Batı medyası ve Erdoğan’ın mağduriyet stratejisi

Kobani meselesi dışta Batı’dan kopuşun, içte otoriter gidişatın ve barış sürecinin iflasının tescil edilmesi anlamına geliyor

P24

01.11.2014

Son zamanlarda Türkiye üzerine Batı medyasında  çıkan yazıların  iki ortak noktası var. Birincisi Türk dış politikasında Batı’dan uzaklaşma eğilimini irdelemeleri. İkincisi Türk iç politikasında otoriterleşme üzerinde durmaları.  30 ekimde Washington Post gazetesinin birinci sayfasında çıkan bir haber-analiz yazısı bu iki olguyu bir araya getirdi:  “ABD, Türkiye ile ortaklığının yıkılışına tanık oluyor” başlıklı yazı Türkiye’nin son dönemde gittikçe dibe vuran uluslararası imajını çok boyutlu bir şekilde ele alıyor.

Yazının dili oldukça sert.  Daha ilk paragrafta Ankara ve Washington arasında Suriye nedeniyle “gittikçe büyüyen düşmanca bir ayrılık” (increasingly hostile divergence) söz konusu olduğuna dikkat çekiliyor. Bu durum nedeniyle artık Türkiye ve Amerika arasında “müttefiklik” kapsamına giren bir ilişkinin olup olmadığının sorgulandığı  belirtiliyor. Hatırlarsanız Türkiye ve ABD arasında son 60 yıldır tam ne olduğu tanımlanamayan  bir “stratejik ortaklık” olduğu resmî çevrelerde kabul edilirdi. Suriye, Kobani ve PYD nedeniyle gelinen son noktada, artık bırakın “stratejik” olmayı ortada basit bir ortaklığın bile olup olmadığı sorgulanıyor.

Yazının ağırlık noktası, dış politika alanında kökleri çok eskilere giden sorunlar. Ancak buna rağmen iç politika alanında  yapılan şu önemli saptama ortaklığın sadece Suriye nedeniyle bozulmadığını kanıtlıyor:

“2003 yılında yaşanan Irak (tezkere) krizi ve Türkiye-ABD ortaklığındaki temel kayma, Erdoğan iktidarının bir sonraki 10 yıl boyunca ülkeyi geri dönülmez bir transformasyona götüreceği bir sürecin gölgesinde gerçekleşti. Erdoğan yönetimi altında Türkiye büyüdü ve zenginleşti, ama aynı zamanda Türkiye daha otoriter ve İslamcı bir yöne kayarak, Batı’nın takdir ettiği çoğulcu ve seküler bir model olmaktan uzaklaştı. ”

Herhalde Türkiye’deki değişim bundan daha öz ve objektif şekilde anlatılamazdı.  Bu analizin Washington Post gibi ABD politikasında gündem belirleyen bir gazetenin birinci sayfasından yapılması önemli. Bu yazıya AKP cenahından gelecek muhtemel tepkiye değinmeden önce bir konunun altını çizmek gerekiyor. ABD ile bu yaşanan son kırılma noktasının temelinde Türkiye’nin Kürt meselesi yatıyor. Artık bütün dünya Türkiye’nin PKK ve IŞİD arasında bir fark görmediğini konuşuyor. Dolayısıyla Türkiye’de PKK ile bir barış süreci yaşandığına dünyayı ikna etmek imkansız hale gelmiş durumda.

Böylece AKP’li kurmayların en sevdikleri tez de çürümüş oluyor. Neydi bu tez ? Türkiye’de otoriterleşme yok,  tam aksine gelişen demokrasi sayesinde PKK ile bir barış süreci yaşanıyor tezi. Zaten tam da bu nedenle Kobani ve PYD meselesi hem dış politikada Batı’dan kopuşun hem de iç politikada otoriter gidişatın ve barış sürecinin iflas ettiğinin tescil edilmesi anlamına geliyor. Türkiye’nin hem Batı ittifakından koptuğunu hem de içerde ciddi bir  otoriterleşme yaşadığını öne süren Washington Post yazısı bu nedenle önemli.
Şimdi gelelim AKP’nin Washington Post haberine göstereceği tepkiye.  Erdoğan ve Davutoğlu ikilisi her zaman yaptıkları gibi bir “algı operasyonu” temasını işleyecekler muhtemelen.  Bu tema gene her zaman olduğu gibi komploculuk, eleştiriye tahammülsüzlük ve mağduriyet söylemi paralelinde gidecek. Eleştiriye tahammül edemeyen zihniyet doğal olarak kendinde hata görmüyor ve her eleştirinin altında kötü niyetli dış mihraklar arıyor. Bu da beraberinde kronik bir komploculuk doğuruyor. Bunlara bir de “değerli yalnızlık”gibi arabesk bir mağduriyet söylemi eklendiğinde halkalar tamamlanıyor. Algı operasyonu, eleştiriye tahammülsüzlük, dünyaya komplocu bakış ve mağduriyet söylemi bu nedenle aynı zihinsel zincirin halkaları.

Bir de tabii ki işin popülizm ve oportünizm cephesi var.  Mağduriyet ve komploculuk Türk siyasi kültüründe toplumsal karşılığı ve getirisi olan kavramlar. Toplumun gözünde mağdur haksızlığa uğramıştır ve desteğe muhtaçtır.  12 yıldır iktidarda olan bir hükümetin ve tek adam olmaya doğru giden bir siyasi liderin her fırsatta mağduriyet söylemine sarılması bu nedenle aynı zamanda oy getiren başarılı bir strateji. Zaten belki de bu nedenle, Batı’dan Washington Post örneğinde olduğu gibi eleştiriler geldikçe Erdoğan için mağduriyet stratejisi daha da kolaylaşıyor. Aynı zamanda bu eleştiriler iktidarın ve iktidara yakın basının daha da komplocu hale gelmesine sebep oluyor. Hemen  “dış mihraklar bizim güçlenmemizi istemez” ezberi imdada koşuyor. Aynı komplocu mantık, Gezi hareketi ve yolsuzluk soruşturmaları sürecine de damgasını vurdu. İçerde ve dışarda yaşadığı her soruna ABD veya İsrail güdümünde bir darbe girişimi olarak bakan bir iktidar ve iktidar yanlısı basınla rasyonel bir platformda buluşmak bu nedenle çok zor.  Dünya basını AKP’nin Yeni Türkiye’sini eleştirdikçe  Erdoğan bildiği reçeteyi uygulamaya devam edecek. Eleştiriler kategorik olarak reddedilecek, komplo ve algı operasyonu edebiyatı yapılacak ve o çok sevilen mağduriyet söylemine başvurulacak.  Türkiye’de bu iktidar zihniyeti ve bu iktidara göbekten bağlı baskın bir medya oldukça eleştiriye tolerans, normalleşme ve komplosuz hayat maalesef imkânsız gözüküyor.