Bir başka gazetecilik: Almanya izlenimleri

Medyada dijital evrimi konuşan Almanya bakın nasıl aklımı çeldi…

P24

03.11.2014

 
İnternette sabah sabah yine haberler arasında dolaşırken önce Twitter’da “Katliam gibi kaza: 12 ölü” başlığını gördüm (1). “Hay Allah!” dedim demesine de bu haber sıradan bir trafik kazasından başka çağrışım yapmadı. Sonra karşıma çıkan başlıkla daha bir sarsıldım: “Yine işçiler öldü: Isparta'da 13 mevsimlik işçi şarampole yuvarlanan midibüste can verdi” (2). Henüz Ermenek’te kömür madeninde yaşananların acısı çok tazeyken, hep yoksullar böyle toplu ‘kazaya’ kurban gidiyor; “al işte, şimdi de mevsimlik işçiler!” diye düşünüp dururken zihnimde kareler, kulaklarımda sesler gidip geldi.

Geçen haftalarda bir grup gazeteciyle Almanya’nın Hamburg kentine uçakla varıp bizi bekleyen midibüse bindiğimizde şoför ayağa kalkmış ve bir duyuru yapacağını söylemişti: “Buradaki kurallara göre emniyet kemerlerinizi takmanız gerekiyor. Ben de bunu sizi hatırlatmakla yükümlüyüm. Lütfen emniyet kemerlerinizi takın.”

Esasen bu makalede amacım hiç de Almanya’daki kurallardan ve bizdeki pespayelikten bahsetmek değil. Asıl niyetim Almanya’daki medya sistemiyle ilgili olarak gözlemlerimi paylaşmak. Ancak ‘midibüs’, ‘kaza’ ve ‘can vermek’ gibi kelimeler beni buralara getirdi. Yetmedi, arkasından bir twit daha gördüm:

“Yeni Türkiye'yi kıskanıyor dedikleri Almanya kömür üretiminde dünya lideri ve son 30 yılda madende ölen sayısı 0, Türkiye'de ise bu sayı 1580” (3).

Buyurun bakalım, Almanya’da medya sistemi hakkında yazma niyetiyle bilgisayar başına geçeceksiniz, sabah haberlerine bir göz atayım da öyle diyeceksiniz ve karşınıza bunlar çıkacak. Bu son twit’te doğru olan bilgiler var. Almanya kömür üretiminde dünya liderlerinden ve son 30 yılda bu işte can kaybı vermemiş; Türkiye’de ise bu sayı oldukça yüksek. Gerisi bir komplo teorisine gönderme yapan alaycı bir ifade. Yani bu twit’in yazarı AKP hükümetinin sorumluluktan kaçmak için ürettiği  “Efendim, Almanya Türkiye’nin gelişmesini istemiyor çünkü o zaman liderliği kaptıracak” türündeki safsatalarına gönderme yapıyor. Bu safsataları üretenlere göre Türkiye’deki yabancıların hepsi ajan, hele de Alman vakıfları mı? Ajanların âlâsı oralardan çıkar!

İşte aralarında benim de olduğum Türkiye’den bir grup gazeteciye Almanya’daki medya sisteminin işleyişini yerinde gözlemlemek üzere bir gezi tertipleyen Alman vakfı da mutlaka Türkiye üzerindeki kötü niyetlerini hayata geçirmek için bilgi toplayıp casusluk yapıyor, kesin gazetecilerin de aklını çeliyordur! (4)

Bu komplo teorileri bir yana, hakikaten bir haftada aklım o kadar çelindi ki, İstanbul’a dönünce nereye baksam Almanya’nın düzenini, disiplinini, medya dünyasını, ve insan hayatına, ağaca, yeşile ve hayvana verdiği önemi arar oldum – tıpkı demokratik hukuk devleti olabilmeyi Türkiye’ye göre nispeten çok daha iyi başaran diğer ülkelerden döndüğümde yaşadıklarım gibi…

Alman medyası deyince akla ne gelir? 1990’larda Türkiye’ye özel televizyonların girmesiyle Show TV’de yayınlanan, Alman RTL kanalının erotik unsurlar içeren Tutti Frutti şovları mı? (5)

