Aydın Engin anısına saygı ve şükranlarımla

Bu yazılar Aydın’ın mirasını, gelmiş geçmiş en tutarlı, en yürekli ifade özgürlüğü kahramanlarından biri olduğunu ortaya koymakta.

ŞAHİN ALPAY

27.03.2022

Aydın Engin ile pek az biraraya gelmek, görüşmek nasip oldu, ama Aydın en çok değer verdiğim, en yakınlarımdan saydığım bir dostumdu. Bu nedenle onun ardından yazmak, ona saygımı ve şükranlarımı bir kez daha dile getirmek istiyorum.

Aydın'ı neden en yakınlarımdan biri saydım? İki nedenle: Birinci olarak birbirimizi tanıyana kadar birçok bakımdan paylaştığımız birer geçmişimiz oldu. Her şeyden önce aynı kuşağın, '68 kuşağının üyeleriydik. İkimiz de gözümüzü siyasete açtığımızda eşitlik ideallerine, sosyalizmin farklı yorumlarına bağlandık. Bu uğurda, ikimiz de (ben 1971, o 1980 askerî darbelerinden sonra) uzun yıllar gurbette, sığınmacı olarak yaşamak zorunda kaldık. İkimizin de yolu Cumhuriyet gazetesinden geçti.

 

Hayat deneyimlerimiz giderek bize her şeyden önce hem demokrasinin, yani yurttaşların oylarıyla seçilen iktidarlarca yönetimin, hem de (ve belki ondan daha da önemli olarak) yurttaşların, ne denli geniş bir çoğunluğa dayanırsa dayansın, hiçbir iktidar tarafından çiğnenemeyecek temel hak ve özgürlüklere sahip olmasının vazgeçilmezliğini öğretti. İkimiz de vargücümüzü hayat tecrübelerimizden çıkan bu dersi toplumla paylaşmaya adadık. Bu dersi yürekten benimsediğimiz için ikimiz de 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında haksız yere itilip kakıldık. 

Aydın'ı en yakınlarımdan biri saymamın ikinci nedeni ise Silivri'de geçirdiğim, yaklaşık iki yıl süren haksız hukuksuz tutukluluk boyunca beni hiç yalnız bırakmaması. Aşağıda onun aklımdan çıkmayan, anılarıma giren yazılarını anmak istiyorum. Zira bu yazılar Aydın'ın mirasını, gelmiş geçmiş en tutarlı, en yürekli ifade özgürlüğü kahramanlarından biri olduğunu ortaya koymakta.

"Susarak da tasvip edilir evlat"

Bir ay önce Zaman gazetesinde yazan Şahin Alpay, ondan birkaç gün sonra eski kapı yoldaşım, arkadaşım Lale Kemal (Lalezar Sarıibrahimoğlu) niye tutuklandılar?
Hilmi Yavuz arkadaşım hakkında niye gözaltı kararı verildi?
Bülent Mumay niye gözaltına alındı?
Nazlı Ilıcak niye tutuklandı?
Yavuz Baydar hakkında niye gözaltı kararı çıkarıldı?
Dün Murat Aksoy niye gözaltına alındı?
Ben sadece tanıdıklarımı, tanıştıklarımı yazdım. Liste çok daha uzun.
Siyasi gerekçe belli: Cemaat yayınlarında yazmak!..
Resmi gerekçe de belli: FETÖ üyesi olmak ya da FETÖ propagandası yapmak.
Hukuki gerekçe? İşte o belli değil.
Gerekçeyi savcının iddianamesini okuyunca anlayacağız. Ancak savcının -hele OHAL koşullarında- iddianamesini ne zaman yazacağı belli değil. O güne kadar yat yatabildiğince, at voltanı atabildiğince…

