…ama herkes “sosyal devlet” istiyor

Kürtlerin “güç sahibi olmama” dalındaki liderliğine ek olarak, araştırmanın belki en hazin tablosuna bakıyoruz: Kime kötü davranılıyor?

ÜMİT KIVANÇ

04.02.2022

 

TurkuazLab’ın Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları 2020 Araştırması’nın sonuçlarını aktarmaya ve ele almaya devam ediyoruz.

“Ahlâkî üstünlük” — Hele “ahlâkî üstünlük”e dair soruya verilen cevaplar var ki, mazallah! İnsanlara kendilerini yakın ve uzak hissettikleri parti taraftarlarının özelliklerine dair yargılarını sormuşlar. Araştırmaya katılanlar, siyasî tercih bakımından kendine yakın gördüğü insanlara müthiş özellikler atfediyor. Ne kadar inanarak, ne kadar söylem icabı, haliyle bilemiyoruz. Ancak insanımıza göre, kendine yakın gördükleri (oranları yuvarlayarak aktarıyorum) yaklaşık % 80 ile 87 arasında, şu hasletlere sahipler: vatanseverler, ülke yararına çalışıyorlar, onurlu, açık fikirli, zeki ve cömertler. Uzak gördükleriyse, yine yaklaşık % 77 ile 85 arasında, kibirli, bağnaz, zalim, bencil, ikiyüzlü kimseler ve ülkeye tehdit oluşturuyorlar. Bir tarafta en yüksek oranı vatanseverliğin, öbür taraftaysa ikiyüzlülüğün tutturduğunu ekleyeyim. Yani dünyanın en ikiyüzlü hareketini de destekleseniz, başkalarını ikiyüzlü ilan edebiliyorsunuz…

 

Hoşgörü?! — Sevilmeyen kesime tanınanacak haklar hususunda, memleketimizin en içi boş kavramı olan hoşgörüyü azıcık hatırlıyoruz. On kişiden yaklaşık dördü, o istemediği grubun yaşadığı yerde yürüyüş, toplantı ve basın açıklaması yapmasını uygun görmüyor. Gerçi bunlara cevaz verenler de az değil: on kişiden üçü-dördü “olabilir” diyor. Ancak bu on kişinin “valla bilmem ki”ci ikisi ne tarafa ağırlık koyarsa manzara ona göre değişecek. Bunları birer birer paylaştırınca da toplumun neredeyse yarısının istemediklerine topluca ses çıkarma hakkı tanımadığı anlaşılıyor. Demokrasiden azıcık nasibimizi almış olsaydık, toplum çoğunluğu sevmediklerinin haklarını gönülsüzce de olsa tanır, hak tanımazlığın bu raddesi ancak küçük bir faşizan azınlıkta görülürdü.

 

Uzaklarda tek başına • Araştırmanın en sevimsiz grafiği, “Parti tabanları ve birincil kimlikler” başlıklı “Mütekabiliyet Haritası”. Burada, üstte Atatürkçüler’den başlayıp altta Ülkücüler’e uzanan bir alan içerisinde, CHP, İYİP, AKP, MHP çevresine dağılmış olarak şu grupları görüyoruz: Laikler, Aleviler, Modern insanlar, Eğitimli insanlar, Türkler, Azınlıklar, Dindar insanlar, Muhafazakârlar, Milliyetçiler. Grafiğin en sağında, hepsinden çok ayrı bir yerde HDP ve Kürtler yeralıyor. Görüntü başlıbaşına huzursuzluk verici.

 

 

“Biz şahaneyiz, ayrıcalık hakkımız!” — En az bu kadar huzursuzluk verici, rahatsız edici bir gerçek de, mevcut iktidar koalisyonu taraftarlarını adalete, hakkaniyete çağırma peşindeki bizlerin işinin ne kadar zor olduğunu ortaya koyan, “Partiler ve grup üstünlüğü” konusundaki cevaplar. Görüşülenlere, “Katılıyor musunuz?” diye sorularak, bazı tesbitler-önermeler sıralanmış. Teker teker ele alalım.

AKP’lilerin % 68’i, MHP’lilerin % 63’ü, “Hükümet, benim grubumdakilere diğer insanlar kadar saygı göstermektedir,” demiş.

AKP’lilerin % 58’i, MHP’lilerin % 52’si, “Son beş yılda benim grubumdaki insanların sözleri daha fazla geçer hale geldi,” demiş. 

Ve buna AKP’lilerin % 53’ü ile MHP’lilerin % 49’u, başka insanların kendi gruplarındaki insanlara “özendikleri” iddiasını eklemişler.

