Atina’da Lozan krizi

“Bunu cevapsız bırakmak da kendime saygısızlık olur. Ben tabii hukuk profesörü değilim ama…”

SEZİN ÖNEY

08.12.2017

Selanik

1952'den beri, yani 65 yıl sonra ilk kez, Yunanistan'a bir Türkiye Cumhurbaşkanı'nın yaptığı ziyaret 7 ve 8 Aralık'ta gerçekleşiyor. Ve bu ziyaret öyle bir seyir izliyor ki; Yunanistan'da ziyaret ile ilgili sıklıkla yapılan yorum, en az bir 65 yıl daha yeni resmî bir ziyaretin gerçekleşmesinin zor olacağı.
Öncelikle taraflar arasında gerilim, daha Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Yunanistan'a gelmeden başladı. Yunan Kathimerini gazetesi ve Skai televizyonu için Alexis Papachelas'ın Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı ile söyleşide "Lozan Anlaşması'nın güncellenmesi gerektiğini düşündüğünü" ifadesi, Atina gündeminde deprem etkisi yaptı.

Böyle bir açıklama, açıkçası Yunanistan tarafında hiç beklenmiyordu. Zaten de, Erdoğan'ın mülakatta söylediklerinden çok, "beklenmiyor olması" bu "şok" etkisini yarattı.  

Bunun ötesinde, daha Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın uçağı havadayken de, gerilim sürdü. Cumhurbaşkanlığı uçağı, Yunanistan hava sahasına girdiğinde, Yunan F-16'ları uçağa eşlik etmek istediler. Fakat, Türk tarafı, Yunan jetlerinin eskortluğunu reddetti. Böyle Kathimerini/Skai söyleşisi ile başlayan gerilim havada da sürdü.

Erdoğan Kathimerini/Skai söyleşisinde, "Lozan'ın güncellenmesi" konusundaki görüşleri sorulduğunda şu yanıtı vermişti:

Aslında, dünyada tüm yapılan anlaşmaların zamanın akışı içerisinde güncellenmesi gerekir. Lozan'ın da bu şekilde tüm bu gelişmeler karşısında bir güncellenmeye ihtiyacı var. Bu güncellenme, sadece Türkiye için değil Yunanistan için de faydalı olabilir. Bu konuya hâkim olmayanlar, 'Bunu Erdoğan söylediğine göre acaba bunun altından farklı bir şey mi çıkar?' diyor. İşin aslı, bu güncellemeyle iki ülke dostluğumuzu, güvenliğimizi nasıl daha güçlü hâle getirebiliriz; bunun üzerinde durmamız lazım. Zaman zaman bakıyorsunuz bir adadan dolayı hemen ortalığı karıştırıyorlar. Bunların aşılması lazım diye düşünüyorum. Güncelleme derken, A'dan Z'ye bir değerlendirmeye tabi tutulabilir. Yunanistan'ın da rahatsız olduğu bazı madde başlıkları olabilir. Bunlar oturulup konuşulur. Bir Kardak Krizi var, hâlâ çözülemiyor. Sürekli dışişleri bakanları bir araya geliyor. Bakıyorsunuz, birinde bir dışişleri bakanı farklı bir ifade kullanıyor, bir diğerinde bir başka dışişleri bakanı farklı cümleler kullanıyor. Sıkıntılar devam ediyor. Tüm bu krizlerin aşılabilmesi için bir araya gelinip bunların tekrar görüşülmesinde fayda var. Bu, ülkelerimizin geleceği açısından önem ifade ediyor. Konuşa konuşa halledeceğiz bunları. Konuşmadan, bir araya gelmeden bunları aşmak mümkün değil. Öyleyse hiç çekinmeye gerek yok.

Lozan konusu, Erdoğan'ın Atina'ya ayak basmasından önce gündem olunca, zaten karşılıklı gerilime müsait bir ortam doğdu. Hâl böyle olunca, tüm ziyaret yavaş çekim bir yol kazasına dönüşüverdi.  Yunanistan tarafında, Lozan Anlaşması, "Türkiye ve Yunanistan'ın sınırlarını  net biçimde belirleyen" bir anlaşma olarak kabul ediliyor ve tartışmaya açılması da sınırların yeniden çizilmesi çağrısı psikolojisini yaratıyor.

