İktidarın medya korkusu ve cemaatin stratejik hatası

Yolsuzluk bulguları, önce bağımsız medyada yer alsaydı, bu kadar hayati bir mesele cemaat-hükümet kavgasına indirgenmezdi

P24

30.11.2014

17 Aralık Soruşturma Komisyonu haberlerine getirilen yayın yasağı bilinen gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi: İktidar yolsuzlukların üzerine gidecek bir medyadan korkuyor. Aslında bırakın yolsuzlukların üzerine gidecek bir medyayı, AKP iktidarı yolsuzluklar konusunu haber yapacak bir medyadan bile çekiniyor. Yayın yasağı bu korkunun en açık dışavurumu. Yolsuzluklarla ilgili  bütün detaylar medya tarafından ele alınırsa ne olur? Böyle bir gelişme ne getirir? Kısa cevap şu: konu gündeme girer, inandırıcılık kazanır ve toplumsal tepki riski doğar. Yayın yasağı bu toplumsal tepkiyi engellemek için.
 
Aslında hükümet bunu hep yapıyor. Basına getirilen sansür sayesinde IŞİD'in elindeki Türk rehineler krizi nasıl haftalarca gündemden düşürüldü, bir hatırlayın. Haber alma özgürlüğü olan demokratik bir ülkede böyle bir dış politika hezimeti yaşansa, medyanın körüklediği toplumsal tepki en azından Dışişleri Bakanının istifa etmesine neden olurdu. 1979 yılında Tahran'daki Amerikalı diplomatların rehine alınması Amerikan medyasını galeyana getirmiş ve Beyaz Saray öyle bir baskı altına alınmıştı ki, bu olayın yarattığı toplumsal tepki Jimmy Carter'ın 1980 başkanlık seçimlerini kaybetmesinde büyük rol oynamıştı. Türkiye'deyse rehine krizinden sorumlu tutulması gereken bakan bırakın istifa etmeyi, başbakanlığa terfi ettirildi.
 
Hükümet istemediği bir durumla karşı karşıya kaldığında devreye giren kural hep aynı. Hemen o konuyu ya unutturmak ya da iktidarın istediği platforma çekmek gerekiyor. Bağımsız bir medyanın ve haber alma özgürlüğünün engellendiği ''Yeni Türkiye'' de bunu yapmak gittikçe kolaylaşıyor. Halk neden yolsuzluğa tepki vermedi sorusu hep ağızlardaydı hem yerel hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra. Haber çıkmaması için bu kadar yasak getirilen bir ülkede toplumun yolsuzluklara duyarsız olduğundan şikayet etmek pek de anlamlı değil. Gündeme bile doğru dürüst giremeyen bir konu nasıl toplumsal tepki yaratsın?
 
Konu ender olarak gündeme girdiği durumlarda da hükümetin istediği parametreler çerçevesinde tartışılıyor. Nedir bu parametreler? Birincisi verilen hizmetler ve ekonomik kalkınma. Başarılı hizmet sunan bir hükümet teması canlı tutulduğu sürece yolsuzluk sorunu nötralize oluyor. İktidarın sorulmasını istediği soru şu:  boğazına kadar yolsuzluk içine batan bir hükümet nasıl olur da bu kadar başarılı hizmet verir?  Bu soru sadece yolsuzluk meselesini gündemden düşürmekle kalmıyor. Konu her gündeme geldiğinde halkın ''biraz yemiş olabilirler ama olsun, iyi hizmet veriyorlar'' demesine neden oluyor.
 
Her ne kadar hizmet veren başarılı iktidar teması çok önemli olsa da, Erdoğan'ın ve AKP'nin her an gündemde tutmak istediği ikinci parametre:  ''paralel yapı'' ve yolsuzluk dosyası arasındaki ilişki. İktidarın yolsuzluk soruşturmasını bir ''darbe'' girişimi ve siyaset mühendisliği olarak gösteren stratejisi son derece başarılı oldu. Öyle ki artık yolsuzluk soruşturması dendiğinde akla hemen Gülen cemaatine yakın savcılar ve AKP-Gülen kavgası geliyor. Bu strateji sayesinde yolsuzluklar gibi hayati bir mesele, cemaatin Erdoğan'ı ''bitirme'' planına indirgendi. Sonuçta yolsuzluk yerine yolsuzluğu afişe edenler konuşulur oldu.
 
Kanımca cemaat burada ciddi bir stratejik hata yaptı. İdeal olan yolsuzluk meselesinin cemaat tarafından değil, konunun üstüne cesursa gidecek olan araştırmacı, objektif, şüpheci ve bağımsız bir medya tarafından deşifre edilmesiydi. Bu cesareti gösterecek medya organları Türkiye'deki gündemi bir anda değiştirip konunun toplumsal bir tepki yaratmasını sağlayabilirlerdi. Yolsuzluk belgelerinin halkla paylaşılması ve cemaate yakın savcıların değil bağımsız medyanın yolsuzlukları afişe etmesi gerekirdi.  Olmadı. Yolsuzluklar bağımsız bir medya yerine cemaat tarafından deşifre edilince, toplum meseleyi bir ''cemaat-iktidar'' kavgası olarak algılamaya başladı. Sonuç olarak, yargı ve polis yerine, yolsuzlukların üzerine medyanın gitmesi bu kangrenin toplum tarafından çok daha meşru ve sağlıklı bir şekilde gözler önüne serilmesine vesile olabilirdi. Cemaat-AKP kavgası sürecinde yolsuzlukların herşeyden önce toplumsal hassasiyet ve toplumsal tepki gerektiren bir konu olduğu unutuldu.
 
Tabii ki bu arada, yolsuzluk soruşturmasını yöneten savcılar ve polis belki de konunun basına sızmaması için çaba harcadılar. Muhtemelen sanıkların ülke dışına kaçma olasılıkları gibi gerekçeler bunda rol oynadı. Fakat her şeye rağmen bu risk göze alınmalıydı. Yurt dışına kaçışlar olması durumunda dahi, zanlıların kaçması kendilerini toplumun gözünde suçlu duruma düşürürdü. Böylece yolsuzlukla mücadelenin meşruiyeti toplumsal açıdan çok daha büyük bir kazanım olurdu. Böyle bir dinamik yaşansaydı, yolsuzluk meselesi bir operasyon veya siyasi hesaplaşma platformundan çıkar, şeffaf ve temiz bir siyaset için demokratik mücadele platformuna çekilebilirdi. Geldiğimiz noktada bağımsız, cesur, araştırmacı bir medya yerine hükümetin propagandasına borazanlık yapan bir medya gündemi istediği yöne çekmeyi başarıyor. 
 
Ama bütün bu kötümser tablo içinde umut veren bir ışık da var: bazı cesur yayın kuruluşlarının Meclis Soruşturma Komisyonu haberlerine getirilen sansüre uymama kararı Türkiye'de daha bağımsız bir gazeteciliğe doğru bir adım olabilir.  Ülkedeki demokrasi mücadelesinin ve yolsuzlukla mücadelenin böyle bir medyaya ihtiyacı var.