Bu üç cevaptan hareketle şöyle bir hükme varsak: İktidarın destekçileri ayrıcalıklı hale gelmekte olduklarının farkındalar, bundan memnunlar ve başkalarının kendilerine “özenecek” konumda oluşunu da ikramiye gibi cebe atıyorlar.

Yalnız iş maddiyata geldiğinde AKP’liler ile MHP’liler arasında fark doğuyor. “Son beş yılda benim grubumdakilerin maddî durumu başka insanlara göre daha iyileşti” diyen AKP’lilerin oranı % 50 iken, MHP’lilerinki % 34’te kalmış. İlginç olan, İYİP’lilerin daha fazlasının (% 36) buna evet demesi. Yalnız işi son beş yıla bağlamadığımızda MHP’lilerin cevapları değişiyor. Yani kendi grubunun maddî durumunun zaten başkalarından iyi olduğunu düşünen MHP’liler % 42’ye yükseliyor. 

Maddî durum-iktidar destekçiliği bağlantısını daha berrakça ortaya koyan cevap, iş bulma imkânlarına ilişkin soruyla ortaya çıkıyor. AKP’lilerin % 49’u, MHP’lilerin % 44’ü, bu konuda kendi gruplarına mensup kişilerin daha geniş imkâna sahip olduğunu… itiraf ediyor mu demeliyiz?

Buradaki son soru-cevap, yukarıda andığım grafikteki gibi, HDP seçmenini tamamen farklı yere koyuyor. “Türkiye’de benim grubumdan insanlar güç sahibi değildir” önermesini sahiplenenlerde HDP’liler % 53’le açık ara birinci. Güç sahibi olmadığını en az düşünenlerse MHP’liler: % 27. Bayağı bayağı benimsemişler iktidar konumunu. Onları oradan indirmek zor olacak, indiklerinde de muhtemelen bunalıma girecekler. Fakat şu an için ortam onlar için pek elverişli. Niye mi?

 

“Bana kötü davranılıyor” — HDP ve Kürtlerin, grafikte uzaklara atılışına ve “güç sahibi olmama” dalındaki açık ara liderliğine ek olarak, bütün araştırmanın belki de en hazin, en esef verici tablosuna bakıyoruz: Kime nerede kötü davranılıyor? Bu tabloda, her sütunun alt kısmında renk renk parti adları toplaşıyor, her sütunun yukarılarında bir yerde, HDP tek başına göze çarpıyor. HDP’liler iş başvurularında (% 55), karakollarda (% 54), devlet dairelerinde (% 50), üniversitelerde (%40), hastanelerde (% 38), lüks mağazalarda (% 38) ve sokakta (% 32) kendilerine kötü davranıldığını belirtiyorlar. Allahtan memleketimizde ırkçılık yok; ya olsaydı!..

Bu tabloda Cumhuriyet tarihi bakımından en çarpıcı olansa, “bana kötü davranılıyor” istatistiğinde bütün şıklarda ikinciliği CHP’lilerin alması!? CHP’liler en çok (% 22) iş başvurularında kötü muamele görmekten şikâyetçi. 

MHP’lilerin bütün bu ortamlarda en az kötü muamele görenler olduklarını beyan etmeleri, kimi zaman AKP’lilerin bile onlardan çok yakınıyor oluşu ayrıca kayda değer.

 

Araştırmanın bazı bölümlerinden de parça parça veriler aktaracağım. Göze çarpan ve üstüne düşünülebilir gördüklerimden. 

 

Kayyımlar, otoyollar — Meselâ, seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınması ve yerlerine kayyım atanmasını katılanların yarısı doğru bulmuyor. On kişiden üçü bunu onaylıyor. Otoyol ve köprü yapan firmalara gelir garantisi verilmesini, daha da fazlası, katılanların % 63.4’ü yanlış buluyor. Doğru bulansa yalnız % 14.5. Her on AKP’li ve her on MHP’liden dördü de yanlış bulanlar arasında. Kayyımlar konusunda on AKP’liden üçü, on MHP’liden ikisi iktidarın icraatına karşı. On İYİP’liden dördünün demokrasinin bu şekilde iptalini onayladığını da görmez gelemeyiz.

