Alkolik evsizin haysiyeti

Şeytanî güdülerin varlığı ya da insanî fren mekanizmalarının yokluğu, bazı hastalıklı bireylere özgü mesele midir, ortam meselesi midir?

ÜMİT KIVANÇ

05.06.2019

 

Kanghua Ren, Youtube âleminde tanındığı adıyla ReSet, Çin’de doğmuş, İspanya’da büyümüş bir genç adam. 21 yaşındaki ReSet, İspanya ve Latin Amerika’da en popüler iki yüz Youtube’çu arasında. The Guardian’a göre 1,1 milyon, Al Jazeera’ya göre 1,2 milyon takipçisi var. Videoları şimdiye kadar toplam 111 milyon defa izlenmiş. Sayfasına reklam alıp para kazanıyor.

Popüler Youtube’çu ReSet’in aklına bir gün, sayfaya tık çekecek şahane bir fikir geliyor. Evet, şahane. Aynen! Gidip bir paket Oreo bisküviti alıyor ve bisküvitlerin arasındaki kremaları güzelce sıyırıp atıyor, yerlerine diş macunu sürüyor. Sonra çıkıyor, Barcelona sokaklarında yaşayan bir Romanyalı evsize bisküvi paketini veriyor. Adamın eline bir de yirmi Euro sıkıştırıyor. Ve karşısına geçip video kaydına başlıyor. 52 yaşındaki evsiz adam diş macunlu bisküvitleri yiyor. Ve kusuyor.

ReSet, bunları çektiği videoyu Youtube sayfasında yayımlıyor. Neyse ki birileri ayağa kalkıyor, video birkaç gün sonra kaldırılıyor. Kopan gürültüden yaklaşan tehlikeyi sezen ReSet hemen çıkıp adamı aramaya koyuluyor. Adamın kızını buluyor. Şikâyetçi olmasınlar diye kıza üç yüz Euro veriyor. Bu ReSet için kayda değer bir harcama değil, çünkü sırf bu videodan iki bin Euro kadar para kazanmış durumda.

Üç yüz Euro işe yaramıyor, dava açılıyor. ReSet’in davası, kadın yargıç Rosa Aragonés’e düşüyor. Duruşmada ReSet, “Belki biraz fazla ileri gittim,” diyor. “Ama işe iyi tarafından bakın: bu sayede adam dişlerini temizleyebildi. Yoksul düştüğünden beri fırçalamamıştır sanırım.”

Yargıç ReSet’in gözünün yaşına bakmadı, diyeceğim, ama genç adamın gözünden kimse için yaş akacağı benzemiyor, gördüğünüz gibi. ReSet, on beş ay hapse, yirmi bin Euro tazminat ödemeye mahkûm oldu. (Bir cezası daha var, aktaracağım.)

Yargıç Rosa Aragonés, kararını açıklarken, ReSet’in zalimliğe eğilimli olduğuna, savunmasız, kolay incitilebilir kurbanlara yöneldiğine dikkat çekti. Ve onun suçunu şöyle tanımladı: “bir insanın haysiyetini zedelemek”! Aragonés’in hükmünü ilan ederken kullandığı ifade, dünyanın ve hele bizim buraların şu haline bakınca, masal diyarından esinti gibi: Suçlu, dedi yargıç, “alkolizm yüzünden hayatı berbat olmuş, sokaklarda yaşayan… kendinden çok yaşlı, savunmasız, evsiz bir insanı aşağıladı ve taciz etti”. Aragonés bununla da kalmadı. Küstahlık ve acımasızlığı değer haline getiren Zamane Ruhu ile sanal âlemde yetişen sorumsuzluk, umursamazlık, ilgi çekmek için her haltı meşru sayma illetlerinin bileşiminden meydana gelen zehri de teşhir etti: sanık, bunları “takipçilerinin hastalıklı ilgilerini cezbedebilmek” ve sayfasındaki tıkları artırıp reklam gelirini yükseltmek için yaptı, diye özellikle belirtti. Nitekim ReSet, “Benim yaptığım bir gösteri işi,” diye konuşmuştu mahkemede. “İnsanlar iğrençliği beğeniyorlar.”

“Like” diyor yani; tılsımlı göksel armağan…

ReSet, ilk defa suç işleyenlerin aldığı iki yıldan düşük cezaların ertelenmesini öngören İspanya kanunları sayesinde hapse girmekten kurtuldu. Ancak, yirmi bin Euro’yu ödeyecek. Ve işte üçüncü cezası: Youtube fenomeni genç adam, beş yıl boyunca herhangi bir sosyal medya hesabına sahip olamayacak.

