Arjantin’de kürtaj hakkı: Kültürel mücadeleyi kazandık

Gazeteci ve kadın hakları savunucusu Liliana Hendel, kürtaj hakkı Senato’dan geçmese de hareketin birçok tabuyu yıktığını anlatıyor

ÖZGÜN ÖZÇER

25.08.2018

Arjantin’de güvenli ve ücretsiz kürtaj hakkı aylarca süren bir kampanyanın ardından son engele, Senato’ya takıldı belki ama güney yarımkürenin kışına aldırmadan sabahlara kadar nöbet tutan kadınlar ve hak savunucuları umutlu. Özellikle, ülkede Kilise’nin yoğun baskısının altındaki son tabunun yıkıldığını konusunda hemfikirler. Arjantinli gazeteci, radyocu ve aynı zamanda psikolog olan Liliana Hendel, tasarının ülkenin muhafazakâr eyaletlerini temsil eden senatörlerin etkisiyle reddedilmiş olabileceğini ancak kültürel mücadeleyi kazandıklarını söylüyor. Hendel, kampanyanın coşkusu ve rengi sayesinde kürtajın utanılacak bir şey olmaktan çıktığını belirterek, bu sayede nice annenin ya da büyükannenin çocuklarına gençken kendilerinin de kürtaj olduklarını anlatabildiğini vurguluyor.

Kürtajın kazanılmış ancak tehdit altında bir hak olduğu Türkiye gibi, Arjantin’de de kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet açısından tablo karanlık. Bu benzerlik ışığında Özgecan Aslan’ın katledişinden kısa bir süre sonra Arjantin’de Chiara Páez cinayeti üzerine ortaya çıkan #NiUnaMenos (Bir Eksik Daha Olmayacağız) hareketi Türkiye’de de yankı bulmuştu. Cristina Kirchner döneminde evlilik eşitliği ve cinsiyet kimliği gibi kazanımlar elde edilirken, iktidara muhafazakârların gelmesiyle Kilise yeniden ipleri eline aldı. Her eyaletin eşit sayıda senatör atadığı Senato'da güçlü olan muhafazâkarlar şimdilik statükoyu korudular. Buna rağmen, kürtaj hakkının Temmuz ayında Parlamento tarafından onaylanması çok büyük bir adımdı. Değişim isteyen büyük bir kesim, renkli ve coşkulu kampanyalarıyla sesini tüm dünyaya duyurdu. Kadına Yönelik Şiddet: Ataerkilliğin Yalanları adlı kitabın yazarı ve kampanya sırasında, tasarının parlamentoda tartışılması sırasında sunum yapan kadın hakları savunucularından Liliana Hendel hem süreci değerlendirdi hem de kadın hareketinin geleceğe yönelik beklentilerini anlattı.

***

Kürtajın yasallaşması Arjantin Senatosu tarafından reddedildi. Beklenen bir karar mıydı? Bu sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öngörülebilirdi ama tarihî bir değişikliğin hayali ile kampanya boyunca coşkulu ve aktiftik. Senato eyaletleri temsil ediyor ve ülkenin kuzeyi yoksul, feodal ve son derece muhafazakâr. Burası Katolik Kilisesi’nin etkisinin en yoğun olduğu yer. Sonunda [Kuzey eyaletleri temsil eden senatörlerin] oyları belirleyici oldu.

Arjantin’de kürtaja dair rakamlar neler? Rakamların ötesinde, kürtaj yasağının toplum üzerinde ne tür etkileri var?

Elimizdeki rakamlar tahminî. Kürtajların merdivenaltı yapılıyor olması da gerçek bir koruma sağlayan kamu politikalarının üretilmesini engelliyor. Sağlık Bakanı Adolfo Rubinstein’ın paylaştığı verilere göre yılda 354 bin kürtaj yapılıyor. Bakanlığın kürtaj sırasında yaşanan komplikasyonlar nedeniyle hastaneye yatırılan hasta verilerine göre ise, 2016’dan geriye doğru beş yıl içinde 47 binin üzerinde kadın kürtaj nedeniyle hastaneye kaldırılmış. Bu kürtajların yüzde 70’i güvenli olmayan koşullarda yapılmış. 245 anne ölümünden 43’ü kürtaj nedeniyle, ama 7 vakanın gizlendiğini biliyoruz. Kürtajların yüzde 70’i ilaçla yapılıyor, ancak misoprostol gibi ilaçlar karaborsada fahiş fiyatlara satılıyor. Yüzde 22’si merdivenaltında profesyonel kişiler tarafından yapılıyor. Geriye kalan yüzde 10’u ise son derece güvensiz koşullarda çok riskli bir operasyonla rahimin alınması suretiyle yapılıyor.

