Artık bilelim: Deprem değil, bina öldürür

Depreme hazırlanmanın ilk şartı, işleri kadere bırakmayan, bilim doğrultusunda kenti depreme hazırlayan bir yönetime sahip olmak.

ŞAHİN ALPAY

16.02.2023

6 Şubat 2023 günü üst üste gelen 7.7 ve 7.6 şiddetinde iki deprem Türkiye'nin güneydeki 10 ilinde ve Suriye'nin kuzeybatısında adeta cehennemi yaşattı. Bu satırların yazıldığı sırada sadece Türkiye'de 36 binden fazla yurttaş yıkıntıların altında can verdi; can kaybının 75 bine ulaşabileceği hesaplanıyor. Söylenecek ilk şey şu: Türkiye çağdaşlaşma sınavını başaramadı; 1999'da yaşanan Marmara depreminden ders alamadı… Deprem felaketlerini niçin bir türlü önleyemiyoruz? Yaşananlardan niçin bir türlü ders alamıyoruz? Bu yıkımların bir daha yaşanmaması için ne yapmalıyız? Bu soruları konuşmak ve çıkan dersler ışığında önlem almak zorundayız.
 
Öncelikle başımıza gelen bu büyük felaketin sorumlularını belirlemeliyiz. Bu yıkımı, Türkiye'nin en tepedeki yöneticisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı gibi, "kader"e, "alınyazısı"na bağlayan; dinsel inançların insanoğluna hiçbir sorumluluk tanımayan ilkel yorumlarının, yaşadığımız felaketi meşrulaştırmaktan başka bir sonuç vermeyeceği muhakkak. Bunca ölüm, bunca yaralı, bunca acının sorumlusu Yaratan / "Rabbimiz" olamaz… Yaratan / "Rabbimiz" insanları akılla ve iradeyle donatmıştır; başımıza gelenlerin baş sorumlusu aklın ve bilimin bir kenara bırakılmasıdır.
 
Çıkarmamız gereken derslerin başında, depremlerin ülkemizin jeolojik yapısından kaynaklandığı gerçeği. Ülkemizin hayli sık ve çok yıkıcı yer sarsıntıları yaşamasının nedeni, bulunduğu coğrafyadaki yer kabuğunun, tektonik levhaların çok hareketli olması; çok basit bir ifadeyle Afrika kıtasının yüzyıllara yayılan bir hareketlilikle Anadolu yarımadasının altına girmekte oluşu. Tahminlere göre bunun sonucunda yüzyıllar sonra Türkiye ortalama 4 bin metre yüksekliğe ulaşabilecek.
 
Bu hareketliliğin kaynaklarını ve yol açabileceği yıkımın boyutlarını başta Celal Şengör ve Naci Görür olmak üzere yetkin jeologlarımız en azından 1999 Marmara depreminden bu yana yıllardır, dillerinde tüy bitercesine açıklamaya çalışıyor; önlem alınması konusunda hükümetleri uyarıyor. Ne yazık ki dinleyen yok… Kaderimiz olan, kaçınılmaz olan ülkemizin jeolojik yapısı. Bu gerçeğin ışığında davranmak, tedbirli olmak zorundayız. Konu bu kadar açık.
 
Tedbirli olmanın başlıca gereği de, nüfusumuz arttıkça ihtiyacı da artan binaların deprem riski hesaba katılarak yapılması. Zira deprem değil, bina öldürüyor. Bunun en çarpıcı kanıtları, fay hattının geçtiği yerlerde bile, kurallara göre yapılmış çok katlı binalar sapasağlam ayakta dururken, diğerlerinin cürüf yığınına dönüşmesi. Belediye Başkanı Ökkeş Elmasoğlu'nun üzerindeki bütün baskılara rağmen iki kattan yüksek inşaata izin vermediği Hatay'ın 50 bin nüfuslu Erzin ilçesinde tek bir binanın dahi depremden zarar görmemiş, tek bir kişinin dahi bırakın ölmeyi yaralanmamış olması derslerle dolu bir örnek. Binaları deprem riski göze alarak inşa ederek yıkımı önleyen ülkelerin başta Japonya olmak üzere birçok örneği var.
 
İmar planlarının deprem tehlikesini hesaba katarak yapılması şart. Ne var ki uygulanmadığı, uyulmadığı takdirde bu planların hiçbir değeri yok. Son yıllarda çıkarılan imar afları ile depremin yaşandığı on ilde, imar şartlarına uymayan 300 binden fazla binaya ruhsat verildiğinin ortaya çıkması, son depremle ilgili en ibret verici gerçeklerden biri.
 