Yok, daha güncele gelelim, özellikle de gençler için. Örneğin, Almanya ve Avrupa’nın önde gelen haftalık dergilerinden Der Spiegel’in (Türkçesi Ayna) Gezi protestoları sırasında yaptığı kapak: “Boyun Eğme.” Derginin Hamburg merkez binasında bizlerle buluşup çalışma prensiplerini anlatan editörlerden Katrin Elger, Türkçe attıkları bu başlık nedeniyle Almanya’daki bazı Türklerden “Almanca bilmediğimizi mi sanıyorsunuz?” diye tepki aldıklarını, bazı Almanlardan da “Niye sayfamızı çalıyorsunuz” eleştirisi geldiğini söyledi. Ancak Elger, derginin o sayısında “dayanışma” için bu başlığı koyduklarına dair açıklama yaptıklarını, tepkilerin de genelde olumlu olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Biz nötr olmaya çalışmayız. Başlığımızda ‘Erdoğan devleti’ diyorsak, arkasında mutlaka bir tez vardır.” Dergide bu başlık, Ağustos ayında kapak olmuş.

Soma madeni felaketi sonrasında ise derginin web sayfasında kullanılan bir haberin başlığı, muhabirlerin Soma’da görüştüğü bir kişiden gelmiş: ‘Cehenneme git Erdoğan. (6)’

Elger, bu başlıktan sonra hem Almanya’dan hem de Türkiye’den büyük tepki aldıklarını, hatta ortalık sakinleşene kadar güvenlik nedeniyle muhabirlerini geri çağırdıklarını belirtiyor.

Dergiye ziyaretimiz sırasında ise kapak haberinin başlığı şuydu: ‘Allahın Tanrısız Ordusu’ ya da Almanca olarak ‘Allah’s Gottlose Armee (7).’ Tahmin edebileceğiniz gibi konu IŞİD ya da Irak Şam İslam Devleti. Der Spiegel’in bir de çocuk dergisi var ve o sayıda da IŞİD ele alınmış.

Peki Der Spiegel Alman hükümetinin Türkiye’yi dinlediği iddialarını nasıl ele aldı? Elger, bu konuyu ayrıca öne çıkarmadıklarını, bunu bir iddia olarak yazdıklarını ve bazı Youtube kayıtlarının mevcut olduğunu belirttiklerini anlatıyor.

Almanya’da görüştüğümüz yazılı medya mensupları Alman siyasetçilerle olan görüşmelerinden kullanacakları sözleri, özellikle de uzun mülakatlarda onay almadan yayına çıkarmadıklarını söylediler. Hatta Elger’in anlattığına göre bir keresinde bir Alman siyasetçi, uzun bir mülakatında o kadar çok yerin üstünü çizmiş ki, Der Spiegel bunu aynen, üzeri çizilmiş olarak basmış; sayfada okunaklı sadece birkaç paragraf varmış.

Haberin doğrulatma aşaması dergi için çok önemli. Bunun için her yazı en az beş, altı elden geçiyor, hatta her kelime kontrol ediliyor. Yanlış okumadınız, her kelime… Bize sunum yapan Sabine Schafer açıklıyor:

“Diyelim ki ‘5 Ocak 1994’de Londra’da kar yağmıştı’ diye bir cümlemiz olsun. Her kelimesini kontrol ederiz; tarihi, yeri, hava durumunu. Çünkü bir okuyucumuz arayıp ‘yanlışınız var, o tarihte oradaydım ve kar yoktu’ diyebilir.”

Dergiyi okuyanların yüzde 20’sinin üniversite mezunu olduğunu öğrenince bu titizliğin nedenini anlamak zor değil. Her pazartesi dergide yapılan ve dışarıdan gelenlere de açık olan toplantıda ise derginin en son çıkan sayıları masaya yatırılıp eleştiriliyor.

Haftalık tirajı 870.000 civarında olan Der Spiegel yaklaşık 6 milyon kişiye ulaşıyor. 10 Ocak’tan itibaren pazartesi yerine cumartesi günleri çıkacak, zira derinlemesine bilgi talep eden Der Spiegel okuyucusunun hafta sonu 150’den fazla sayfası olan dergiyi okumaya daha çok zaman ayırabileceği düşünülüyor.