Türkiye ise Lozan Anlaşması'ndaki azınlık haklarının uygulanmadığından şikayetçi: Batı Trakya'daki Müslüman halkın kendi dinî liderlerini seçememesi, Atina tarafından atama yapılmaması gibi "dinî inanç" eksenli konular ön plana çıkıyor.

Başbakan Aleksis Çipras ile 7 Aralık'ta Atina'da yaptığı basın toplantısında da, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ankara'nın "Lozan taleplerini" şöyle çerçeveledi:
Özellikle inançlarını yaşaması konusunda da sıkıntılar var. Hala bir Başmüftülük sorunu çözülmemiştir. Baş müftünün atamayla geldiğini görüyoruz. Lozan ne diyor? Seçimle gelir diyor. Türkiye’de de Patrik seçimle gelir.

Batı Trakya’da bir atanmış müftü var. Ama biz atanmışla değil seçilmişle yapıyoruz bu işi. Bu konuda yıllardır hiçbir netice alamadık. İşte bu da Lozan.
 Bizim toprak bütünlüğüyle hiçbir sıkıntımız yok. Böyle bir şeyi ne ben ne arkadaşlarım hiçbir zaman dile getirmemiştir.

Atina’da bir cami sorunumuz var. Ben benim ülkemde bu zamana kadar Hıristiyanların kiliseleriyle ilgili sorun yaşamadık. Şu anda Sümela Manastırını yapıyoruz. Onlara 'niye burada ibadet yapıyorsunuz' diye soran yok.

Patrikhanenin Demir Kilise’si de bitiyor ve 7 Ocak’ta Başbakan Boyko ile açılışını yapıyoruz. Biz inanç hürriyetinden korkmuyoruz. Ama Batı Trakya’da da bu sorunu bir an önce aşalım. Artık bu masada durmasın, masadan kaldıralım.

Ancak, Çipras ile görüşme öncesi, Lozan'ın konu olması, asıl Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görüşmesinde gerçekleşti. Çipras da, bu görüşmeden sonra gerçekleşen kendi ikili temasları ertesindeki basın toplantısında Lozan'ı gündem hâline getirmek durumunda kaldı.

Normal şartlarda, Erdoğan ve Çipras'ın arası çok iyi; hattâ Erdoğan, Çipras'a hep "kravat takmaması" konusunda takılıyor. Bu sefer de, Çipras'a gene "kravatın nerede" dediği; Çipras'ın da, "Kıbrıs sorunu çözülünce takacağım" dediği öne sürülmüştü. Ve Erdoğan'ın da, "Hemen çözelim o zaman" diye yanıt verdiği…

Ancak, Cumhurbaşkanı Pavlopulos ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında, üstelik de kameralar önünde gerilim yaşanması, Çipras ile görüşmelerini de etkilemiş oldu.  Bu noktada, Türkiye'nin geçmekte olduğu "başkanlık sistemi" süreci sonucu, dış ilişkilerde Ankara'nın asıl diyalog partnerinin "icracı ve halk tarafından seçilmiş başbakan" mı, yoksa sembolik olarak daha üstte yer alan "cumhurbaşkanı mı" olacağı meselesi ortaya çıkıyor. ABD sisteminde, güçlü bir başkan yardımcısı figürü de var. Türkiye'nin sisteminde, başbakan makamı kalkarken, başkan yardımcısı gibi aktör bir tür başbakan gibi ön plana çıkmazsa, "mevkîdaşlık" meselesi özellikle Avrupa ülkeleri olan diyalogda ciddi krizlere yol açabilir. Aslında bu gezideki "Lozan krizinin" arka planında bir de böyle "yapısal sorun yatıyor".
 
