Maçlardaki tehlike: Maçolar ve milliyetçilik

“Rekabet ortamında histeri halini alan milliyetçi söylem, maço erkek diliyle de donanıp saldırganlaşmakta gecikmiyor”

P24

21.09.2014

Geçenlerde Türkiye-Avustralya Dünya Basketbol Şampiyonası maçı için ekran başına kurulduğumda biraz olsun futboldan farklı bir spor yorumculuğu ile karşılaşacağımı sanıyordum. Futbol milli takımı maçlarındaki o abartılı duygu patlamaları, her maç öncesi çoğu kez hayalci skor beklentileri, hayal kırıklıkları sonucu adeta aşktan nefrete savrulan medya söylemine bu toprakların sporseveri olarak alışığız aslında. Kanımca “12 Dev Adam” kampanyalarıyla coşturulan ulusal basketbol maçları şoven söylemin ve erkek dilinin futboldan bir nebze daha az kullanıldığı bir alan.

Basketbol maçına geri dönersek oyunun heyecanı ve coşkusuna iyice kendini kaptıran spiker, “Avustralya’nın aklını alırız biz aklını!!” diye haykırıyor. Arada maç yorumculuğunun olmazsa olmazı takımımızın aleyhine olan kararlarda hakemi suçlama da eksik kalmıyor. Ama bu kez hakemin hangi ülkeden olduğu önemli. “İtalyan sen şaşırmışsın” diye serzenişte bulunuyor. Daha önceki maçta Yeni Zelanda maçına gönderme yapıp “hakladık hakacıları! Zor oldu ama hakladık hakacıları" diye övünüyor.

Testosteron dolu bir ortamda kışkırtıcı söylem her daim prim yapıyor. Rakip takıma zerre kadar saygı duymadan ülkelerin klişe ve kalıpları üzerinden spor söylemi kurgulamak ise yeni değil. Kabul edelim ki özellikle futbol yorumcularımızın yüz kızartıcı ifadelerinin listesi yıllar içinde epeyce kabardı. İlk aklıma gelen Belçika-Türkiye arasındaki maçta “Evet sayın seyirciler, elin zencisi, elin Arap'ı hat-trick yapıyor. Bizim Hakan'ımız, Oktay'ımız uyuyor!” diyen yorumcu. Kuşkusuz sporda söylem bir kez tehlike sulara girince bundan ilk nasibini alan yine kadınlar oluyor. Örneğin, aynı basketbol maçında yorumcu, "Salondaki paspasçılar bayan ama iyi temizleyemiyorlar" diyebiliyor. Bu sözleri öylesine fütursuzca sarfedebiliyor.

Sporda milliyetçi ve cinsiyetçi söylem üzerine sosyal bilim alanında azımsanmayacak eser birikti son dönemde. Feminist, tüketim ve sistem karşıtı düzlemde sporda ırkçılık, şiddet, erkeklik, endüstriyelleşme, milliyetçilik, küresellik, militarizm, homofobi ve holiganizm akademik dünyanın da vazgeçilmez meseleleri artık.

Sporun rekabet ortamlarında histeri halini alan milliyetçi söylem, maço erkek diliyle de donanıp saldırganlaşmakta gecikmiyor. Bu dil en kontrolsüz biçimde sosyal medya üzerinden dolaşıma sokuluyor. Özellikle Twitter kişilerin dolaysız olarak birbirlerine saldırabildikleri, dudak uçuklatan küfürlerin normalleştiği bir mecra ne yazık ki. Bir basketbol maçındaki galibiyet ve ulusal coşku, özellikle kadınlara saldırmak için meşru bir zemin bulunca spor yorumcusunun dilini eleştirdiğinizde derhal “beğenmiyorsan bu ülkeyi terket” ya da “karşı takımı tut o zaman” laflarına geçiliveriyor. Vatanseverliğinizin bir anda sorgulandığı Twitter alemi nefret söylemini hızlıca köpürtebildiği için tekinsiz ve tehlikeli. Tanıl Bora’nın da tanımladığı milliyetçi söylem şiddetli empati yoksunluğu ve ‘öteki’ olarak gördüğünü çok kolayca dünyadan ve insanlıktan ihraç etme, asla ama asla kendini onun yerine koymaya çalışmama biçimini” barındırıyor. “Milliyetçilik, tepkileri, duyguları, bunların dışavurumu, insanın tercihinden bağımsız, kabaran bir âfet gibi ve bedenin bir refleksi kadar doğaldır ve bu son derece tehlikelidir” diyor Bora. Ne kadar yerinde bir tespit.

“12 Dev Adamı” coşkuyla desteklemek ve güzel bir spor karşılaşması izlemek için oturduğum ekran başından ağzımda adeta metalik bir tatla kalkıyorum. İş “milli” duyguların ifadesine gelince ne yazık ki sporun futbolu, basketbolu fark etmiyor.