Derginin internet sitesi ve bunun için ayrı editörleri var. Soma’ya dört editör gittiklerini söyleyen Elger, dijital editörlerden birinin de orada olduğunu yazmak istedikleri her şeyi zaten yazmış olduğunu anlatıyor, “Üstelik o ücretsiz, biz paralı satıyoruz,” diyor. Soma’da kendi aralarından toplantı yapan editörler bu sorunu planlama yaparak çözmüşler ancak bundan sonra çıkabilecek benzer problemleri nasıl aşacakları konusunda henüz bir mutabakata varamamışlar.

Der Spiegel’ in rakipleri olarak Focus ve Stern dergileri bulunuyor (8). Grup olarak Hamburg’da Stern’in merkezine de bir ziyaretimiz oldu. Der Spiegel siyasi çizgisini sol olarak tanımlarken Stern ortanın solu diyor. Bize sunum yapan editörlerden Jens Maier, derginin 1970’lerde sol bir dergi olduğunu söylüyor ve sağdan solsun soldan olsun siyasetçileri “yerden yere vurabiliriz” diyor.

Dergi 28 Nisan 1983 sayısında ‘Hitler’in Günlükleri’ni bastığını iddia ettiği sayısından sonra günlüklerin sahte olduğu ispatlanınca epeyce itibar kaybetmiş. Derginin editörlerinin istifa ettiği bu olay, Almanya gazetecilik tarihinde kara bir leke olarak anılıyor.
Stern geçmişte Şansölye Gerhard Schröder'e yönelik “Çıplak Gerçek” kapağıyla çıkmış (‘Kral Çıplak’ gibi), Schröder buna gülüp geçmiş… Basında meslek ilkeleri konusunu takip eden Alman Basın Konseyi yetkilisi Oliver Schlappat, bize bu olayı anlatırken, “Bu şansölyenin kendi beden fotoğrafı değil, sadece mizah için yapılmış bir çizim; şansölye siyasi bir karakter olarak eleştiriliyor; özel kişi olarak haysiyetiyle oynanma amacı yok, o yüzden etik kodlara uygun,” diyor.

1998 yılında 1 milyonu aşan haftalık satışlarının 770.000 civarına düştüğünü belirten Maier, yapısal bir kriz içinde olduklarını, dergiye alabildikleri ilanların azaldığını ve bu yüzden dijital piyasada etkin bir yer edinmeye çalıştıklarını anlatıyor. Dergi yaklaşık 7 milyon kişiye de doktor muayenehanesi, kütüphane gibi kanallardan ulaşıyor.

Sunumda derginin okuyuculara internet üzerinden ulaşmak için büyük çabalar içinde olduğunu ancak dijital içerik mi yoksa dergi mi tartışmasının da devam ettiğini öğreniyoruz. Tabi Der Spiegel gibi Stern’in de ücretsiz olarak sundukları dijital içerikleri var.
Bir yandan kâr etmek isterken diğer yandan kaliteli içerik sunma konusunda sorunları aşmaya çalışan Stern’de işten çıkarmalar can sıkıcı olmuş. Masrafları azaltmak için dergi fotoğraf departmanını kapatmış, artık çekimleri serbest piyasadan sağlıyor; hatta Maier dijital içerik için cep telefonlarından yapılan çekimlerin dahi yeterli olduğunu söylüyor.

Peki Türkiye’deki gibi işten atıldığını insan kaynakları bürosundan öğrenenler oluyor mu?  Maier “Evet” deyip açıklıyor:
“On yıldır dergide çalışan ve 1,5 yıl önce genel yayın yönetmeni olan meslektaşımız işten çıkarıldığını insan kaynaklarından öğrendi. Tam nedenini bilmiyoruz ve bu konuda konuşmamıza izin erilmiyor; biz de durumu medyadan öğrendik.”

Hamburg zengin bir liman kenti ancak yine de sokakta yatan insanlar var. Bu elbette Stern’in de dikkatini çekmiş. Sokakta yatanların çoğu soğuk havalarda tren garına sığınıyor. Yayın kurulunda bunu haber yapıp eleştirmek isteyenlerle istemeyenler çatışmış; sonunda bu konuda haber yapılmamış. Neden acaba? Grubumuzdan bir gazeteci “Bu haberin yapılmamasında Deutsche Bahn [Almanya’nın demir yolları şirketi] dergisinin de Stern’i basan yayın grubu portfolyosunda olması etkili oldu mu?” diye soruyor.