Cumhurbaşkanları krizi

Cumhurbaşkanları arası çıkan "Lozan krizine" dönelim: Görüşme öncesi düzenlenen ortak basın toplantısında konuşan Cumhurbaşkanı Pavlopulos, "Yunanistan ile Türkiye arasındaki sınırı çizen Lozan anlaşmasının" tartışılacak bir sözleşme olmadığını söylemiş ve sözlerini şöyle devam ettirmişti:

Yeniden gözden geçirmeye gerek yok. Reform edilecek bir sözleşme olduğuna inanmıyoruz. Bu anlaşma gereğince iki ülkede de yaşayan azınlıklar belirgin bir şekilde dile getirilmiştir. Azınlıklar Yunanistan açısından dinî azınlık olarak tanınmıştır. Yunanistan bu azınlığı hukuk devleti olarak tüm haklarını öngörüldüğü şekilde korumaktadır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise şöyle karşılık vermişti:

Lozan konusunda sanıyorum hâlâ anlaşılmayan bazı incelikler var. 94 yıl önce yapılan bir anlaşma. Sadece Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan bir anlaşma değil. Bu anlaşmanın 11 taraf ülkesi vardır. Düşünün ki Japonya bile var. Hepsini kapsayan bir anlaşmayı konuşuyoruz. 94 yıl içerisinde dünya yeniden inşa ediliyor. Türkiye ile Yunanistan arasında bu arada bir çok şey değişti.

Lozan’da buradaki Türklerle ilgili Müslüman azınlık ifadesinin geçtiğinden bahsediyorsunuz doğru ama AİHM’de Türk ifadesi orada geçmektedir. Bu kararlarıyla da orada vardır. Oradaki insanların yaşam koşullarının ne durumda olduğunu değerlendirme noktasında buraya iyice bir göz atmak lazım. Batı Trakya’daki Müslümanlar inançlarını yaşayabiliyorlar mı? Müslümanlar bugün atanan bir başmüftü ile yönetilme gayretleri var. Türkiye’de patrik atanan bir patrik değildir. Patrik seçilmiş bir patriktir.

Lozan’a göre de mâlum belirli bir sayıda Sen Sinod Meclisi oluşur. Bunların da Türk vatandaşı olması lazım. Bu sayı azaldığı için siz bize isimler verin biz onları Türk vatandaşlığına alalım. Bize verilen bu isimleri biz vatandaş yaptık. Patriği seçecekse bu 17 kişi seçecek. Ama biz Batı Trakya’da hâlâ başmüftüyü oradaki imamlar seçememiştir. Bu durum da nasıl oluyor da Lozan Anlaşması’nın yürürlükte olduğunu söylüyoruz. Demek ki Lozan uygulamada değil. Lozan’ın uygulanabilirliğini ortaya koymamız lazım. Bunu herkes ile görüştük ama netice alamadık.

Yatırım noktasında gerekli olan destekler onlara verilmemektedir. Orada bir ayrımcılık söz konusudur. Türkiye’de benim Rum vatandaşlarıma yönelik böyle bir uygulama göremezsiniz. İbadethanelerde bir ayrımcılık göremezsiniz. Batı Trakya’da ise Türk kelimesinin yazılmamasını bile hazmetmek mümkün değil. Bence bizim bunları bir defa aşmamız lazım. Benim güncellenmesi gerekir dediğim konu bunlardır.

Askerî konularda sıkıntı yaşanıyor. Siz NATO’dan çıktınız, tekrar girişinizi biz sağladık. Biz engel olsak siz NATO’ya giremezdiniz. Bir ülkenin muhalefeti NATO’ya girişinizi engellerdi ama biz öyle bakmadık. Biz komşu diye baktık. Bugün de öyle bakıyoruz.

Erdoğan’ın konuşmasının ardından tekrar söz alan Yunanistan Cumhurbaşkanı Pavlopulos söz aldı ve şöyle dedi:

Yunanistan’da anayasa gereği cumhurbaşkanı sizin yetkilerinize sahip değildir… Dışişleri Bakanımızın da söyleyeceği gibi ben hukuk profesörüydüm. Bir anlaşmanın (Lozan), hukuk ilkesinin güncellenmesi mümkün değildir. Var olan sözleşmeye yeni bir metin ekleyebiliriz fakat anlaşmayı güncellemek veya reforme etmek gibi bir kavramı kullanmıyoruz.

