Bradlee

Gazeteciliğin neyin nesi olduğunu öğreten ustalardan biriydi

P24

27.10.2014

Bugün / 26 Ekim 2014

'Gazeteci içiyle dışıyla nasıl biridir' dediğimizde akla ilk gelen isimdi.

Ben Bradlee.

Nüfus kayıtlarında Benjamin Crowninshield diye yazılıydı. Ama bütün dünya basın alemi ve de cümle alem onu Ben diye bildi.

93 yaşında, geçen salı günü göçtü gitti Bradlee. Ardından 'Onun gibi bir gazeteci, onun gibi bir genel yayın yönetmeni belki bir daha gelmez bu dünyaya' dedirterek. Arkasından yığınla anma yazısı yazıldı, hatıralar anlatıldı, gülündü, ağlandı.

Washington Post gazetesinin efsanevi editörüydü. 1968'den 1991 yılına kadar gazeteyi zirvede tutmuş, adını Watergate Skandalı’nı ortaya çıkartıp çatır çatır sonuna kadar takip eden, gazeteciliğin tek bayrağı gerçektir' şiarından asla ayrılmayan, korkusuz biri ancak efsanevi olabilir. 

Watergate, öyle böyle değil, Nixon'ın istifasına kadar gitmişti, ama Bradlee ondan önce de Vietnam Savaşı rezaletlerini sergileyen (o zamanların Wikileaks'i diyebileceğimiz) Pentagon Belgeleri'ni yayınlamış, 'Sen vatan hainisin' suçlamalarına gülüp geçmiş, yayın yasağı gelince Yüce Mahkeme'de davayı kazanmasını bilmişti.

Son 7-8 yıldır pek ortalıkta yoktu. Alzheimer söylentileri ortalığı sarmıştı. Ama, kendisiyle Washington'da Post binasında tanışma onuruna eriştiğim 2005'te, muzip gözleriyle etrafı tarayan, yüksek sesiyle 'acaba espriyi ne zaman patlatsam' diye aranan bir yaramaz çocuk gibiydi.
 
'Tam düşündüğüm gibi' demiştim kendi kendime. 'Aslında filmde onu Jason Robards değil, kendisi oynamalıydı.'

Film, Watergate'i anlatan ünlü 'Başkan'ın Bütün Adamları'ydı. Skandalı ortaya çıkartan muhabirlerden Bob Woodward'u Robert Redford, Carl Bernstein'ı Dustin Hoffman oynuyordu. Ama ana karakter, gazetenin bütün kararlılığını, rolünü, cesaretini simge gibi üzerinde toplayan Bradlee idi.
 
Ölümü üzerine Redford şunu yazmış önceki gün:

“Bradlee, etkileyici bir adamdı. Gözü kara, iradesi taş gibi, espri anlayışı acımasız, hatta sapıkça olan bir tipti. Sıradan bilgeliğin egemen olduğu bir alemde bambaşka, benzersiz biriydi. Bir denizcinin caka satan yürüyüşü ve iğneli diliyle, o değişen dönemde bambaşka bir genel yayın yönetmeni tipi yaratmıştı. Böyle bir dünyayı ben bir gazeteden asla beklememiştim. Ve 1974'te, Watergate patlamak üzereydi. Bradlee mücadeleyi bir spor olarak görüyordu ve çok iyi bir rakipti. Muhabirlerine karşı en çok severek kullandığı laf, 'Peki oğlum hikaye nerede, hikaye? Burada hikaye yok, o yoksa bunu basmayız' lafıydı. Çekişmeyi, rekabeti eğlence haline getirmeye bayılıyordu.”

Bradlee, Watergate olayının keşfini şöyle anlatmıştı:

“Maske lastik eldiven takmış, telsizli birtakım İspanyolca konuşan herifler sabahın 2'sinde Demokrat Parti merkezinde enselenmiş. Ne halt ediyorlarmış orada? Neydi olay? Bizim polis muhabiri Al Lewis'e, tutuklama duruşmasında polisler, içinde Hunt diye isim, yanında da Beyaz Saray numarası yazan bir liste göstermişler. Derken, Bob Woodward, galiba günlerden pazartesi, o numarayı arıyor, Hunt'ı istiyor, santraldeki kız da burada değil diye başka bir numara veriyor, Hunt oradan çıkıyor, Woodward da soruyor: 'Senin adın Watergate'e girenlerin üzerindeki listede neden var?' Karşıda uzun, derin bir sessizlik oluyor, ve Hunt 'aman tanrım!' diyerek telefonu kapatıyor. Ve bir başka duruşmada, gözaltındaki bir başkası yargıcın kulağına eğilip mesleğini fısıldıyor. Woodward 'CIA' kelimesini bizzat duyuyor. Bütün bu anlattıklarımdan sonra hâlâ merakınız kabarmadıysa, siz gazeteci filan değilsiniz demektir.”

Ombudsmanlığı da 1968'de dünyaya o tanıtmıştı. 

'Okurlarımız da biz gazeteciler kadar zekidir, gerekirse hatadan ötürü özür dilemek meziyettir' diyerek.

Bu mesleğin neyin nesi olduğunu bize öğreten ustalardan biriydi.

Toprağı bol olsun.