Tayyip Erdoğan ve Mehmet Baransu
Baransu’nun tutuklanması esas sorumluluğu örtmeye dayalı bir duman bulutudur.
06.03.2015
Gezi olayları sırasında Kabataş’ta bir AKP ilçe başkanının gelininin sokak ortasında ve bebeği yanındayken inanılmaz bir tacize ve şiddete maruz kaldığını dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ın ağzından duyduk. Sadomazoşist şiddet ve fantezi romanı senaryosunu andıran bu taciz eylemi gerçekten inanılır gibi değildi. Türkiye toplumunu, İstanbul’u, Kabataş’ı biraz bilen birisi, ne üstleri çıplak, deri pantolonlu onlarca kişinin sokakta dolaşacağını, hele protesto yürüyüşüne böyle geleceğini, ne yanında bebeği olan tanımadıkları bir kadına fiziki olarak şiddet uygulayacaklarını, ne de üzerine işemek gibi bir eylemde bulunacaklarına çok kolay inanırdı. Görüntüler var dendi. Uzun zaman ortaya çıkmadı. Daha sonra ortaya çıkan görüntüler ve açıklamalar, bütün bu şiddet ve tacizin tarif edildiği biçimiyle epey çalkantılı bir zihnin hayal ürünü olduğu kanaatini kanıtladı.
Tayyip Erdoğan bu yanlış bilgiyi defalarca gündeme getirdi. Başka gazeteciler de bu bilgiyi teyit ettiler. Suç işlemiş olarak addedilebilirler mi? Böyle bir iddiayı yetkili ve güvenilir bir kişinin dile getirmesi, toplumda infial ve ona bağlı karşı şiddet eylemlerine yol açabilirdi. Neyse ki Tayyip Erdoğan’ın bu ısrarlı yanlış bilgi aktarımına karşı toplumun aklıselimi üstün geldi ve bu iddianın tetiklediği bir infial ve şiddet olayı olmadı.
Erdoğan bu bilgiyi yanlış yani yalan olduğunu bilerek mi söyledi? Yoksa doğruluğuna samimiyetle inanarak mı söyledi? Bilmiyoruz. Her iki durumda da sorun büyük. Başbakan konumunda olan bir kişi bu yanlış bilgiyi yanlış olduğunu bilerek, yani kasıtlı biçimde kamuoyuna birçok kez aktardıysa, elbette müfteri konumuna düşer. Bulunduğu konum dikkate alınırsa, ağır sorumluluğu olan bir eylemdir bu. Yok, daha büyük bir olasılıkla, kulaktan kulağa oyununda olduğu gibi, başta söylenen küçük bir yalan her aktarıcıda bir kat daha abartılarak Tayyip Erdoğan’ın kulağına gelmiş ve bu inanılmaz habere dönüşmüşse, Erdoğan da buna samimiyetle inanmışsa, o zaman da durum son derece vahimdir. Eski başbakan, şimdiki cumhurbaşkanı kulağına fısıldanan en inanılmayacak bilgilere inanacak kadar safdilse eğer, ülke yönetimi tehdit altında demektir. Bu durumu safdilden başka nitelemelerle betimlemek mümkündür. Safdil değil, işine gelene inanıp, onu kullanıyor deniyorsa eğer o zaman birinci şıkka döneriz.
Türkiye’de Tayyip Erdoğan’ın yanılması, halkta infial yaratma riski olan bir yanlış bilgi vermesini AKP çevresinden, iktidar katından kimse eleştiremiyor bile. Sümeyye Erdoğan’a suikast gibi her tarafından sahtelik akan bir başka haberi şimdi egemen güç odağı pazarlamaya çalışıyor. Buna karşılık son derece hassas ve önemli bir konuda haber yapan ve haberinin dayandığı belgeleri daha sonra savcılığa teslim eden Mehmet Baransu, asgari bir demokrasinin yürürlükte olduğu dünyanın her yerinde hiç tartışmasız bir gazetecilik faaliyeti olarak değerlendirilecek bir işten dolayı tutuklanıyor. Baransu’nun haberine kaynaklık eden ve savcılığa teslim ettiği belgeler sahte miydi? Sahteyse bunları denetlemek, doğruluğunu teyit etmek savcılığın göreviydi. Savcılık neye göre dava açtı? Ayrıca belgeler sahte iseler, bunların kopyalarını Deniz Kuvvetlerinin en korunaklı odalarından birinin taban döşemelerinin altına Baransu mu yerleştirmişti?