Anayasa koyucu abesle mi iştigal etmiş?
66. maddedeki “Türk Devleti”, ikinci maddedeki “insan hakları saygılı devlet” ifadeleri, üçüncü madde metinden çıkarılan ve üst başlığa alınan “resmî dil” ifadesi insanı ister istemez anayasa koyucunun niyetini düşünmeye yöneltiyor
31.10.2024
Eski hukukçuların kullandıkları önemli bir ifadedir “Anayasa koyucu abesle iştigal etmez” ifadesi.
Yeni bir anayasa konusu açıldığından beri Anayasanın ilk dört maddesi, Kürt meselesi ise ne zaman gündeme gelse Anayasanın 66. maddesi hemen masaya geliyor.
Ben de bu konulara yukarıda sunduğum, eski hukukçuların çok kullandıkları “Anayasa koyucu abesle iştigal etmez” ifadesi üzerinden yaklaşmak istiyorum.
Anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen birinci maddesi şöyle: “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir”; çok net, muhtemelen de üzerinden çok geniş mutabakatın olduğu bir madde.
Ancak, anayasa yazımı ciddi bir iştir, kavramlar rastgele kullanılmaz, anayasa koyucu da abesle iştigal etmez.
Bu maddenin hemen arkasından, Kürt meselesi gündemde ya, açıyoruz Anayasanın 66. Maddesini ve başlangıcını okuyoruz.
Maddenin yazımı şöyle başlıyor: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.”
“Anayasa koyucu abesle iştigal etmez” ifadesini ciddiye aldığım için içime bir merak kurdu düşüyor bu 66. Maddeyi okuduğum zaman, neden Anayasanın değiştirilemez birinci maddesinde “Türkiye Devleti” ifadesi kullanılmış iken 66. Maddede neden “Türk Devleti” ifadesi tercih edilmiş acaba?
Anayasa yazımı bu kadar gayriciddi bir iş midir ki, bir yerde “Türkiye Devleti”, bir yerde “Türk Devleti” ifadesi kullanılmış?
İşin ilginç tarafı da 1961 Anayasasında da aynı tuhaflık var, birinci maddedeki “Türkiye Devleti” ifadesi 54. Maddede (1961 Anayasasında vatandaşlık Madde 54’de düzenlenmiş) “Türk Devletine” dönüşmüş.
1961 ve 1982 Anayasalarının koyucuları birinci maddede daha hukuki bir tabiri tercih ederken acaba neden vatandaşlık maddelerinde ( sırasıyla 54 ve 66) daha etnisite çağrıştırabilen bir kelime kullanılmış?
“Anayasa koyucu abesle iştigal etmeyeceğine” göre, vardır bir nedeni diyelim ve geçelim mi?
Gelelim Anayasanın ikinci maddesine.
İkinci maddede 1982 Anayasasında Türkiye Cumhuriyetinin nitelikleri tanımlanırken devletin insan haklarına saygılı bir devlet olduğu yazıyor, saygı kelimesine dikkat lütfen.
Oysa, 1961 Anayasasında aynı maddede “devletin insan haklarına dayalı” olduğu yazılı, burada da lütfen “dayalı” kelimesine dikkat.
Saygı da önemlidir ama saygı aynı zamanda bir mesafe de içerir kavram olarak, oysa devlet insan haklarına saygılı değil dayalı olmalıdır; bir inşaat taşıyıcı kolanlara dayalıdır, kolonu giriş katına araba galerisi yapmak için keserseniz, apartman çöker, devlet de insan hakları ihlali durumunda çökmüş olarak değerlendirilir, değerlendirilmelidir oysa saygıda kusur olursa insan haklarına durum farklıdır.
Peki, yine aynı konuya dönelim, 1982’de Kenan Evren ve şürekâsı bu değişikliği, dayalıdan saygılıya geçişi neden tercih etmiştir, anayasa koyucu abesle iştigal etmez ise bu değişikliğin mantığını iyi değerlendirmek ve sonucunda da mutlak bir ilk dört madde güzellemesi yaparken çok defa düşünmemiz lazım.
Üçüncü maddede de benzer bir tuhaflık mevcut, bu maddede “Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir” ifadesi var, resmî dil ifadesi maddeden çıkarılıp üst başlığa konmuş.
Oysa 1961 Anayasasında ifade değişik ve şöyle: “Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Resmî dil Türkçedir”.
Benim aklım hep o “abesle işgal etmez” ifadesinde ve buralara da o nedenle gelmiş bulunuyorum.
Yine durum aynı, Kenan Evren ve şürekâsı üçüncü maddedeki bu değişikliği neden tercih etmiştir?
Şayet “Anayasa koyucu abesle iştigal etmiyor ise” bu değişikliklerin nedenlerini iyi düşünmeli ve belirli kalıplara hapsolmadan konuşmalıyız diye düşünüyorum.
Geçenlerde anayasa hukuku profesörü ve İstanbul Barosuna başkan seçilen İbrahim Kaboğlu’nun ilk dört maddeye ilişkin yaptığı “olumlu değişikliklere açık olmalıyız” ifadesini doğru bir ifade olarak değerlendiriyorum ama Kaboğlu’na bu açıklaması sonrası bizim seküler mahalleden gelen çok sert eleştirileri de biliyoruz, eleştiriler adeta ifade özgürlüğünün kullanımına, engel demeyelim ama, caydırıcılığa kadar gidebiliyor.
Cumhuriyet bayramı haftasındayız, Cumhuriyetin tanımına girmek istemiyorum, işim de değil ama birisi bana Cumhuriyet nedir diye sorsa biraz vülgarizasyona kaçarak içi evrensel hukuk ilke ve kurumları ile doldurulmuş, içinde insan gibi yaşanabilecek bir yönetim biçimi diyebilirim ama böyle bir yönetim biçiminin olmaz ise olmazı en geniş sınırlarıyla (şiddet çağrısı) tanımlanan ifade özgürlüğü olmalı.
Bizim mahallenin de (yegane ortak yanımız muhtemelen seküler yaşam biçimi tercihimiz) ifade özgürlüğü konusunda, mesela Anayasanın ilk dört maddesi, biraz daha hatta epey açık olmalı diye düşünüyorum, “ilk dört maddeyi tartıştırmam bile” zihniyeti ve üslubu ile mesafe almamız çok zor.
66. maddedeki “Türk Devleti”, ikinci maddedeki “insan hakları saygılı devlet” ifadeleri, üçüncü madde metinden çıkarılan ve üst başlığa alınan “resmî dil” ifadesi insanı ister istemez anayasa koyucunun niyetini düşünmeye yöneltiyor.
Yoksa abesle mi iştigal etmişler sizce?