Demokrasi Krizi: Türkiye’de Yolsuzluk, Medya ve Güç
Freedom House’un raporuna göre, hükümet medyanın iktidar üzerinde olması gereken denetim rolünü zayıflatmak için birçok yöntem uyguluyor…

03.02.2014
Freedom House tarafından bugün açıklanan medya raporunda, hükümetin eylemleri konusunda kamuoyunda yürütülen tartışmayı daraltmak ve hükümetin iddialarına muhalefet eden gazeteci ve medya kuruluşu sahiplerini cezalandırmak için Türkiye hükümetinin medya üzerindeki ağırlığını orantısız bir şekilde kullanarak ülkedeki siyasi ve sosyal kutuplaşmayı daha da derinleştirdiği sonucuna varıldı.
Raporda “Hükümet, özgür bir tartışma ortamını kontrol altına alma yönünde harcadığı çabaların Türkiye vatandaşlarını daha da yabancılaştırdığını ve ülkenin istikrarını da tehdit etme potansiyeline sahip olduğunun farkına varmalıdır.” dendi. “Bu durum aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa ile entegrasyonunu ve Amerika Birleşik Devletleri’yle olan güçlü ittifakını da tehlikeye atabilir.”
Freedom House Başkanı ve raporun yazarlarından David J. Kramer: “Türkiye’de demokrasi krizi geleceğe dair bir sorun değil.” diyerek şunları ekledi: “Medya hükümet tarafından uygulanan çok büyük bir baskıyla karşı karşıya ve hükümet şimdi de diğer kurumlara yönelik müdahalelerini genişletiyor.”
Raporda, Türkiye hükümetinin Aralık 2013’te ortaya çıkan büyük çaplı yolsuzluk skandalının ardından ifade özgürlüğünü baskı altına alma yönünde daha da yoğunlaşan girişimleri sıralanmaktadır. Geçtiğimiz sene içerisinde, hükümet baskısı nedeniyle onlarca gazeteci işlerinden edilmiş ve hükümet yetkililerinin gazetecilere yönelik tehditleri olağan hale gelmiştir.
Raporda, Türk hükümetine, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’ne Türkiye demokrasisini desteklemeye yönelik kısa ve uzun vadeli tavsiyeler de verilmektedir.
Raporun özeti şöyle:
Kasım 2013 tarihinde, Freedom House heyeti Türkiye’de gazeteciler, STK’lar, iş dünyasının önde gelen isimleri ve kıdemli hükümet yetkilileriyle ülkede medya özgürlüğünün kötüye gitmesi konusunu görüşmek üzere Türkiye’ye gelmiştir. Heyetin amacı, kötü yasalar ve aşırı saldırgan savcılarla biraraya gelince Türkiye’de tarafsız haberciliği hedef haline getiren, hükümetin gazeteciler üzerinde baskı kurup gözdağı vermeye yönelik çabaları ve medya kuruluşları sahipleriyle hükümet arasındaki fazlaca yakın ilişkiler konusunda gelen haberleri araştırmaktır.
Kasım ayından bu yana, Türkiye’de yaşanan olaylar daha da kötüye gitmiştir. Bir yolsuzluk skandalını ortaya çıkaran 17 Aralık polis baskınları, hükümetteki üst düzey isimler hakkında büyük çaplı ihaleye fesat karıştırma ve kara para aklama iddiaları, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) tarafından alınan sıkı önlemlerin fitilini ateşlemiştir. Daha fazla sayıda gazeteci fikirlerini açıkça dile getirdikleri için işlerinden olmuştur. Binlerce polis memuru ve savcı ya işten çıkarılmış ya da görev yerleri değiştirilmiştir. Hükümet tarafından internet yayınlarını düzenleme ile ilgili kanunda getirilmesi teklif edilen değişikliklerse websitelerinin mahkeme kararı olmadan yetkililerce engellenmesini mümkün kılacak niteliktedir. Ayrıca ceza soruşturmaları da dahil olmak üzere yargıyı doğrudan Adalet Bakanlığı’nın denetimine bağlayarak hükümet erkler ayrılığını da tehdit etmektedir. Türkiye’deki demokrasi krizi artık geleceğe dair bir sorun değil; tam burada, tam da şu anda yaşanmaktadır.
Medya hakkında hazırlanan bu raporda, şu anda Türkiye’de yaşananların bir kurumla ilgili olmaktan ziyade daha çok mevcut olayları şekillendirmeye devam eden uzun bir geçmişin bir parçası olduğu ifade edilmektedir. Türkiye’de medya her zaman devlete yakın olmuştur; yakın zamanda 1997’de büyük medya kuruluşları demokratik seçimlerle işbaşına gelen bir hükümetin devrilmesi için ordu tarafından kullanılmışlardır. AK Parti bu dönemin peşinden kurulmuştur. Her ne kadar orduyu dizginlemiş olsa da, AKP devlet içinde yerleşmiş olan otoriter yapı eğilimlerine yenik düşmüştür. Son yedi yıl içerisinde, hükümet, medyanın iktidar üzerinde olması gereken denetim rolünü zayıflatmak için çeşitli yöntemlerle baskı kurma taktiklerine başvurmuştur. Bu yönde sarf edilen çabaların en göze batanları şunlardır:
Gözdağı verme: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sıklıkla eleştirel yazıların ardından gazetecilere isim vererek saldırmaktadır. Hasan Cemal ve Nuray Mert gibi bunun bilinen örneklerinde, gazeteciler bu aleni saldırılardan sonra işlerinden olmuşlardır. Yanlı mahkemeler eleştiriler için açılan hakaret davalarında ardı arkasına mahkumiyet kararları vermektedirler.