Yasadışılık ve sessizlik, suçluluk duygusuna yol açıyor. Kadın hareketi de bu konuyu gömülü olduğu dolaptan çıkardı ve suçluluk duygusunu rahatlattı. Sonuçta bütün kadınlar kürtaj yapıyor, Katolik kadınlar da buna dâhil. Hak karşıtları ise sırtlarını iki hayatı savunma riyasına ve üreme ile ilgili dinî söylemlere dayıyor.

Ayrıca “socorristas” (“can kurtaranlar”) adında çok ilginç bir hareket var. İnternet üzerinde misoprostol kullanarak kürtaj yapmak konusunda bilgi  ve kendi deneyimlerini paylaşıyorlar. Kendilerine ulaşan kadınlara bu süreçte destek oluyorlar. Kadın ve cinsiyet konularında eğitim gören kadın gazetecilerin artmasıyla beraber medyanın tavrında da değişiklikler görmeye başladık. Güvenli, yasal ve ücretsiz kürtaj için yaptığımız kampanya da çok büyük bir görünürlüğe sahip oldu. Her ne kadar Senato kürtajın merdivenaltı kalmasını sağladıysa da kültürel mücadeleyi biz kazandık. 

Kürtajın yasallaşması için oluşan hareket ne kadar büyüktü?

Olağanüstü çaptaydı. Fotoğraflarda görmüşsünüzdür, kalabalıklar adeta yeşil bir dalga gibiydi. Sadece kadınlarla sınırlı değildi ve her yaştan insanlar vardı. Ülkenin dört bir yanındaki yürüyüşler şarkılarla, coşkuyla ve duyguyla akıp taştı. “Kızların Devrimi” adını verdik zira nöbetleri daha çok gençler düzenledi. Geceleri sıcak içecekleriyle – benim ülkemde daha çok mate çayı – arkadaşlarıyla ve ait oldukları gruplarla beraber nöbet tuttular. Lezbiyenler ve LGBTI+ grupları da ön saftalardı. 

Gençlerin öncülük ettiği ama kuşaklar arası bir hareketti, değil mi?

Evet! Muazzamdı. 7 yaşındaki yeğenim bile benim ve annesinin sırt çantalarımıza taktığımız yeşil mendilin ne anlama geldiğini biliyordu.

Senato’nun oylarına baktığımız zaman, kadın senatörlerin yarısının kürtaj hakkından yana oy kullandığını görüyoruz. Dolayısıyla, nihai sonuçta son sözü erkekler söylemiş oluyor. Eşit temsil yoksa, bu tehlike mi demektir yoksa?

Kürtajın yasallaşmasına karşı olan hak karşıtı hareketin bünyesinde, kürtajdan yana yeşil harekette olduğundan daha fazla erkeğin yer alıyor olması anlamlı. [Hak karşıtlarının] yürüyüşlerini erkekler yönetti ve “her iki yaşamı” desteklediğini söyleyenlerin şarkılarında da duyulan sesler hep erkek sesi. Ancak, Cumhurbaşkanı Yardımcısı [Gabriela Michetti, aynı zamanda Senato başkanlığı görevini de yürütüyor] gibi kürtaj karşıtı kadınlar da çok etkililer, özellikle bazı kadın senatörlerin konuşmaları bize bunu gösteriyor. Eşit temsil olmazsa olmaz ama feministlerin düşüncelerine giden yol cinsel organlardan geçmiyor. Kadınlar olarak, ataerkil bir düzende, sübjektif bakış açımızın bir parçası hâline gelen fikirler ve kurallarla eğitildik. Bu kuralları feministler olarak her gün ve hep birlikte bozuyoruz.

Mesela hak karşıtı kadınlardan Alfa isimli bir STK’nın başkanı olan Edith Noemi Menicucci de Sorensen şöyle demişti: “Kimin yaşadığına ya da öldüğüne karar vermek bize düşmüyor. Yasa koyucular, tüm çocuklara doğmaları için aynı şansı verin. Kan akıtmak uğursuzluk getirir.” Bu duyduğumuz en kötü konuşma bile değildi… anneleri tecavüze uğrayan ve kürtaj yaptırmayan kadınları, bebeklerini evlatlık olarak veren ve bunun harika bir şey olduğunu anlatan anneleri dinledik. Hak karşıtı psikologlar ise “kürtaj sonrası sendrom” diye bir sendrom uydurdular. Böyle bir sendromun olmadığı açık, çünkü kürtaj yapan her kadın durumu kendi bulunduğu koşullara göre yorumlar. Çoğu kadın için de sıkıntılı bir durumdan ziyade bir rahatlamadır. 

2015’te gebeyken öldürülen Chiara Páez cinayetinin ardından oluşan #NiUnaMenos (Bir Eksik Daha Olmayacağız) hareketinin de kürtaj konusunda farkındalığın artmasında önemli bir rol oynadığını okudum. Ama öldürülen bazı kadınların anneleri, mesela Páez’in annesi, galiba kürtaj hakkına karşı olduklarını açıklamış. Bu zorlukları neye bağlıyorsunuz?

