Basın Kartı kimin lütfu?

Online çalışanlar da devletin vereceği kartın peşinde, oysa kimsenin mesleğini tanımlamak için siyasal bir otoriteye ihtiyacı olmamalı

ASLI TUNÇ

28.06.2015

Gazeteciliğin tanımının gittikçe genişlediği, dijital teknolojilerin haber toplama sürecinde profesyonellerin dışındaki kişilere de sonsuz olanaklar sunduğu bir ortamda kimlere basın kartı verilmeli, bu basın kartını hangi kurum ve kuruluşlar vermeli ve kullanım avantajları ne olmalı? Basın kartı tartışmaları gazetecilik tanımı ile paralel olarak devam ediyor ve pek çok ülkede farklı uygulamalarla kendini gösteriyor. Malum ülkemizde Sarı Basın Kartı Başbakanlığa bağlı Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü'nce belli koşulları ve yasal bekleme sürelerini yerine getiren gazetecilere veriliyor.
 
Anlayacağınız bu kart, devletin gazeteci olarak tanımladığı kişilere vermeyi uygun bulduğu “resmî bir vesika.” Devletin bütün kuruluşları bu kartı tanıyor ve kullanıcılara sayısız avantajlar sunuyor. En az yirmi yıl aktif bir şekilde 5953 sayılı Basın Kanunu kapsamında çalışmış iseniz sarı basın kartı elde etmeye hak kazanıyorsunuz. Bunun için bir Basın Kartı Komisyonu oluşturuluyor. Bu komisyon adayların mesleki geçmişlerine ve tek gelir kaynaklarının gazeteci olup olmadıklarına bakıyor ve oylama yapıyor.  Türkiye’de her üç ayda ortalama olarak yüz kişi bu kartı almakta. Sarı basın kartı yabancı basın organlarında çalışan Türk gazetecilere ve görev alanı Türkiye’yi kapsayan yabancı uyruklu kişilere de verilebiliyor. Sarı basın kartına sahip olmak pek çok kişi tarafından bir prestij olarak görülüyor.
 
Öte yandan yıllardır uluslararası ifade özgürlüğü raporlarında ve Türkiye Gazeteciler Sendikası ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti gibi ulusal sivil toplum örgütlerimizin raporlarında gazetecilik mesleğinin Başbakanlığın verdiği bir basın kartı ile resmîleşmesi eleştiriliyor. Bu eleştiriler son derece haklı kuşkusuz. Hele de ideolojik yarılmanın karşı görüşü cezalandırmak olarak algılandığı bu toplumsal iklimde Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Müdürlüğünün basın kartı almaya hak kazanan tanınmış gazetecilerin önüne bile engel çıkardığı haberleri medyaya yansımakta. Hâli hazırda sorunlu olan bu uygulama yani siyasal otoritenin gazeteciye basın kartı vermesi hali, intikamcı ve son günlerin popüler deyimiyle “rövanşist” bir eyleme dönüşüveriyor.
 
Başka ülkelere baktığımızda işlerin daha farklı yürüdüğünü görüyoruz. Örneğin Birleşik Krallık’ta basın kartı haber ajanslarından oluşan bir konsorsiyum tarafından ulusal çapta veriliyor. Burada pratik bir ihtiyaç söz konusu yani gazetecilik faaliyeti yapan her türlü çalışanın kendini karşıdaki kişi ve kuruma tanıtabilmesi. Bu nedenle haber ajansları foto muhabirlerinden editörlere kadar herkese işlerini rahatlıkla yapıp, haber kaynaklarına engelsiz ulaşabilmeleri için bir basın kartı veriyor. Bu durumu da öyle fazla abartmıyor.
 
Bu konunun inceden inceye tartışıldığı ve akademik düzeye de taşındığı ülke ise ABD. Örneğin Harvard Üniversitesi’ne bağlı Berkman İnternet ve Toplum Merkezi 2014 yılında “Kimler Basın Kartı Alıyor?” başlıklı bir rapor yayınladı. Bu rapor Amerikan haber piyasasının bağımsız medya mecralarının da artmasıyla birlikte her zamankinden daha zenginleştiğine vurgu yapıyor. Türkiye’deki sorunlu nokta burada daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Raporda gazetenin devletin kurumlarına, bir takım davalara ve kamu kaynaklarına kolaylıkla erişim sağlamasının, gazetecinin görevlerinin vazgeçilmez bir unsuru olduğu vurgulanıyor. Yurttaşların haber alma hakkının ancak gazetecilerin işlerini rahatlıkla yapmasıyla mümkün olabileceğini yazıyor. Basın kartı sokaktaki vatandaşın giremeyeceği yerlere, katılamayacağı toplantı ve eylemlere girişi sağlayan ve haber kurumunun gazetecisini sahiplendiğini gösterdiği bir dokümandan ibaret.
 
Rapor haber kurumlarının, gazetecilerinde farklı nitelikler aramasını eleştiriyor ve 2008-2013 arası 1339 haberciyle yapılan dev anketin sonuçlarını paylaşıyor. Buradaki dert apayrı. Bu kez de gazetecilik tanımı ve kime gazeteci denir üzerinden bir tartışma başlıyor. Blogcular, yarı-zamanlı haberciler, aktivistler ve foto muhabirleri en az bir kere gazetecilik niteliklerinin tatmin edici bulunmayıp basın kartı başvurularının reddedilmesinden şikayetçi. Bir anlamda halkın haber alma hakkına kim hizmet edecek ya da gazetecilere tanınan ayrıcalıklardan kim yararlanacak soruları basın kartı süreciyle birlikte gündeme geliyor.
 
Son dönemde Türkiye’de basın kartı çevresinde dönen tartışmalar ise internet gazetecilerini de kapsayacak yasal bir düzenleme gerektiği yönünde. İşin ironik yanı online mecralarda çalışanlar da siyasal otoritenin kendilerine sunacağı sarı basın kartının peşinde. Gazeteci olduklarını bu şekilde “meşrulaştırma” çabasındalar. Oysa kimsenin mesleğini tanımlamak için siyasal bir otoriteye ihtiyacı olmamalı. Saygın meslek örgütlerinin ve bağlı çalıştıkları medya kuruluşlarının nesnel ölçütlerle verdiği bir doküman yeter de artar bile; tıpkı gazeteciliği demokrasinin vazgeçilmez unsuru sayan ülkelerde olduğu gibi.