Toplu işten çıkarmalar: En az 59 gazeteci geçen yaz Gezi Parkı protestolarında yaptıkları haberlere misilleme olarak ya işten çıkarılmışlar ya da istifaya zorlanmışlardır. Aralık ayındaki yolsuzluk skandalı sonrasında ise işten çıkarılan köşe yazarlarına yenileri eklenmiştir.
Medya devlerinin satın alınması veya işlerinden edilmesi: Hükümet yanlısı holdingler kamu sözleşmelerinde genellikle başbakanlıktaki kamu organları vasıtasıyla milyarlarca dolar elde etmektedirler. Hükümeti eleştiren medya kuruluşları olan şirketler vergi soruşturmalarının hedefi haline gelip yüksek cezalar ödemektedirler ve kamu ihalelerinde dezavantajlı olmaları muhtemeldir.
Telefon dinlemeleri: Milli İstihbarat Teşkilatı adli incelemeye maruz kalmamak için izinlerde sahte isimler kullanıp milli güvenlik konularıyla ilgili haber yapan gazetecilerin telefonlarını dinlemiştir.
Tutuklama: Onlarca gazeteci, tanımları geniş tutulan terörle mücadele kanunları kapsamında tutuklu bulunmaktadır. Tutukevlerindekilerin çoğunluğu Kürtlerden oluşmaktadır ve kimi analistler hükümetin bu kişileri PKK ile müzakerelerde pazarlık kozu olarak kullandığına inanmaktadır.
Bu taktikler bir demokrasi için kabul edilemez girişimlerdir. Türkiye vatandaşlarının bilgiye tam erişim hakları ellerinden alınmakta ve sağlıklı bir siyasi tartışmanın yürütülmesi kısıtlanmaktadır. Gazeteciler ve kamu görevlileri de hükümeti, özellikle de Başbakan Erdoğan’ı kızdırmamak için habercilerin ve haber kuruluşlarının öz sansür uyguladıklarını kabul etmektedirler.
Türkiye’de medyayı sindirme ve sansürleme girişimleri de dahil olmak üzere Türkiye’nin demokratik kurumlarının kasıtlı bir şekilde zayıflatılması, hem ABD hem de Avrupa Birliği için derin bir endişe kaynağı olmalıdır. AK Parti’de parti-içi koalisyon daha kırılgan hale geldikçe, Erdoğan medya üzerindeki ağırlığını kamu ahlakı ve din konularını öne çıkarıp hükümetin hesap verebilirliği hakkındaki kamuoyu tartışmasını susturmak için kullanmıştır. Sonuç ise giderek daha da kutuplaşan siyasi bir ortam ve toplum olmuştur.
Freedom House, Türk hükümetine, bir demokraside özgür bir basın ve diğer bağımsız kuruluşların çok önemli bir rol oynadıklarının farkına varma çağrısında bulunmaktadır. Türkiye’de medyanın sindirilmesi ve yolsuzluklara bir son verilmesi için hükümetin açık ve somut adımlar atması gerekmektedir. Bunların başlıcaları şunlardır:
Gazetecilere yönelik tehditlerin durdurulması.
Onlarca gazetecinin hapse atılmasına yol açan ceza kanunu kapsamındaki hakaret suçu, geniş tanımlanmış terörle mücadele suçları ve suç örgütü yasalarının kaldırılması.
Medya kuruluşu sahiplerinin haberleri çarpıtarak hükümete yaranmasına yönelik teşviklerin azaltılması için ihale uygulamalarında Avrupa standartları ve uluslararası standartlarla uyum sağlanması. Türkiye’de medya kuruluşlarının sahipleri, şayet Türkiye vatandaşlarının güvenini geri kazanmak istiyorlarsa, ihale uygulamalarında değişiklik yapılmasını kendileri destekleyerek taahhütlerde bulunmalıdırlar.
Her ne kadar sağlam bir demokrasinin inşa edilmesi tamamen Türkiye vatandaşlarına kalmış olsa da, uluslararası toplum buna seyirci kalamaz. Avrupa Birliği ve AGİT Türkiye’de medya üzerindeki hükümet baskısına ilişkin ciddi endişelerini ifade etmişlerdir ve AB hükümetin aşırıya gitmesine ilişkin yerinde uyarılarda bulunmuştur. Ne yazık ki, aynı şeyi ABD için söylemek mümkün değildir. Obama yönetimi Türkiye’de demokrasiye yönelik bu tehdidin ciddiyetini fark etmekte çok ağır kalmıştır. Türk hükümetinin yakın zamandaki eylemlerine yönelik eleştiriler ABD’de bu çapta bir krize yanıt vermesi beklenen üst düzey yetkililerden değil, Dışişleri Bakanlığı sözcüsü ve Beyaz Saray basın sözcüsünden gelmiştir. Avrupa hükümetleri ve kurumları kriz konusunda hükümetle özellikle ve alenen ilgilenirken Obama yönetimi zor konulardan kaçınmıştır. Türkiye’de demokrasinin karşı karşıya kaldığı giderek büyüyen tehditle ilgili dürüst ve ciddi bir şekilde konuşmanın, ifade özgürlüğü ve demokrasiyi politika ilişkilerinin merkezine oturtmanın vakti gelmiştir.