 

Kadına şiddet: Kim önleyecek? — Katılımcıların büyük çoğunluğunun üzerinde uzlaştığı bir tesbiti belirtmeden geçmeyeyim: “Türkiye’de kadına yönelik şiddet yaygın mıdır?” sorusuna “değildir” cevabı verenler en çok AKP destekçileri arasında. Ama on kişinin ikisi bile değil: % 15.6! Hangi partiden olurlarsa olsunlar, katılımcıların en az % 80.5’i kadına şiddetin yaygınlığını teslim ediyor, genel olarak % 87.6’lık bir oran tutturuyorlar. 

İşin ilginç yanı, kadına şiddetin azaltılmasında en büyük sorumluluğu devlete (“hükümet”) yüklerken de başka konularda görülmeyen bir uyum içinde herkes. AKP’lilerle MHP’liler bile (% 60-59) öbürkülere yaklaşıyorlar. Aileyi sorumlu görmekte ise öbürküleri geçiyorlar. Kabahati en çok eğitim sisteminde bulanlar CHP’liler arasında fazla, sivil toplum kuruluşlarına sorumluluk yüklemede HDP’liler ile MHP’liler ön sırada. Herkesin en çok devletten, en az sivil toplum kuruluşlarından fayda beklemesi, kafa yapısı değişiminden çok cezalandırmaya bel bağladığımızı gösteriyor olmalı. Bize uygun, ancak konu acil ve kesin çözüm gerektirdiğinden belki başka mevzulara göre bu tercih görece mâkûl görünüyor.

 

Kurumlara güven —  On kişiden yedisinin (% 72.6) en çok güvendiği kurumun, hâlâ -15 Temmuz sonrasında bile- “ordu” oluşu zihin bulandırıcı. Güven sıralamasında orduyu % 58.8 ile “Sağlık Bakanlığı” izliyor (verinin 2020 sonuna ait olduğunu atlamayalım). Türk Tabipleri Birliği üçüncü sırada: % 50.4. Liste üniversiteler (% 50.1), belediyeler (% 48), cumhurbaşkanlığı (% 47), hükümet (% 46.6), Meclis (% 41.8) diye giderken, “mahkemeler”e on kişiden dördünün hâlâ güvendiği verisiyle karşılaşıyor ve cevapların güvenden çok güncel siyasetle ilişkili olduğu yollu tahminimize daha bir güveniyoruz. Dünya Sağlık Örgütü % 41.4’le “mahkemeler”in ardından geliyor, Diyanet İşleri’ni (% 40.8) az farkla geride bırakıyor. “Siyasî partiler”e sıra ancak bunlardan sonra, puanlamada sıkı düşüşle birlikte geliyor. % 40’ların üstünde gezinen kurumların ardından, partilerin dört kişiden ancak birinin güvenini kazanabildiğini gösteren % 24.9 oranına düşüyoruz. NATO bile % 22’de! Avrupa Birliği, bizzat Avrupalı politikacıların bencillikleri, aymazlıkları ve bizdeki sağın solun bunca yıllık tahrip gayretleri sonucu, beş kişiden birinin güvenini zorla kazanabiliyor (% 21.1), ama sondan üçüncü sıradaki yeriyle henüz felaketin büyüğünü değil küçüğünü cisimleştiriyor. Zira güven listesinin sonunda yeralan iki başlıktan biri “basın kuruluşları”, öbürü Birleşmiş Milletler!

 

AB: “Güvenmiyoruz ama girelim” — Tabiî toplumumuzun orada öyle şurada şöyle konuşma geleneği ve bağlantı kurma-bütünlük gibi kavramlardan yoksun oluşumuzun sonucu olarak ortaya çıkan garipliğin çeşitlemelerinden biri burada da karşımızda. Göstereyim.

AB’ye güven yerlerde sürünüyor, peki. Niye? Çünkü her on kişiden sekizi, “Avrupa, Türkiye’de PKK gibi bölücü örgütlerin güçlenmesine yardım etmiştir” görüşüne katılıyor. Şuna da katılıyor: “Avrupalı devletler, geçmişte Osmanlı devletini bölüp parçaladıkları gibi, şimdi de Türkiye’yi bölüp parçalamak istemektedirler.” Hattâ on kişiden yaklaşık yedisi, “Avrupalıların Türkiye’ye karşı tutumlarının arkasında Haçlı Ruhu’nun yattığına” inanıyor. Yaklaşık altısı, AB’ye üye olmak için yapılan reformların “kapitülasyonlardan farksız” olduğunu düşünüyor. Hattâ yine yaklaşık altısı, AB’nin Türkiye’den taleplerinin “geçmişte Sevr Antlaşması’nda istenenlerle benzer” olduğuna kâni. Bu konuda memleketimizde sağ ile solun başka hiçbir konuda olmadığı kadar birbirlerine yaklaştıklarını hatırlatmak gerekir mi? Nihayet, yine on kişiden altısı “Türkiye’deki Batılılaşma çabalarının Batı taklitçiliğinden öteye gidemediği”nden emin.