Maier’den yanıt kesin bir “Nein!” Hatta diyor ki, “Mümkün değil, bu konu siz sorana dek aklıma bile gelmemişti.”
Tabii biz Türkiye’den gelenlerin aklına bu tür soruların gelmesi normal çünkü hangi şirketin medya kuruluşu sahibi olduğu, çıkacak haberler için belirleyici olabiliyor. Hatta bu konuyu hem Hamburg hem de Berlin’de ziyaret ettiğimiz gazeteciler ya da yayıncılar birliği gibi kuruluşlarda gündeme getirdik ve sorduk:

“Almanya’da büyük çaplı maden, inşaat, otel vb. şirket sahiplerinin, medya sektörüne de girmeleri mümkün olabiliyor mu? Bu konuda kısıtlamalar, düzenlemeler var mı?”

Anlaşılan o ki, bu konuda bir sınırlama yok ancak böyle bir medya şirketi de yok; gazetelerin bir kısmı köklü ailelere ait, sahibi yabancı olan gazete yok. Ülkede kartel hukuku alanında bazı ciddi düzenlemeler var ki, bunlar tekel oluşmasını engellemeyi amaçlıyor. Ayrıca medyada yaşanan çeşitli birleşmelerin denetimi konusuna önem veriliyor.

Hamburg’daki Alman Gazeteciler Birliği (DJV) direktörü Stefan Endter’den aldığımız bilgilere göre medya kuruluşlarının mal varlığını açıklama zorunluluğu yok (9). Endter bunun böyle olmaması gerektiğini ancak durumu değiştirmek için henüz başarılı olamadıklarını söylüyor.

Peki, bizim için Almanya’da bu çalışma programını düzenleyen Friedrich Naumann Vakfı (FNS) neden işe Hamburg’dan başlamış? Çünkü Hamburg Almanya’nın medya başkenti. Kentteki ilk toplantımızda Almanya’daki medya sistemini anlatan Uluslararası Medya Merkezi’nin (IMC) kurucusu Prof. Dr. Steffen Burkhardt diyor ki:

“Burası dünyadan her yerden haberler getiren gemilerin kentiydi. Aristokrasiden ve egemenlerden bağımsız olarak dünyanın her yerinden gelen haberler burada toplanmıştı. İşte bu yüzden büyük gazete ve haber ajansları burada doğdu. Bugünkü sistem 2. Dünya Savaşı sonrası kuruldu. İngiliz işgaliyle İngiliz sistemi geldi, Nazi Almanyası’ndan sonra da lisanslar verildi. Büyük medya kuruluşlarından Axel Springer şimdi Berlin’de ama ilk olarak Hamburg’da lisans aldı. Almanya’nın en büyük bulvar gazetesi Bild burada doğdu.”

Ancak bu durum halen aynı şekilde devam etmiyor. Medya kuruluşlarındaki sabit elemanların işten çıkarılması, bazı yayıncıların merkezlerini Hamburg’dan Berlin’e taşımasıyla kentte istihdam azalması yaşanıyor.

Yine de Almanya tiraj bakımından Avrupa’da en büyük piyasa; dünyada ise 5. sırada. Yaklaşık 350 günlük gazete var ve bunların toplam tirajı 16,5 milyonu buluyor. Ancak 10 yıl önce bu sayı 25 milyon olduğu için yayıncılar da çalışanlar da huzursuz.

Almanya’nın okuyucusu en büyük gücü diyebiliriz. 80 milyonun üzerindeki nüfusuyla ülkede 44,5 milyon okur var; gazete piyasası da yerel ve bölgesel olarak hala fena değil. 11 gazetenin tirajları 200 binin üzerindeyken, diğerleri 60 binlerde kalıyor. Ayrıca 30 milyon kişinin de gazete içeriklerini internet medyasından takip ettiğini Berlin’de Gazete Yayıncıları Federal Birliği’nden Anja Pasquay’dan öğreniyoruz.

Pasquay Almanların gazetelerini yüzde 90 oranında evlerine abonelik sistemiyle aldıklarını fakat bunun git gide zorlaştığını da anlatıyor:
“Eskiden 1 kilometre mesafede, farz edin, 100 gazete dağıtılırken şimdi 50 dağıtılıyor. Bu durumda bilgiyi dijital araçlarla yollamayı deneseniz bile bu her yerde mümkün değil çünkü internet her yere ulaşmıyor.”

