Basın savaş röntgenciliği mi yapıyor?

Haftalardır Suruç tepelerini mesken edinen her türden medya dehşetengiz bir film izlediği yanılsamasını yaşıyor

P24

20.10.2014

SURUÇ – Suruç halkı bir ayı aşan süredir bekleyişini sessizce sürdürürken, görsel ve yazılı medya da – adeta avını ararcasına – dört bir yanı turluyor. Zaman geçiyor, saatlere günlere evrildikçe IŞİD’in Kobane’deki varlığı da normalleşiyor.

Ölüm burada sıradan bir olay. Bombalar da… Sınır boylarında araçların üzerinde seken iz mermileri ise sadece bir oyun. Yayın araçlarını “en iyi” görüş mesafesine yerleştiren medya çalışanları, birer emekçi oldukları gerçeğinin ötesine çoktan geçmiş. Kimisinde bir komutan edası gözlemleniyor. Heyecan, gerilim yüklü bir film çevirdiklerini düşünenler de olabilir.

Eğer, karşı sınırdan bir-iki kilometre uzakta konuşlandıkları yükseklikten patlayan bombaların görüntüsünü çarpıcı bir şekilde yakalayabilirlerse, büyük bir başarı elde edecekler. İzleyerek, ekranlara yansıttıkları dehşetli görüntüleri de büyük bir çoğunluk görecek/izleyecek. Yakaladıkları “muazzam” karelerle mesleğinde bir basamak daha çıkacak olmaları an meselesi. Bir telaş, bir nerede ne var – eyvah – kaçırdık halleri…

Gerçeğin çıplak hali

Yumurtalık Köyü’nde kendi aralarında futbol maçı yapan çocukların bir gün önce haber konusu olmaları, bombalardan – artık sıkılmış olan – büyük bir televizyon kanalını harekete geçirmiş. Üşenmemiş gelmişler. “Nerede o çocuklar?” diye soruyorlar. “Abi ya, tam sınırda biz de çekelim. Onlar maç yaparken, arkalarında da patlayan bir bombanın görüntüsü olsa müthiş olur…” Ortada çocuk mocuk yok. Elleri boş dönmek de istemiyorlar, içlerinden biri “toplayamaz mısın çocukları buraya?” diye soruyor çömelmiş vaziyette duran bir köylüye. Yanıt yok, etrafa bakıp bir süre daha bekledikten sonra geldikleri tepeye geri dönüyorlar. 

Ne kadar bombalama yapıldığının, hangi tarafın ne kadar kayıp verdiğinin tahminleri yapılırken, savaş denilen dehşet de haberlerden uzaklaşıyor. Tek önemli şey manşet. Yaşananlar, haber malzemesi olarak medya kuruluşlarının yayın kurullarında yeniden kurgulanıyor. Gerçeğin çıplak halini bu kez de ifadeler, vurgular, altı çizilerek üstüne özellikle basılan yorumlar esir alıyor. Peki, Suruç ve Kobane’de ne/neler yaşanıyor? Tüm bunlar olurken gerçekliği yeniden biçimleyen yazılı ve görsel medya asıl olarak neyi tahrif ya da açık ediyor?
 
Kötülerle savaşan cesur Kürtler

ARD (Almanya) televizyon kanalı muhabiri Natali Amiri, yaşanan dehşetin farkında. Ama çalıştığı kurumdan küçük bir eleştiri almış, “hep Kürtlere yönelik haber yapıyorsunuz” diye. O ise, “IŞİD söz konusu olunca, dengeli bir haber yapmak mümkün değil” diyor. Gönderdiği haberlere çalıştığı kurumun müdahale etmediğini söylüyor. Alman kamuoyunda Kobane’de yaşananlara karşı oluşan yoğun hassasiyetten bahsediyor sonra.

Amiri, bazı çelişkilere takılmış, şöyle tarif ediyor; “Devlet, Dağlıca’da PKK’lıları vuruyor ama IŞİD’le mücadele etmiyor. PKK ise IŞİD’e karşı savaşıyor. Burada bir terslik var.”