Bir başkası da bizzat Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'un (bunda üyesi olduğu hükümetin hiçbir sorumluluğu yokmuşçasına) açıkladığı üzere: "Avrupa'nın tamamında 20-30 bin müteahhit bulunurken Türkiye'de 300 bini aşmış durumda… Bunların mali yeterliliği olmadığı gibi, yeterli bilgi birikimi de yok…"
 
Ne yazık ki, ehliyetsiz kişiler yalnızca müteahhitler arasında değil, afetlerle mücadeleyle görevli olanlar arasında da çok yaygın. Son deprem felaketi üzerine ortaya çıkan acı bir gerçek de, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı'nın (AFAD) Afetlere Müdahale Genel Müdürü’nün İlahiyat Fakültesi mezunu olup, görevini yerine getirebilmek için hiçbir hazırlığa sahip olmayışı.
 
Giderek toplumun daha yaygınlaşan bir kesimi tarafından anlaşılmakta olan bir husus da, son deprem felaketi dahil olmak üzere, ülkenin sorunlarının başında, ülkemizi son yirmi yıldır yönetmekte olan AKP iktidarının giderek tam bir tek-adam yönetimi haline gelmiş olması. Yönetim bilimlerine aşina olan herkesin bildiği ve sağduyu sahibi herkesin anlayabileceği üzere, etkin bir ülke yönetimi için temel şart, merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında denge kurulması olduğu gibi, gerek merkez gerekse yerel yönetimdeki her makamın ehil, yani görevi yerine getirmek için donanımlı kişiler tarafından doldurulmasıdır.
 
1999 Marmara depreminin yol açtığı yıkımın yönetime karşı uyandırdığı büyük tepkinin etkisiyle başa gelen AKP hükümeti iktidarının ilk on yılında, yukarıda kısaca özetlediğim yönetim ilkelerine kabaca bağlı kaldıktan sonra, son on yılında giderek bu ilkelerden uzaklaştı. Bir tür parlamenter sistem yerini bir tür aşırı yetkili başkanlık sistemine terk ederken; yetkiler giderek tek bir kişinin, hem devletin hem de iktidar partisinin başı olan Cumhurbaşkanı'nın elinde merkezileşti.
 
AKP yönetiminin ilk döneminde önemli görevlerde bulunmuş birçok yönetici partiyi terk ederken, bunların boşalttığı makamlara yetkinlikleri kuşkulu kimseler dolduruldu. Yetkilerin tek bir kişide toplandığı, yetkinlikten giderek uzaklaşan yönetimin ülkenin karşı karşıya olduğu çeşitli sorunlarla baş etmesi giderek güçleşti. Ülkenin topografik yapısı nedeniyle kaçınılmaz olan depremlere hazırlık bu sorunlardan sadece bir tanesi. Aşırı merkeziyetçi olmakla kalmayıp sorunları "kaderin oyunu" olarak gören bir zihniyetle yönetilen Türkiye'nin çoğalan ve derinleşen sorunlarını çözemeyeceği muhakkak.
 
Şurası da muhakkak ki, yaşanan yıkımın esas sorumlusu imar planlarını uygulamayan, imar afları yapmakla övünen hükümet iken, bundan yararlanan müteahhitlerin baş suçlu ilan edilmesi, gerçeklerin örtbas edilmesinden başka bir anlam taşımıyor. Depremin yol açtığı yıkımın tetiklediği, başta hırsızlıklar olmak üzere çeşitli suçların sorumluluğunu, karşılaşılan siyasi sorunlar nedeniyle ülkelerinden kaçıp ülkemize sığınmak zorunda kalan Suriyelilerin ve diğer yabancı uyrukluların omuzlarına yıkan, onlara çeşitli eziyetler uygulanmasını hoş karşılayan, ülkelerine zorla gönderilmesini isteyen zihniyet de insanlığa sığmaz.
 
Onbeş milyon nüfuslu megakent İstanbul'u vuracak büyük bir deprem beklenmekte.
 
En yıkıcısı olma ihtimalini taşıyan bu depreme hazırlıklı olmanın ilk şartı, işleri kadere bırakmayan, biliminsanlarının önerileri doğrultusunda kenti depreme hazırlayan bir yönetime sahip olmak.
 
Türkiye bugün iki temel soruyla karşı karşıya: Önümüzdeki genel seçimi yapabilecek mi? Yapabilirse kadere değil bilime inanan, ehliyetli kadrolardan oluşan bir yönetimi işbaşına getirebilecek mi? Göreceğiz.
 
—–
Kapak Görseli: Mehmet Malkoç (Depo Photos)