Evet, #NiUnaMenos hareketinin oluşumunda olan çok dindar, iki Katolik anne. Başta kadın cinayetleri ile sınırlı olan talepler genişledikçe hareketten uzaklaştılar.

Yaşadığımız zorluklar kurumsal. İktidarda bir sağ parti var. Ülkemiz güya laik ama aslında değil. Kilise’ye ve rahiplerine, pedofil olanlar da dâhil – ki maalesef çok fazla var – son derece ciddi bir bütçe gidiyor. Papa da Arjantinli olunca… Ülkenin bilhassa kuzeyi çok yoksul. Bu eyaletlerde eğitim de yetersiz, ayrıca devlet okullarında din dersi veriliyor.

Bu yüzden bize göre aslında biz kazandık. Sokağı kazandık. Kürtajın etrafında oluşan rantı, bebek satışlarını reddederek sağduyuyu temsil ettik. Misoprostol’un karaborsada fahiş fiyatlara satılmasını, zenginlerin kliniklerde kürtaj yaptırırken yoksul kadınların dikiş iğnelerine mahkûm edilmelerini… Anneler, büyükanneler çocuklarına gençliklerinde kürtaj yaptıklarını anlattılar. Artık bir günah değil, utanılacak bir şey değil. ,, Ayrıca tüm partileri sorunla yüzleşmeye ve bir tavır almaya zorladık. Harekete katılan genç kız çocukları yakında seçmen olacaklar.

Eski Cumhurbaşkanı Cristina Kirchner kürtaj hakkını destekledi, ancak yönetimi boyunca bu konuya eğilmemişti. Kadın Cumhurbaşkanı ile yönetilmiş olmanın, kadın hakları açısından bilançosunu nasıl değerlendirirsiniz?

Bu konu, yönetimini destekleyen feministler olarak biraz canımızı yakıyor. Cristina’nın yönetimi kadın haklarının inkâr edilemeyecek düzeyde genişlemesini sağladı. Evlilikte eşitlik, cinsel kimlik ve istenmeyen gebelikleri önlemek için danışmanlık hizmeti gibi kazanımlar elde ettik. [Ancak kürtajın yasallaşmaması] hem yazık hem de milyonlarca genç ve yoksul kadının bedelini merdivenaltı ameliyathanelerle ve hak mahrumiyeti ile ödediği bir borç. Orta sınıf kadınlar için risk görece düşük. Sağlıklarında kalıcı hasara yol açmadan kürtaj yaptırıp yeniden hamile kalabiliyorlar. Ancak yoksul kadınlar sadece ölme riskine maruz kalmıyorlar, ayrıca yanlış ameliyat ya da enfeksiyon sonucu kısır kalabiliyorlar.

Her şeye rağmen, Cristina ülkede gerçekten gücü elinde bulunduranlara karşı bugüne dek hiç kimsenin yapamadığı kadar kafa tuttu ve şu anda da bunun siyasi bedelini ödüyor.

Arjantin’de yaşanan durum biraz da federal bir ülke olmanın sonucu. Her eyalet yasaları kendi tanımlarına göre uyarlıyor. Kuzey’de çocuk gebeliğinin çok yüksek olduğu Jujuy ya da bebek ticaretinin güncel bir sorun olduğu Misiones eyaletleri ile sosyalist Santa Fe eyaleti ve daha az dindar bir nüfusun yaşadığı güney eyaletleri birbirilerinden çok farklı.

Kürtajın yasal olduğu Türkiye’de ise hastanelerin, dindar ve muhafazakâr iktidarın baskısı sonucu kürtaj taleplerini giderek daha sık reddettiğini görüyoruz. Bu yüzden tıbbî kürtajın hak olsa da pratikte imkânsız hale gelmesinden endişe ediyoruz. Peki Arjantin’de hastanelerin ve diğer kamu kuruluşların, Kilise’nin baskısına rağmen kürtaj hakkını uygulamaya hazır olduklarını düşünüyor musunuz?

Arjantin’de en çok tartışmaya yol açan sorunlardan biri “Vicdanî Ret”. Bunun yasallaşması durumunda her hastane kendini “Vicdanî Retçi” tanımlayıp, sadece kürtajı değil, mesela tüplerin bağlanması operasyonunu da reddedebilecek. Hattâ öğretmenler, kanunda yer almasına rağmen sınıflarında cinsel eğitim dersi vermeyi reddedebilecek ve sivil nikâh memurları eşcinsel evlilik nikâhı kıymayabilecek. Tam bir çılgınlık, ancak şu anda tartışma konusu olmaya başladı. Herkesin bireysel görüşleri bir hakkın ve o hakkı tanıyan kanunun üzerinde olamaz. “Vicdanî Ret” tartışmalarına karşı üniversiteler ve Uluslararası Af Örgütü Arjantin Şubesi gibi pek çok STK’nın da dâhil olduğu ciddi bir kadın hareketi var. Özellikle Meksika ve İspanya örnekleri, giderek güçlenen muhafazakâr sağ akımlarına karşı kazanılan hakların korunmasının ne denli önemli olduğunu bize gösteriyor.

