi. Bu gibi özeleştiriler, 2019 yerel seçimlerinden sonra; hele de, ikinci kez gerçekleştirilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı oylamasından sonra yapılırdı

SEZİN ÖNEY

06.04.2024

AK Parti’nin rüyasında (veya daha doğrusu kabusunda) bile görmediği bir 31 Mart tablosu ortaya çıktı. Şimdi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim sonuçlarına tepki vereceği; “sertleşme” mi, yoksa “yumuşama” mı yönünde tercih kullanacağı da tartışılıyor.

İki yazıyla, “yumuşama” ve “sertleşme” tezlerini ele alacağız.

Öncelikle, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim kayıplarına tepkisinin, bugünlerde hemen net biçimde okunacak biçimde gerçekleşmesi ihtimali düşük. Seçim gecesi gerçekleştirdiği konuşmasında başlattığı “hasar kontrolü” devrede şu an için.  Cumhurbaşkanı’nın, Düzce Belediye Başkanlığına yeniden seçilen Faruk Özlü’yü telefonda tebrik ederken, “Takma kafana, zaferin küçüğü büyüğü olmaz. Zafer zaferdir.” sözleri de, “hasar kontrolünün” bir başka örneği…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın asıl tepkisi ise önümüzdeki haftalara; belki aylara yayılacak. İlk sinyallerin ise, bayram dönemi sonrası olması muhtemel…

“Yumuşama seçilir” dışarıdan yapılan bir yorum

“Yumuşama”, AK Parti dışından gözlem yapanların yakıştırdıkları bir niteleme. “Yumuşama” ile, AK Parti’nin hak ve özgürlükler alanında daha “açık” davranacağı, yargının siyasallaşmasından geri adım atacağı ve hukuk devleti normlarına geri döneceği bir dönem tahayyül ediliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “yumuşamayı”, sadece AK Parti’yi iç siyasetteki eski başarı çizgisine çekmek için değil; ekonomik kaygılarla da tercih edeceği öne sürülüyor. Hem iç dengeleri sağlama, Batı ile ilişkilerini geliştirerek dış yatırım çekmek için bu yolu seçeceği düşünülüyor.

Dışından AK Parti’ye bakarak, Cumhurbaşkanı’nın tercihinin “yumuşamadan” yana olacağını iddia edenlerin tezleri mantıklı ama tek bir sorun var: AK Parti’de, “hak ve özgürlükler”, “hukuk devleti” gibi meselelerden bahseden yok…

AK Parti’nin Daha ziyade, AK Parti’nin eski siyasetçi isimlerinin de desteğiyle, 2002’deki “fabrika ayarlarına” dönülen bir döneme atıfta bulunuluyor: ancak, hangi politikalarla bunun yapılacağından ziyade, yeniden bir yükseliş dönemine girilmesi arzusu ifade edilmiş oluyor sadece.

“Altın Çağ” özlemi

Bu açıdan, Klasik Osmanlı tarihi okumalarında tasvir edilen, “Çöküş Dönemi’nde, Altın Çağ’a dönüş” tartışmalarındakine benzeyen bol özlemli bir hevesten başka bir şey yok ortada.

Hatta; AK Parti’nin hafta başındaki “seçim özeleştirisinden” dışarı yansıyanlara bakıldığında, ekonomi ağırlıklı yorumlar hâkim. Örneğin, kaynağı belirtilmeyerek, “AK Parti kurmaylarından” kamuoyuna yansıtılan şu ifadeleri ele alalım:

“Makro anlamda hizmet yapıyoruz ama mikro anlamda da vatandaşın cebine bir şeyler girmeli. Yol, tünel yapıyorsun ama benzin fiyatı almış başını gitmiş, ücretleri yüksek, zaten o yolu kullanmıyor ki karşılık bulsun”.

Benzer şekilde aynı haberlerde yer alan şu satırları ele alalım:

“Parti kurmayları seçmenin oylamanın “1 hafta-10 gün öncesinde tutum değiştirdiğini dile getiriyor. Bunun en önemli nedeni olarak da, emeklinin ‘ek zam’ beklentisinin karşılanmaması gösteriliyor.”

