Dikkat haberci çıkabilir!
Bedel ödeme pahasına işini yapan bütün haberci ve bağımsız haber kuruluşlarına, bu ödüllerle biraz olsun şevk verebildiysek ne mutlu bize.
01.07.2015
29 Haziran Pazartesi akşamı, P24 olarak bir kez daha övünç duyduk.
Kurulalı beri özgür ifadenin, ahlaki zemine oturmuş gazeteciliğin, onurlu mesleki duruşun savunucusu olmayı amaçlıyorduk; en önemli hedeflerimizden biri de, 'ünlü isim' odaklı bizim sektörde, kamuoyunda ses getiren, ayrıntılı, titizlenerek işlenmiş haberleri kovalayan 'isimsiz kahramanlar'ın ve saf haberciliğin tam üzerine spotları tutmaktı.
Öyle de oldu: P24 olarak bir 'ilk'e öncülük ettik ve geçen yılın en iyi üç araştırmacı haberinin altında imzası olan meslektaşlarımıza mütevazı bir törenle 'AB Araştırmacı Gazetecilik Ödülleri'ni verdik.
Tören mütevazı idi, ama bu ödülün önemi yadsınamaz. Avrupa Birliği'nin mali desteğiyle başlatığımız proje Türkiye'nin yanı sıra altı Balkan ülkesini kapsıyor. İlk üçe giren başarılı habercilere verdiğimiz toplam 10 bin Euro ödül, kuşkusuz, Türkiye başta bu ülkelerde engellenen, sansürlenen, otosansüre takılan, hırpalana hırpalana can çekişir hale getirilen en temel faaliyeti, araştırmacı gazeteciliği teşvik edecek, cesaretlendirecek, canlandıracak. Arka planda kalan, medyanın emektar kahramanlarının isimlerini bize tek tek tanıtacak, kayda geçirecek.
Bu önemli noktalar hakkındaki 'farkındalık' Avrupa Birliği'nin törene katılan Ankara Delegasyonu temsilcisi Andreea Schmidt tarafından da dile getirildi. Vurgulanan bir başka husus, 'özgür ifade'nin ve bağımsız haberciliğin gerek demokrasiler, gerekse demokrasiye ulaşmaya çalışan 'geçiş ülkeleri' bakımından 'olmazsa olmaz' özelliğiydi.
Medya bağımsızlığı için mücadele etmek demek, demokrasinin kurumsallaşması için mücadele etmek demek.
Bu denklemden bakılınca, otoriterleşme, mafyalaşma, yolsuzluk üçgeninde sıkışan bölgede, gözüpek haberciliğin korunması ve kollanması hayati önem taşıyor.

P24 Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Cemal, bu yüzden merceği o hassas noktada tutmakta, şunu vurgulamaktaydı:
“Son yıllarda mesleğimizin, gazeteciliğin üzerinde kabus gibi kap kara bir bulut çöktü. Gazeteciliğin özü olan haberciliği dumura uğratmaya çalışan; bağımsız, özgür haberciliği yok etmeye çalışan bir Erdoğan düzeni kurulmaya çalışıldı. Ve bu da mesleğin özü olan haberciliği büyük ölçüde olumsuz etkiledi.'
''Bu ödüller, bu ödüllerden üçünü kazanan meslektaşlarıım bu kabus dönemini bir tarafından kırmaya başladı. Zaten bu karanlık dönem 7 Haziran ile birlikte dağılmaya başladı. Bu ödüller özgür ve bağımsız gazeteciliğin bu ülkede de durdurulamayacağının çok net bir belirtisi oldu. Özgür, bağımsız gazetecilik eninde sonunda kazanacaktır. Bu da zaten demokrasinin kazanması demektir.''
Bu iki konuşmacının vurguları kadar, işe aynı iştahla ve inaçla sarılan bağımsız ödül jürisinin uyumu, ve tercihleri de önemliydi. Başkanlığını Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin Dekanı olan Prof Yasemin İnceoğlu'nun üstlendiği, Prof Arzu Kihtir (Istanbul Üniversitesi), Tuğrul Eryılmaz, Cengiz Çandar ve Hasan Cemal'den oluşan jüri, – Çandar'ın kapanış konuşmasında ifade ettiği gibi – yarışan 28 haber arasından en iyileri seçmekte hayli zorlandı. Her yanı, tabir caizse, 'haber kaynayan' Türkiye'den bu kadar güçlü bir yarışma rekabetinin çıkması gayet doğal.
Ama, doğal olması gerekip de olmayan, törene hüzün katan bir husus daha var.
'Hiçbir iyilik cezasız kalmaz' denir. Ödül alanların yaptıkları konuşmalar, acılı bir diller törene damgasını vururken, o deyiş giderek şu ifadeye dönüştü: 'Hiçbir iyi haber cezasız kalmaz.'
Doğal olan, elbette ki, bu tür ödüllerin, kazanan gazetecilerin kariyerine ışık saçması, onların sektörel değerine değer katması, önlerinin daha çok açılmasıdır.
Türkiye'de ise durum tam tersi. Yakaladığı haberin üzerine titizlenen gazeteci, eğer o haber bir şekilde güç sahiplerine, iktidar odaklarına, mafya öbeklerine, ülkeyi çiftlik gibi yönetenlerin, 'iyi saatte olsunlar'ın sinir uçlarına değiyorsa; hele işvereni veya yöneticisi meslek onuruna sahip çıkmaktan aciz ise, mutlaka bir bedel ödüyor.
