Anneliğin kutsallığı ve 5275 No’lu Kanun
İnsanlar, insan evlatları; insanî hukuka geri dönelim…
23.12.2017
Ayşe Öğretmen’e tebligat gelmiş; Ayşe Çelik’e. Hani, “Beyaz Şov”u arayıp da, “Çocuklar ölmesin” dediği için 1 yıl 3 ay hapse mahkûm edilen Ayşe Çelik’e. Şimdi, iki aylık kızı Deran da var ve beraber girecekler hapse…
Ailenin kutsallığı ve bir kadın olarak, her şeyden ama her şeyden önce “anne” olmanın gerekliliği, sosyal ve politik bir norm olarak sürekli gündemde mâlum.
Oysa o kadar çok farklı kadın ve o kadar çok farklı yaşam, farklı kader çizgisi var ki.
Kadınlar…
Çocuk istemeyen,
İsteyip de çocuk sahibi olamayan,
Çocuğu olup da onu kaybeden-evlat acısı yaşayan,
Çocuğu ile büyük sorun yaşayan,
Çocuğu olup da, onu duygusal şantaj vesilesi olarak veya bir biçimde kullanan,
Çocuğu olup da onu umursamayan,
Çocuğu olup da onu kendi sigarası, keyfi için araç gibi kullanan,
Çocuğu olup da deyim yerindeyse saçını süpürge eden,
Çocuğu olup da terk eden,
Ve anne de olmadan, annelik duygusuyla “Çocuklar ölmesin” diyenler…
Daha ne hâller, hâller… Anneliğin ve annelerin, insan hâli kadar sayısız türü, tezahürü var.
Kendini en mükemmel sananların en beter, en beter sananların en mükemmel olabildiği; en mükemmel gözükenlerin en beter, en beter gözükenlerin en mükemmel olabildiği bir “müessese” annelik.
Annelik adaletinin terazisi, tartısı dünyadaki en ağır ve hükmünü en hassas tartan terazi; hiç beklenmedik yerden tokadını vurabilen bir terazi.
Dolayısıyla “annelik”, toptancı bir yaklaşımla, “kutsal” bir kavram değil; ama bir vesile. Kendi ötesinde bir varlığı sevmek ve onunla, onun için dönüşerek kendini ve bir başkasını daha iyi biri, daha iyi biçimde var edebilme şansının tam da göbekte düğümlenen hâli.
Annelik, egonun sıfır noktası: tabii, idealinde: Gerçekte kaç kişi için böyle ve olabiliyor?
Bir hamilelik ve bir bebek; her bir çocuğun kendisi, hayatın gebeliği demek.
Asıl hamilelik, bir bebek dünyaya gelince; bir çocuk dünyaya gelince başlıyor.
Nasıl şekillenecek, ona neler verilecek?
Soykırım nefretine kapılmadıysanız eğer, insanca bir şeyler varsa içinizde; bebekleri de, beyaz boş sayfalar gibi kabul eder, onlara merhamet duyar ve onları bir biçimde affeder, sahiplenirsiniz.
Çok hain ve insanlık dışı suçlara, tek bir bakışta yani “prima facie” kanıtlanan suçlara bile; sırf o insanî hata payını da ölçerek, çok ince hesaplayarak bakmak, hükmetmek gerek…
İnsanlığın doğası aslında bu; yüzbinlerce yıldan kanun üzerine kanun, yasa üzerine yasa, hukuk üzerine hukuk koyarak geldik. ‘’Beğenmeyen ormana’’ diyemeyeceğim; hem ormanlar, insanlık ve doğa hukuku tanımazlar tarafından yok ediliyor hem de ormanın da kendi içinde bir kanunu var.
İnsanlar, insan evlatları; insanî hukuka geri dönelim.
2017; yani 21. yüzyıl Türkiye’sine…
5275 No’lu Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'a göre, hamile ya da 6 aydan küçük bebeği olan hükümlü kadınların tutuklulukları ertelenmek zorunda. Kanunda "terör suçları ve örgüt faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlar" durumunda tutukluluğun ertelenmeyeceği belirtilse de, bu hüküm de yalnızca "cezası kesinleşmiş kadınlar" için uygulanabiliyor.
Tabii, “cezası kesinleşenler” arasında, Ayşe Öğretmen gibi, bir cümlenin mahkûmlarının da olduğunu unutmayalım.
Eksik demek bu yasa ama olanı da zaten uygulanmıyor: Geçen yaz sonundan kalan, bu konuda yanıtlanan en son soru önergesindeki verilere göre; cezaevi nüfusunda, 0-6 yaş az 150’si daha 12 aylık olmamış bebek var. Bu nüfusun toplamda en az 150’si de, daha iki yaşına gelmemiş bebek.
Toplamda, 0-6 yaş arası yaklaşık 700 çocuk, ilk bilincini hapishanede ediniyor.
12-16 yaş arası çocuk sayısı ise, yaklaşık 3 bin.
Birkaç nesil, hapishanede büyüyor. Birkaç nesil de, o bebek ve çocukların hapishanede büyümesine tanıklık ederek dışarıda büyüyor…
Şimdi, “onlar terörist” diye atıp tutan çok olacaktır. İnsanî hata payına da yer bırakmazlar böyle toptancı, böyle “ateş nasılsa bize düşmez” mantığı ile en fanatik yorumları yapanlar… Onlara, tarih okumalarını salık veririm; ne de olsa, okuma-yazma insanî bir meleke-tabii, eğer edinilmişse.
Şuurun ve bilincin de, insanın da edinebildiği melekeler olmasına ben, şahsen inanmak istiyorum.
Şuuru ve bilinci olanlar, suç ve ceza mekanizmasında da, “insaniyeti” öne çıkarmanın hadi vicdanî boyutunu geçtim – en azından rasyonel boyutunun farkında olacaktır.
Kim, “kindar nesil” yetiştirmek ister ki?
Çocuk sahibi olsun olmasın; kim “çocuklar ölmesin” sözünü suç kabul eder ki?