Bir de, örtük “başkanlık sistemi” eleştirileri var:

“Sandığa giden tepkili veya muhalif seçmen ise kaybettirmek için AKP karşısındaki en güçlü adaya yöneldi.

İstanbul, Sivas, Adıyaman, Kastamonu gibi yerler bu nedenle kaybedildi. Parti kurmaylarına göre yerel seçimlerde, başkanlık sisteminin de getirdiği keskin ayrışma ‘üçüncü partilere şans tanımadı.’”

Bu eleştiride dahi, “başkanlık sisteminin” sanki bir teferruatmış gibi geçtiğine dikkat çekelim.

Bir de, Cumhur İttifakı’nın en büyük ortağı MHP’ye, yine örtük şekilde dile getirilen serzenişler oldu. Yine MYK sonrası dışarıya yansıyan yorumlardan biri şöyleydi:

“Bir başka etken olarak ise, MHP ile ittifak dışında kalan yerlerde, iki partinin çekişmesi nedeniyle CHP’nin aradan sıyrılması gösteriliyor.”

Cumhurbaşkanı kimi sorumlu görüyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın MYK’dan kapsamlı şekilde “sızdırılan” konuşmaları seçimdeki kayıpların sorumluluğu üç aktöre yüklüyor: AK Parti Teşkilatı, Genel Merkez ve adayların kendileri.

Konjoktürel nedenler olarak ise; hayat pahalılığı, artan enflasyon ve emeklerin memnuniyetsizliğine dikkat çekiyordu Cumhurbaşkanı Erdoğan…

Seçim kaybında etkili faktörler olarak diğer sıraladıkları ise, partililere yüklenebilecek durumlardı:

> İsrail’le ticaret eleştirilerine yönelik “Gazze’yi anlatamadık” ifadesi, aslında partiye dönüp de, “siz anlatamadınız” demek manasına geliyordu.

> “Kibir hastalığı” atfı; ki, bu ifadenin sonradan iktidara yakın medyanın haberlerinden ayıklandığını düşünürsek, demek ki en çok batan çuvaldız bu olmuş.

> Ve MHP ile ittifakta öngörülemeyen hatalar yapıldığı; ki, bunu da şöyle ifade ediyordu Cumhurbaşkanı:

“Hangi konumda olursa olsun bu partide hiç kimsenin ‘layüsel’ olmadığını milletimize göstereceğiz. Elbette bu öz eleştiri sürecinde hem ittifak olarak girip kaybettiğimiz, hem de Amasya, Kütahya, Kırıkkale gibi iki parti ayrı ayrı girerek özellikle CHP’ye kazandırdığımız il ve ilçelerin durumunu da masaya yatıracağız.”

Bu sözlerden çıkarabileceğimiz, AK Parti ve MHP’de ittifak organizasyonu yapan; nerelerde ortak, nerelerde ayrı girileceğinin pazarlığını ve hesabını yapanların da sorumlu tutulacağı…

“Yumuşamayı” AK Parti’de kim istiyor?

AK Parti’de seçim sonrası tartışmalar, daha çok faturanın kime kesileceği üzerinden yürüyor gibi gözüküyor. Ve tabii, “faturanın kesilmesiyle” vitrindeki aktörlerin yeniden şekilleneceği dönem için kendini göstermek isteyenler, “fatura mağduru” olmak istemeyenler arasında yeni bir köşe kapmacaya benziyor.

O nedenle de, AK Parti cephesinde yeni bir şey yok. Dışarıda tartışıldığı manasıyla, “yumuşamayı”; yani gerçek manada bir değişimi tartışan, öneren ve hatta düşünen de yok. Olsa, zaten bugünlere gelinmezdi. Bu gibi özeleştiriler, 2019 yerel seçimlerinden sonra; hele de, ikinci kez gerçekleştirilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı oylamasından sonra yapılırdı.

Neye doğru “değişileceğinin” kararını Cumhurbaşkanı Erdoğan verecek. Ve o karar, AK Parti’yi geride bırakmak bile olabilir. Tıpkı Rusya’da Vladimir Putin’in, partisi “Birleşik Rusya”dan bağımsız bir “devlet adamı”, “Kremlin’in lideri” gibi bir konuma kendini yükseltmesi gibi bir dönüm noktası da mümkün.