İlk soru şu: Acaba bir yolunu bulup sanal âlemde iğrençliklerine devam etmeyecek mi? Bilemeyiz. Etmezse, bu ihtiyacını nasıl giderecek, onu da kestirmek zor. Muhtemelen daha berbat işlere girip çıkacaktır. Veya takipçisi, beğenicisi, tıklardan kazandığı reklam parası filan olmayınca kimseye iğrençlik yapmayacak da olabilir.

 

Esas soru

 

Fakat galiba esas sorunun bunlarla ilgisi yok: İnsanları kendilerinden zayıf durumdakilere bu kadar rahat kötülük yapmaya yönelten içsel güdü nedir? Ya da şöyle soralım: Böyle, üstelik ucuz, yapanı da yükseklere çıkarmayan, aksine, alçaltan kötülükleri yapmaktan insanı alıkoyması beklenen içsel güdüler bazılarımızda niye yok? Şöyle de sorabiliriz: Bu şeytanî güdülerin varlığı ya da insanî fren mekanizmalarının yokluğu, bazı hastalıklı bireylere özgü mesele midir, ortam meselesi midir? Ortam derken, başta Zamane Ruhu’nu kastediyor olmalıyız herhalde.

Hangi ihtimalden yana olursanız olun, sanırım şuna itiraz etmezsiniz: Ortam böyle şeyleri teşvik eder veya engeller. Şunlarda da aşağı yukarı hepimiz anlaşırız sanıyorum: Kimi insan, her türlü kötülüğün teşvik gördüğü ortamda bile kötülük yapmaz, kimisi de bin türlü iyiliğin ortasında bile, başkasını ezmekten zevk alır, fesat peşinde koşar, sırf birisine yardım edebilecekken etmemekten dahi tatmin duyabilir.

Çin doğumlu İspanyol Kanghua Ren’in, Türkiye’de yaşasa, böyle bir suçtan yargılanma ve hüküm giyme ihtimali olur muydu? Sırtı bile sıvazlanabilirdi, yılışık zalim yalakalarının kahkahaları eşliğinde. “Olm nasıl yedirdin lan Suriyeli’ye macunu!” diye omzuna pat pat vurulabilirdi.

Yaygın lumpen kültürü ve onun beslediği âdetâ kendinden faşizmli mahalle delikanlılığı alt-kültürümüz bir yana, sokakta yaşayan alkolik evsizin haysiyetinin zedelenebileceğini varsayan, bunu mesele edecek, hükmüne eksen yapacak kaç yargıcımız vardır? Sözkonusu kararı verecek ve meseleyi alkolik evsizin haysiyetine bağlayacak yargıçla alay edilir miydi? Edilmez miydi? “Artizlik yapmış lan” denir miydi? Denmez miydi? Ya da belki alkolik evsizin hangi partiye oy verdiğine bakılabilir, ona göre hakkı korunur ya da “s.ttirsin terörist!” falan diye itelenirdi. Bakılmaz mıydı? İtelenmez miydi?

Adalet dediğimiz şeyin aranacağı alanın sınırı nereden başlar? Eğlence olsun diye diş macunlu bisküvit yedirilip kusturulmuş alkolik evsizin haysiyetini içine alır mı bu sınır? Dışarıda mı bırakır?

Haysiyet başlığı, bizim hayatî meselelerimizin arasında yeralıyor mu, diye sormalıyız belki başta.

Alacağın olsun Rosa Hanım, ne muazzam özlemleri alevlendirdin içimizde! Yani hikâyenin kahramanlarından birine “aşkolsun”lu kırgınlık duyuyoruz.

İkinci kahramana üzülüyoruz, ama onun alkolik olanıyla, olmayanıyla, kaldırımda yatanıyla, çöpten eşeleneniyle hep karşılaşıyoruz; yanından geçip iki adım attığımızda onu çoktan unutmuş oluyoruz. Onun çöpten eşelendiği dünyada yaşamak bize ağır gelmiyor. Haysiyetimize bir şey olmuyor. Belki bu yüzden, onun haysiyetine neler olduğunu hiçbir zaman düşünmüyoruz. Belki bu yüzden bizim haysiyetimize de epey birşeyler oluyor.

Üçüncü kahraman da belki bizi ölçü alıp kan dondurucu umursamazlığını takınabiliyor. ‘Onlar yanından geçip gidiyor, ben de alt tarafı bir diş macunu yedirdim, ne olmuş ki!’ diyor. Herhalde. Bu kahramandan da çok var etrafta. Hepsi üstünlük tatmak için evsizlerin peşinde koşmuyor. Kimin açığını ne zaman bulabilirlerse sıkıyorlar diş macunlarını zaaflarının, kırıklarının üzerine.

İkinci kahramanı o rolden kurtaramıyoruz. Üçüncünün türevlerinden biz kurtulamıyoruz. Bari Şu Rosa Hanım’dan biraz olsaydı civarda.