Kadına yönelik şiddet açısından Arjantin’deki durum ne kadar vahim?

Çok vahim. Bütçe yetersiz, kampanya yapılmıyor ve anaakım medyada yeterli görünürlük sağlanmıyor. Arjantin’de her gün ortalama bir kadın erkekler tarafından öldürüyor. Şiddet uygulayan erkekleri cezalandırmayan ve kadınları savunmasız bırakan ataerkil ve kadın düşmanı bir yargı var.

Ayrıca kadınların artan bağımsızlığına karşı da saldırılar yaşanıyor. Onları yine uydurma bir sendrom, “ebeveynliğe yabancılaşma” ile suçlayıp, böylece sözümona “yasal” olarak çocuklarının velayetini şiddet uygulayan erkeğe veriyorlar. Gelir eşitsizliği ve çocuklar olsun, yaşlılar olsun, aileye bakmanın hâlâ sadece kadınların sorumluluğu olduğuna dair bakış açısı kadınların [bağımlılığını] artırıyor. Buna ek olarak, güvensiz sınır bölgelerinde insan kaçakçılığı gibi ciddi sorunlar da var. Arjantin’de kamu kuruluşu olan Ulusal Kadın Enstitüsü’nün başındaki Fabiana Tuñez deneyimli bir feminist, ancak bu koşullar altında çok fazla ilerleme kaydedilmiyor. 

Geleceği nasıl görüyorsunuz? Kadın hakları hareketinin bu tartışmadan güçlü çıktığını ve ileride belirleyici bir rol oynayacağını söyleyebilir miyiz?

Kadın hakları hareketi güçlendi. Şu anda şiarımız “mendilleri saklamıyoruz”, yani kampanyamız çalışmaya devam ediyor ve bazı medya kuruluşları da bize bu yolda katılıyor. Toplumun çoğunluğu kürtaj hakkından yana.  

Maalesef, yoksul bölgelerde güçlü olan Katolik olmayan bazı Hıristiyan gruplar da bu tartışmalardan güçlenerek çıktı. Ama buna paralel olarak, durdurulamaz olduğunu düşündüğüm bir hareket de büyüyor: Apostazi [Kilise’den çıkmak]. Apostazi, vaftiz edilen insanların, laik bir devleti korumak ve devleti Kilise’den kalıcı bir şekilde ayırmak adına resmî bir şekilde Kilise’ye mensup olmayı reddetmeleri anlamına geliyor.

Bu tabii büyük bir başarı olur. Senato’nun “hayır” oyunun ardından toplumda açılan yeni sayfa işte bu. Sloganlarından biri ise “Tesbihlerinizi yumurtalıklarımızdan çekin.” Laik bir Devlet için Arjantin Koalisyonu (CAEL) gibi gruplar harekete öncülük ediyor.

Ayrıca Arjantin’de diktatörlük ve 30 bin zorla kaybedilen insan nedeniyle çok güçlü olan insan hakları hareketi de konuyu olması gerektiği gibi, yani demokratik bir hak talebi olarak sahiplenmeye başladı. Son olarak, “hayır” kazandığından bu yana iki genç kadın merdivenaltı kürtaj sonucu yaşamını yitirdi. Eskiden bunlar haber olmazdı, şimdi ise oluyor.

Hak karşıtların şiddetinin ise söylemlerinde sözümona hayata karşı taşıdıkları sevgi ile ters orantılı olduğunu da söylemek istiyorum. Yeşil mendilli gençlere sokakta atılan dayaklar, saldırgan ve ölmemizi diledikleri hakaret dolu mesajları: “O kadınlar bizim çocuklarımızı öldürüyor, biz de onları” söylemi ya da Twitter’da paylaştıkları, altında “kürtajcı” yazılı olan boynuna ip bağlanmış bir kadın fotoğrafı mesela. Eşit temsili savunan partilerin lokallerinin camlarını kırdılar. Aslında kendilerini ifade etme biçimleri sayesinde, kanunun çıkmaması için gösterdikleri şiddetin sokakta uyguladıkları şiddet ile aynı olduğunu gösterdiler. Biz kimseyi kürtaj yapmaya zorlamıyoruz. Aksine, asıl onlar bizi doğurmaya ya da ne evrensel ne de herkes tarafından paylaşılan bir inanç uğruna hayatımızı tehlikeye atmaya zorluyor.