Bir başka zorluk alanı da bütçeden pay alan kamu televizyonlarının (ARD ve ZDF) bedava dijital haber içeriği de sunmaları.
ARD adına hazırlanan Tagesschau siyasi içerikli haber bülteni 1952’de televizyonda yayınladığından beri popüler olmuş; şimdi de akıllı telefonlardan izlenebiliyor. Tagesschau App 4 milyon kadar akıllı telefon ve tablet kullanıcısını cezbediyor.

Basılı yayın kuruluşları bunu haksız rekabet olarak görmüşler ve sekizi bir araya gelerek ARD’ye karşı dava açmış (10). Köln eyalet mahkemesi bu konuda dava açan kuruluşları haklı bulurken, üst mahkeme televizyonu haklı bulmuş. Dava şimdi anayasa mahkemesine gitme aşamasında.

“Bu süreçte ARD ile konuşuyoruz. Sonuçta hepimizin amacı kaliteli yayın yapmak. Sorunlara birbirimizle savaşarak değil anlaşarak çözüm bulmamız önemli,” diyor Pasquay.

Medya sektöründe etkin kuruluşlar ve temsilcileriyle görüşmelerimizden anladığımız o ki “dijital evrim” Almanya’da dergisinden televizyonuna, gazeteci sendikalarından yayıncılar birliğine kadar en ince ayrıntısına kadar tartışılıyor; tabi dijital haber içeriklerinin bu saatten sonra ücretli olup olamayacağı da. Pasquay soruyor:

“Tüpten çıkmış olan diş macunu geriye sokulabilir mi?”

Görüştüğümüz çevrelerde bu konuda hakim olan görüş, her yerde bulunabilecek türden bilgileri ücretsiz olarak sunmak, ilginç ve detaylı çalışma gerektirenleri de ücrete tabi kılmak.

İnternet pastasından pay almak isteyenler çoğalırken pasta aynı boyutta kaldığından yayın kuruluşları finans kaynaklarını arttırmak için farklı alanlar arıyor. Örneğin, postacılık hizmet sektörüne giriyorlar.

Bu arada bir de dijital dünyaya direnen ve sadece basılı olarak çıkan Landlust diye yeni bir magazin var ki, Alman kırsal kesiminde yaşamla ilgili; satışları da yükselişte.

DJV’den Endter’e göre Alman medyasında yakın gelecekte olabilecekler şöyle:

–          Bir enformasyon eliti oluşacak ve kaliteli bilgi satın almak için ücret ödeyebilecek;

–          Almanya’da tek bir ulusal gazete olacak;

–          Yerel ve bölgesel gazetecilik ön plana çıkacak çünkü internet bunu sağlayamıyor.

Endter’in anlattığına göre yerel yayın grupları oluşmaya başlamış bile. Nasıl mı? Bir semtteki gazeteciler bir araya gelip gayet iyi işler çıkarmaya başlamışlar. Sağladıkları içerikler de büyük gazeteler tarafından talep görmüş.

Profesör Burkhardt’a göre ise Alman toplumunda gazetecilik mesleği ve ilkelerine karşı gittikçe artan bir ilgisizlik var; örneğin, Hamburg gazetecilik fakültesi kapatılıp yerine halkla ilişkiler ve iletişim bilimleri açılırken gazetecilikten uzaklaşılıyor:

“Buna sektörden direnenler var ama büyük ölçüde yalnız bırakılıyorlar. Yayınevleri piyasadaki arz-talep dengesi doğrultusunda çalışıyor. Yüzlerce iyi gazeteci hayatını devam ettirmek için tenis hocalığı ve yoga eğitmenliği yapıyor çünkü gazetecilere yapılan ödemeler açlık sınırında. Tek gazetecilik kalesi olarak kamusal televizyonlar kaldı. Tagesschau gibi uygulamalar olmazsa bunun için kimse harcama yapmaz, o yüzden kamusal radyo ve televizyonu savunuyorum. Kamusal radyo ve televizyonların da yeni dijital çağa ayak uydurması gerek. Haberlerin sadece akşam 8’de olması ve dijital olarak verilememesi çağa uygun değil.”