Almanya’da birtakım haber kaynaklarının ajans haberleri üzerinden bilgilendirme yapmasını doğru bulmuyor. “Burada olmak, buradan habere bakmak bana çok şey kazandırdı” diyor. Çalışmalarını yaparken yetkililer tarafından engellenmediklerini söylüyor. Ama halkın kendilerine yardımcı olma biçimi ve içtenliği üzerinde daha çok duruyor. “Halk, ‘burada sıkıntı var, buradaki sıkıntıyı lütfen anlatın” diye bize ricada bulunuyor. Ben ne Türkçe ne de Kürtçe biliyorum ama gözlemlemek yeterince bilgilendiriyor. Kürtlerin yurtdışındaki imajı, PKK’ya atfedilen ‘terör’ sıfatıyla özdeşti. Ama şimdi, ‘Kötülerle savaşan cesur Kürtler’ yaklaşımında yeni bir imaj oluştu.”

Gelişmeleri yerinde takip edip anlamak için sadece ARD değil, ZDF, Der Spiegel ve benzerleri gibi Almanya’nın birçok diğer basın kuruluşu da Suruç’ta bulunuyor. Amiri, Kobaneyle ilgili haberlerin bütün Alman medyasında manşet haber olarak yer aldığına vurgu yapıyor. ARD’nin yayınlarını Alman kamuoyunun yüzde yirmibirinin izlediği bilgisini veriyor sonra. Tabii, yapılan haber Kobane’yle ilgili olunca gerçekleşiyor bu rakam. Söz konusu izleyici yüzdesinin sadece maçlarda yakalandığını da sözlerine ekliyor.
 
Ana akım medya, hep açık arıyor

ARD’nin Türkiye haber koordinatörü olan Cemal Taşdan ise, “Almanya’da olsa basın güvenlik alanına giremezdi. Burada ise sınıra kadar sokuluyor. Belki de asker, basının tepkisinden korkuyor” diyor. Anaakım medyanın Suruç’ta “hep bir açık aradığına” dair içinde his oluşmuş Taşdan’ın. Anaakım medyanın hükümet politikalarına uygun hareket etme çabasının bunda büyük bir rolü olduğu gerçeğini de teslim eden Taşdan, “burada temel amaç, karşı tarafı yıpratmak” diyerek, gözlemlerini şöyle anlatıyor; “Arada bir burayla ilgili yaptıkları haberlere bakıyorum, cümlelerin içine kurulan düşmanlığı ve bunun öne çıktığını görüyorum. Üstelik bu duruş çok net ve açık. Tabii editoryel bir tercih var burada. Aslında Türkiye’deki editörler İstanbul’da, Ankara’da oturuyorlar.

Olaylar başladığı andan itibaren buradayım ama tüm medya kuruluşları da burada. Yalnız sanki, işleri güçleri yok da savaş seyretmeye gelmiş gibiler. Ama o insanlarla konuşsalar bunun o kadar basit olmadığını da görecekler. Halk da gece gündüz karşı tarafa bakıyor, karşıyı seyrediyor. Ama medyayla aralarında dağlar kadar fark var. Karşıda patlayan her bomba halkın yüreğine değiyor. Karşıda canlarının diğer bir yarısı var. Anaakım medya, savaş röntgenciliği yapıyor. Haberleri lanse ediş biçimi de bunu zaten yansıtıyor.” 
 
Hepimiz dehşeti izliyoruz

Sağlıklı bilgiye ulaşma bütün gazetecilerin derdi olmalı değil mi? Ama basın çalışanlarının bir kısmı bunu yapmıyor. Taşdan sorunu şöyle tarif ediyor: “Bir tarafla konuştuğunuzda, ‘motivasyon yüksek, zafer yakın’ diyor. Tamam moralleri yüksek tutmak gerekiyor ama bunun üzerine haber yapılmaz. Yani burası söz konusu olduğunda, kesin bir yargıyla ‘budur’ diye haber yapılamaz. Kobane’yle ilgili haber yapıyoruz ama orada olamıyoruz, uzaktan seyrediyoruz.”

Her ne kadar çalıştığı kurum yabancı olsa da, kendisini şekillendirenin,Türkiyeli olma gerçeği olduğunun altını çiziyor.
“Özgür basın”a da şöyle bir eleştiride bulunuyor: “Evet, Türk devleti ceberuttur. Ama kalıplar üzerinden hareket ediliyor bazen. Yani özgür basın da ortada dolanan bilgiler ve söylentiler üzerinden haber yapıyor bazen. En önemlisi ise şu; hepimiz dehşeti izliyor, akşam olunca de lüks otellerimize gelip, duşumuzu alıyoruz. Oysa ki, orada sefalet, acı bütün yoğunluğuyla devam ediyor.”

(Aysel Sağır’ın savaşın sınırından P24 için yazdığı gazetecilik izlenimleri sürecek…)