Bir belgesel gördüler…

Tuluhan Tekelioğlu imzalı belgeseli izleyin. Eksik gediğine rağmen çok şey göreceksiniz: Baskıyı, acıyı, vicdanı, yalanı ve riyakârlığı

YAVUZ BAYDAR

10.05.2015

Genç meslektaşım geçen gün irkiltti beni. Seçimlerle ilgili önemli bir etkinliğe gazetecileri çağırması istenmiş. Zorlanmış. Yardıma ihtiyacı vardı.

'Ne oldu' diye sordum. 'Bir araya getiremiyorum' dedi.

'Kimleri?'

'Köşe yazarları, muhabirler çağrılmış ise küçümsüyor, gelmek istemiyorlar. Galiba toplantıyı ikiye bölüp bir tanesine onları, diğerine de öbürküleri çağıracağım.'

Aynı akşam bir akademik kamuoyu araştırması sunumuna katıldım. Toplantıya sadece köşe yazarları davetliydi.

Sunum daha daha tam tamamlanmadan, soru sormak gibi en asli gazetecilik görevini bir yana bırakan köşe yazarları, uzmanlığı hemen üstlenerek ve sunucuyu bir kenara iterek birbirlerine ve ortalığa ahkam kesmeye başladılar.

Hepsi değil ama çoğu bir şey 'öğrenmek' ve kamuya aktarmak için gelmemişti oraya; ne kadar 'bildiklerini' anlatmak üzere hazır ve nazırdılar.

TV'lerde ekranda belirip, analiz yapmak yerine, birer parti temsilcisi gibi birbiriyle polemik yapmayı benimsemiş insanları görünce de artık hiç kanıksamaz oldum.

Türkiye'de gazetecilik, habercilik, medya vs deyince elbette ki iktidardan; ona bağımlılığı, paragözlüğü, eğilip bükülmeyi adet ediniş patronların sultasından kaynaklanan bir yığın dert akla geliyor hemen.

Ama hastalığın önemli bir kısmı da gazetecilerin kendisinde.

Memleketin en hayati sıkıntılarına sırt çevirmiş, aidiyet duyduğu siyaset cephesinin ile patronunun menfaatlerini halk menfaatinin, 'kamu yararı' adına haberciliğin üstüne çıkarmış, mesleki benliğini unutmuş gazeteci tayfası, söz kendilerinden açılınca, hele bu söz çuvaldız olunca aslan kesiliveriyor.

Siyasi, mali vs iktidar yapılarına karşı cesaretin hafızadan iyice silindiği bu dönemde meslek erbabına tutulan her ayna tepkileri körüklüyor.

'Persona Non Grata' (İstenmeyen Kişi) adlı belgesele gelen tepkilerin hepsi değilse de bir kısmı böyle oldu.

Kişisel görüşüme göre bu belgesel bakış açısı, aktör seçimi, anlatım çizgisi açısından kısmen eksik ve sorunluydu.

Fatih Vural'ın eleştirisinde de altını çizdiği gibi, kirli ve yozlaşmış 'iktidar-bağımlı patron' ittifakının isimsiz kurbanlarını kenara çekip ‘celebrity’ (ünlü) isimleri öne çıkartıyordu.
Ama böyle yaparak da algıyı didikliyor, zihinleri – niyeti belki öyle olmadığı halde – kışkırtıyordu.

Dolayısıyla, netice fark etmedi. Sektör, gerçekleri acıyla tecrübe etmiş, vicdanına sadık kalmış çok sayıda meslektaşı barındırdığı için, belgeselin tetiklediği tartışma da güçlü oldu.

Güçlü olduğu ölçüde, birikmiş, istiflenmiş sorunların su yüzüne çıkmasına da yardımcı oldu.

Galiba bu belgeselin bizim gazeteci tayfasının hal-i pür melalini anlamaya en büyük katkısını, çekilen çifte eziyette – iktidarlar ve ihale/kıyak bağımlısı patronlar – kimlerin gerçek, kimlerin sahte 'kurban' olduğunu; kurulmuş kast sistemini tartışmaya ve teşhire açması olarak ileride hatırlayacağız.

Medya özgürlüğü kavgasının en önde gelen hukukçularından Fikret İlkiz, sorunun önemli bir kısmını biz gazetecilerde görme yanlısıdır. Bana sık sık 'kapolar'dan bahseder.

'Kapo'lar, Nazi toplama kamplarında koğuşları nizamda tutmakla görevli, gönüllü Yahudi işbirlikçi tutsaklardı.

İlkiz'in benzetmesi, gazete ve TV'lerin yazı işlerinde iktidar çıkarlarını kollamayı, gazeteciliği kısıtlamayı, oto-sansürü 'gazetecilik' gören 'medya kapoları' (genel yayın yönetmenleri, yazı işleri müdürleri vs) ile ilgilidir.

Bunlar 'her devrin adamları'dırlar. Medyanın isimsiz, genç kahramanları olan muhabirleri ezer, işten kovar; işlerine bakar, sonra kendilerini mağdur göstermeye de bayılırlar.

Tıpkı, sayısız kıyıma imza atmış, şimdilerin mağdur (!) bazı patronları gibi.
Tuluhan Tekelioğlu imzalı belgeseli internette izleyin. Eksik gediğine rağmen çok şey göreceksiniz: Baskıyı, susma ve susturmayı, acıyı, vicdanı, hakikiliği, yalanı ve riyakârlığı.

Hepsi, bir arada. Bugünün medyasına dair bir kesit.

(Bugün / 10 Mayıs 2015)