Son olarak Profesör Burkhardt’ın bizlerle paylaştığı bilgilere göre Almanya’da tipik bir gazeteci profiline bakalım. Sizce Türkiye’deki gazeteci portresiyle ilgisi var mı?

–          40 yaşında

–          Genellikle edebiyat ya da iletişim alanlarında üniversite eğitimine sahip

–          Orta sınıf

–          Bir ilişkisi var

–          Ayda 2300 avro net kazancı var

–          Stajyerlik yapmış

–          Çalışan ebeveynleri var

–          Yeşiller Partisi (Die Grünen) ile sosyal demokratlara (SPD) yakın ya da hiçbir partiye yakınlık duymuyor.

Anlayacağınız Almanya’da aklımı çelen çok şey oldu. Medyada dijital evrimin konuşulduğu üst düzey tartışmalara dahil olmanın yanı sıra keyif veren daha sıradan şeyler de vardı: Bir kentte inşaat tozuna ve çamuruna bulanmadan, beton yığını binalar arasında değil de tarih kokan sokaklarda oksijen soluduğunu hissederek yürüyebilmek, yanından geçen sahipli köpeklere acımadan ve kendini suçlu hissetmeden sevgiyle bakabilmek ve tabii bir de güne yeni yoksul ölümlere uyanmadan başlayabilmek gibi…
 
(1) Katliam gibi kaza: 12 ölü – 31 Ekim 2014         

(2) Yine işçiler öldü: Isparta'da 13 mevsimlik işçi şarampole yuvarlanan midibüste can verdi – 31 Ekim 2014                                                                                                                          
(3) Emre OĞUZ @oemre – 31 Ekim 2014

(4) Friedrich Naumann Stiftung (FNS), Türkiye’den katılan gazetecilere yönelik olarak Hamburg ve Berlin’de 11-18 Ekim tarihleri arasında “Basın Özgürlüğü: Yasal, Kurumsal ve Ekonomik Çerçeve” başlığı altında bir çalışma programı düzenledi. Bu vakıf Almanya’daki liberal Hür Demokrat Parti (FDP) ile bağlantılı. Almanya’da siyasi partilere yakın vakıflar var. FNS ismini Protestan rahip Friedrich Naumann’dan alıyor. Yurttaşlık Okulu’nun kurucusu olan Naumann, ülkenin vatandaşlarının eğitime sahip olmaları inancıyla neye oy verdiklerinin bilincini geliştirmek üzere yola çıkmış. Vakıf 1958’de Almanya Federal Cumhuriyeti’nin (Batı Almanya) ilk şansölyesi olan Theodor Heuss tarafından kurulmuş. Siyasi parti vakıfları federal bütçeden son dört federal parlamento seçim sonucuna göre pay alıyor. Bir parti üst üste iki kez parlamentoya giremezse vakfı da bütçeden pay alamıyor.

(5) RTL’deki Tutti Frutti aslında 'Colpo Grosso' isimli bir İtalyan şovunun Alman versiyonu.

(6) http://www.spiegel.de/politik/ausland/soma-in-der-tuerkei-grubenunglueck-wut-auf-erdogan-waechst-a-969471.html

(7) Der Spiegel’in “Allah’s Gottlose Armee” başlıklı sayısının tarihi 13 Ekim 2014.

(8) Der Spiegel, Stern ve Focus satışlarını karşılaştıran istatistiki bilgiler:

(9) DJV hem bir meslek örgütü hem de sendika olarak olağan dışı bir yapıya sahip. Endter, Almanya’da tam zamanlı çalışan gazetecilerin yarıdan fazlasının, serbest çalışanların da yarısının DJV’ye üye olduğunu söylüyor.

(10) ARD’ye karşı dava açan kuruluşlar: Axel Springer Verlag (Welt, Bild); WAZ Mediengruppe; Süddeutsche Zeitung; Frankfurter Allgemeine Zeitung; M. DuMont Schauberg (Kölner Stadt-Anzeiger, Berliner Zeitung); Medienhaus Lensing (Ruhr Nachrichten); Rheinische Post; ve Medienholding Nord (Flensburger Tageblatt, Schweriner Volkszeitung).

 ******

(*) Yonca Poyraz Doğan, Medya Etiği Platformu kurucu üyesi, P24 üyesi ve gazeteci.