Pavlopulos’un sözleri üzerine Erdoğan da şu yanıtı verdi:

Bunu cevapsız bırakmak da kendime saygısızlık olur. Ben tabii hukuk profesörü değilim ama siyaset hukukunu iyi bilirim, siyaset adamıyım. Siyaset hukukunda da, anlaşmaların güncellenmesi diye bir şart vardır ve bunu da biz yaparız. Yeter ki ülkeler bu konuda mutabık kalsınlar, bunun dünyada çok örneği var. Sizler bu konuyu açtığınız için bu konuya girdik. Açmamış olsaydınız, Sayın Çipras’ın kabulünde bu konulara girerdik. Biz de çok sıkıntılar yaşadık, o yüzden sistem değişikliğine gidiyoruz. 2019’da Cumhurbaşkanlığı sistemine geçeceğiz.

Daha tüm bunlar olup biterken, iğneli diyaloglar tenis maçı gibi gidip gelirken de, Yunanistan'da sosyal medya başta olmak üzere, tüm medya, zaten iki cumhurbaşkanının oturma şekillerinden, birbirlerine bakışlarına ve yüz ifadelerine; her türlü detayı "muhabbet konusu" yapmıştı bile. En çok da, ikilinin oturduğu kanapede Erdoğan'ın "hâkim", Pavlopulos'un da köşeye ilişmiş, hemen kalkmak ister gibi hâli konu olmuştu. Tabii, iki ülke arasındaki bütün psikolojik arkaplan ve tarihî bagajlar da, yapılan şakalar ve yorumlarda ortaya saçılmıştı.

Her şeyden önce, iki ülke ilişkilerinin travmatik bir geçmişe sahip olması nedeniyle zaten karşılıklı önyargılar ve her ne söylense, yapılsa da pürüzlü olmaya meyilli bir diyalog zemini var. SYRIZA hükümetinin de, bu geziye fazla hazırlıklı olmadığı aşikâr.

Şu an, SYRIZA'nın yaklaşık 7-10 puan önünde gözüken sağ parti Nea Demokratia (Yeni Demokrasi) da zaten bu "hazırlıksız" vurgusunu eleştirilerinde ön plana çıkardı. Bu arada bir not olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyaretinde Nea Demokratia lideri Kyriakos Mitsotakis ile de görüştüğünü belirtelim. Mitsotakis görüşme ertesi yaptığı açıklamada, "Uluslararası hukuk ve anlaşmalar, bize çerçeveyi çizer ve yolu gösterir. Sorgulanırlarsa da, iyi komşuluk ilişkilerini bozarlar" dedi.

Görüşmede, Mitsotakis'in Batı Trakya Türklerinin sorunları ile ilgili olarak da, "İstanbul'da bir zamanlar 100 bin kişilik bir Rum azınlık vardı, şimdi kaç kişi kaldı neden diye de sormak lazım" şeklinde konuştuğu öne sürüldü.

Nea Demokratia, bu gidişle, Yunanistan'da yeni hükümeti kuran parti olacak. SYRIZA'nın ziyarete hazırlıksızlığı konusuna gelince; ziyaret konusunda asıl istekli tarafın Ankara olduğu ve Atina'nın kendi içindeki siyasi karışıklıklar, görüş farklılıkları ve kamuoyunda "Batı Trakya-Atina'da cami" gibi konuların milliyetçi reaksiyona neden olabileceği gibi nedenlerle de, "resmî davet" yollamaktan çekindiği konuşuluyordu.

Son kertede, Çipras'ın durumu kendi karizmasıyla ve Erdoğan ile olan iyi diyaloğu ile idare edeceğini sandığını söyleyebiliriz. SYRIZA'nın amacı, ağırlıklı olarak ekonomi ve mülteciler konusunda dayanışmanın konuşulduğu bir ziyaretti. Ve sonuçta, sadece Lozan konuşuldu, o konulara-hele mülteci meselesine hiç girilmedi desek yeridir.