Bu yılın birincilik ödülüne layık bulunan genç gazeteci Fatih Yağmur'un hikayesi tam da bu resme uyuyor. Yağmur, 2014 yılı başlarında Radikal'de yayınlanan (jürinin 'bu, uluslararası standartlarda saf bir gazetecilik örneğidir' diye övgüye boğduğu) haberinde Suriye'de iddialara göre İslamcı gruplara mühimmat taşıyan TIR'lar ile MİT arasındaki ilişkileri belgeleriyle anlatmıştı.
Yağmur, bir buçuk yıldır işsiz.
Ödülünü alırken yaptığı kısa açıklama, geriye söyleyecek fazla bir şey bırakmıyor:
''Haberi yaptıktan sonra benim için hayatımın en zor dönemi başladı. Hakaret ve tehditlerle başlayan sorunlar 15 Ağustos 2014 tarihinde işsiz bırakılmamla neticelendi. Bir muhabir olarak imza attığınız haberlere o denemde sevinemiyor, ‘başıma ne gelecek’ diye endişeyle bekliyordunuz. Geçen bir buçuk yılın ardından bir haberim için nihayet seviniyorum.''
Tablo net. Türkiye'nin 'medya gerçeği'ne çarpılan Fatih Yağmur'un talihsizliği, 'haberci çıkması' oldu. Tıpkı, ta Gezi olayları öncesinden başlayarak, sırf sahada 'temiz gazetecilik' yapmakta ısrar ettikleri için tek tek, öbek öbek işten çıkarılan, sayıları bini aşan meslektaşları gibi.
Türkiye'de 'medya gerçeği'nin en karanlık yüzü de budur: Öyle kirli ve korkak bir medya düzeni kuruldu ki, medya patronu ve onun adeta bir 'çiftlik kahyası' gibi tepeye atadığı yönetici, işine özenen her haberciye 'aman, haberci çıkmasın, haber yaparsa başımıza iş açılır' diye bakmayı örf ve adet edindi.
Yağmur'un dört dörtlük haberinin ötesinde, yüze vurulan en çarpıcı gerçek de bu zaten: Gazetecilik dediğimiz mesleği, gazetecinin en az kendisi kadar işvereni, yöneticisi, kurumu sahiplenmezse, yapması gerektiği için yaptığı işe ceza makbuzu kesilirse, o zaman ne o işverenin, ne yöneticinin söylediklerinin bir anlamı kalır; ne de o kurumun itibarı düzelir.

Bu ödüllere bakınca, Türkiye'de 'medya gerçeği'nin bir başka parçasının daha su yüzüne vurduğunu görüyoruz. İkincilik ödülünü kazanan Nurettin Kurt, Diyanet İşleri Başkanı'nı hesap vermeye çağıran ve yankıları hala süren 'Makam Aracı 1 Milyon TL' başlıklı haberi veya diğerleri nedeniyle işinden atılmamıştı, ama hakkında 10 bin TL tazminat davası açılmıştı. Kurt'un hakkında başka iki haber yüzünden kesinleşmiş toplam 3 yıl hapis cezası var.
'Haberci çıkmak' demek, sürekli olarak risk hesabı yapmak demek.
P24'ün düzenlediği 'AB Araştırmacı Gazetecilik Ödülleri'nin ilkinde bu acı gerçekleri kazananların buruk sevinci içinden duyduk, paylaştık, hissettik, ama şunu da net olarak gördük:
Türkiye'de habercilerin meslek hafızası, işlerine inancı, cesareti öyle yüksek ki, baskı ne kadar artsa da, sansür ve otosansür yöntemleri ne kadar farklılaşıp kurnazlaşsa da, 'haberci çıkma' iradesini kırıp ufalayıp yok etmek iktidar mahfillerine pek nasip olmayacak.
Bingöl'de hangi zaviyeden bakılırsa bakılsın şüphe üreten, çok sayıda kişinin iki polis de dahil ölümüyle sonuçlanan bir çatışmanın belgelere dayalı arka planını ortaya çıkaran haberi dolayısyla üçüncülük ödülüne layık bulunan Tahir Alperen'in profili, geleceğe dair umutları besliyor. Alperen'in haberi, son yıllarda dijital ortamda yükselen haber sitelerinden – P24'le bir organik veya mali bağı olmayan – T24 sitesinde yayınlanmıştı.
Alperen ve onun gibi pek çok cesur, bağımsız, özgür ve titiz habercinin tercihinde elbette büyük zorluklar, sert sınavlar var.
Ama seçtikleri istikamette ne 'kayıtsız şartsız patron biatı'na, ne de 'kirli havuz medyası banyosu'na yer var.
Bu da yeterince önemli.
Bu yılın kazananlarını kutluyoruz, diğer yarışmacıları da asla kaybetmiş saymıyoruz. Eğer bugün Türkiye'de meslek ruhu canlı ise, onun 2014'e ait sağlam bir dökümü, P24'e gelen 28 başvuruda saklı.
Bedel ödeme pahasına işini yapmaya devam eden bütün haberci ve bağımsız haber kuruluşlarına, kendi çapımızda bu ödüllerle biraz olsun şevk verebildiysek ne mutlu bize.
2015 yılının en iyilerini değerlendireceğimiz bir sonraki törende görüşmek üzere.