Lâkin bütün bunlara rağmen, “tam üyelik için referandum olsa..?” diye sorulduğunda, bu işe en çok karşı çıkan MHP’lilerin bile % 34.8’i evet diyeceğini belirtiyor (‘hayır’ diyen MHP’liler de öyle ezici çoğunluk değil: % 50.4). AKP’lilerde evet-hayır oranı, evet lehine: % 42.5’e 41.4. CHP’lilerde evet (% 64.8), HDP’lilerdekinden (% 62.3) bile fazla. İYİP’te de yarıdan fazla (% 52).

 

Partilere göre güven tablosu — Güven tablosu partililere göre düzenlendiğinde ortaya çıkan sonuçlara gelince. Ordu, Sağlık Bakanlığı, TTB, üniversiteler, belediyeler, cumhurbaşkanlığı, hükümet, Meclis, mahkemeler, siyasî partiler ve basına en az güven duyanların hep HDP seçmenleri oluşu ilginç değil elbette. MHP’nin güvensizlikte başı çektiği üç kurum, Dünya Sağlık Örgütü, NATO ve BM. MHP taraftarları, üniversitelere pek güveniyorlar. Ne de olsa özellikle taşrada çoğu kendi ellerinde. İYİP’liler, Diyanet’e ve AB’ye güvensizlikte en başta. CHP’liler, TTB’ye, NATO’ya, AB’ye ve BM’ye en çok güven duyanlar. Gerikalan her şeyde AKP’liler iktidarın her zerreciğine muazzam güven beslediklerini düşünmemizi istiyorlar.

 

Ortak nokta: “sosyal devlet” — Araştırma, memleketin şu şartlarında belki de her şeye rağmen beklenmedik bir birleştirici çıkış yolunun bulunabileceğini ortaya koyan, ilginç bir veri sunuyor. Herkesin hep beraber, pekâlâ net olarak “sosyal devlet” diye tanımlanabilecek bir devlet işlevi istediği görülüyor. Hastalara sağlık hizmeti, yaşlılara, işsizlere mâkûl hayat standardı, ailesinde bakıma muhtaç birileri bulunana ücretli izin, çalışan anababalara çocuk bakım desteği ve çalışmak isteyen herkese iş bulunması gibi işleri “devletin sorumluluğu” sayanların oranı, en düşük olduğu kalemde ve en düşük olduğu kesimde bile % 56’nın altına inmiyor. 

Bunların hepsini HDP seçmeninin büyük çoğunluğu (% 86-94) devletin sorumluluğu olarak görüyor. Hepsinde devlete en az sorumluluk yükleyenlerin AKP seçmeni oluşu, bu partinin İslâmcılıkla, Türkiye İslâmcılığının Müslümanlıkla, dindarlığın dayanışma ve hayırseverlikle ilişkileri bakımından epey huzursuz edici olabilirdi; işin içine ahlâk, tutarlılık vs. gibi yabancı kavramlar girebilseydi. Yine de, bu sayılanlar için “devletin sorumluluğudur” diyenler, Şark işi neoliberalizmin bu yırtıcı partisinde bile, iş bulma konusundaki % 56’nın altına düşmüyor. Hattâ sağlık hizmeti ve yaşlılara mâkûl hayat standardında % 68-69’a yükseliyor. CHP’lilerin sosyal devlet talepleri, % 79-84 arasında, yani çok yüksek. İYİP’liler ve MHP’liler bile % 65 ile % 78 arasında geziniyorlar.

Peki o halde biz neden böylesine acımasız, pervâsız, ipten kazıktan kurtulmuş bir kapitalist düzen içerisinde ıstırap çekiyoruz? Acaba bu soruyu sahiden, hak ettiği ölçüde sarih ve gürültülü sormadığımız için mi?

 

TurkuazLab araştırmasının sonuçlarını aktarmaya burada son veriyorum.


Tepedeki fotoğraf: 30 Ocak 2022'de, İstiklal Caddesi'nde Kürtçe şarkı söyleyen sokak müzisyenlerine polis engeli. Fotoğrafı paylaşan: Ferhat Encü.

* Ümit Kıvanç'ın TurkuazLab’ın Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları 2020 Araştırması’nın sonuçlarını ele aldığı ilk yazısını da burada okuyabilirsiniz.