***

Bu meslektaşlardan kimileri Cemaat’a ait ya da yakın gazetelerde çalışıyorlardı. Adını andıklarımın hepsiyle iyi kötü tanışıklığım var. Cemaat’in illegal bir örgütlenmesi de olduğunu ve kanlı bir darbeye kalkışacağını bilselerdi saniye beklemeden ayrılacaklarını; sessiz bir ayrılışa razı olmayacaklarını; darbeci zihniyeti ölümüne suçlayacak birer açıklama yapacaklarını da biliyorum.
Dahası Bülent Mumay, Cemaat’e ait hiçbir yayında yazmadı. Yazmazdı da. “Yazardı” diyenin alnını karışlarım. Ama sorarım: Yazsa ne yazardı?
Murat Aksoy bırakın Cemaat medyasında yazmayı, uzun yıllar rakip siyasi çizginin gazetesinde, Yeni Şafak’ta yazdı.
Bu meslektaşların kimileri şimdi tutuklu, kimileri gözaltında?
Neden?
Bunun siyasal açıklamasını yapabiliriz. Resmi açıklamayı biliyoruz. Ama hukuksal açıklamayı ne ben becerebilirim, ne hukuku ciddiye alan biri.
Bu meslektaşların tümünün tutuksuz yargılanmaları evrensel hukukun da, Türkiye Ceza Yasası’nın özünün de açık seçik gereğidir. Yargılanmalarında bir terör örgütüyle organik bağları olup olmadığı somut kanıtlarıyla ortaya konmalıdır ve bu ödev hukuk eğitimi görmüş olması gereken savcının omuzlarındadır.
Bu yazı sadece bunu söylemek için yazıldı.
Yarın bir gün, bugün “havuz medyası, AKP medyası” gibi aşağılayıcı nitelemelerle anılan gazetelerde ve televizyonlarda çalışan meslektaşlarımızın başına gün döner devran değişir de aynı hukuksuzluk, aynı temelsiz suçlamalar, aynı “terör örgütü üyeliği” gibi kanıtsız iddialar gelir ve onlar da gözaltına alınır, tutuklanırlarsa bu yazı yine yazılacaktır.
Ustam “Susarsan da tasvip etmiş olursun evlat” demişti.
Susmam…
Bedeli ne olursa olsun susmam.  (Cumhuriyet, 31 Ağustos 2016)

"Şahin Alpay’ın darbe destekçiliği yapması düşünsel intiharı olurdu" 

 

Geldik “medyada FETÖ unsurları” diye adlandırılan (ne demekse o artık) aralarında Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak’ın yer aldığı davaya. Onun da iddianamesi yayımlandı. Meslektaşlarım hakkında 3 kez müebbet, ek olarak da 15 yıla kadar hapis cezası isteniyor. 
İddianame elinize geçse de okusanız. Bu meslektaşlarımın yazıp çizdikleri, ekranlarda konuşup söylediklerinin tek satırında tek bir darbe övgüsü bulabilen beri gelsin. Yazdıklarına katılmayabilirsiniz. Nazlı Ilıcak’ta Fethullah Gülen ve Cemaat övgüsü de bulabilirsiniz. Ancak bunlar, bırakın müebbet hapis cezası istenmesinin, tutuklu yargılanmanın gerekçesi olabilir mi?..

Ya Zaman gazetesinde yazan çizen meslektaşlarım için istenen üç kez müebbet ve ek olarak 15 yıla kadar hapis cezası isteyen iddianameye… 

Çoğunu tanımıyorum. Tanıdıklarım da bir selamlaşma ötesinde sık sık birlikte olduğum, arkadaşlık ettiğim meslektaşlar değil. Ama kimse de bana Gülen cemaatinin amiral gemisi, organı olduğunu düşündüğüm Zaman gazetesinde yazıp çizerken darbeciliği onayladıklarını, seçilmişlerin yerine darbeyle iktidarı alacak zorbaların gelmesini tercih edeceklerini gösteren tek satır gösteremez. Mesela sözcüğün tam anlamıyla bir “liberal” olan Şahin Alpay’ın darbe destekçiliği yapması kendi düşünsel intiharı olurdu ve bildiğim kadarıyla Şahin Alpay intiharı düşünmeyecek kadar sağlıklı bir kafa ve ruh haline sahiptir. 

E peki suçları (suç)? Cemaat gazetesinde yazmak olan bu meslektaşlarım için üç kez müebbet hapis cezası istenmesinin hukuka uygun bir yanını gösterebilen beri gelsin…  (Cumhuriyet, 16 Nisan 2017)

"Meslek ahlakım 'yaz' dedi yazıyorum"
 

Bu yazı 3 Mayıs günü yazılıyor. Yani Dünya Basın ÖzgürlüğüGününde.
Y
azının başlığını burada bir kez daha tekrarlayacağım: Meslek ahlakım “yaz” dedi. Yazıyorum…

Öküz altında buzağı arayacak bir savcı da, intikam duygularının tutsağı olmuş bazı okurlar da umurumda değil. “Hah işte, çaktırmadan FETÖ
propagandası yapıyor
” diyecekler ise zaten hiç umurumda olmaz.

Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde tutuklu gazetecilerden söz edeceğim. Google’a filan başvurmadan aklımda kalanları sıralayacağım. Atladıklarım, unuttuklarım kendileri için de yazdığımı varsaysınlar.

Şimdi:
Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak, Şahin Alpay, Murat Aksoy, Lale Sarıibrahimoğlu, Mümtaz’er Türköne, Ahmet Turan Alkan, Ali Bulaç…
Bu kadarı yetsin. Sanırım çoğunu tanıyorsunuz; en azından adlarını duydunuz; yazdıklarını okudunuz ya da okumadınız.

Hepsi de Fethullah Gülen Cemaati diye anılan, Türk milliyetçiliği ile siyasal İslamı harman etmeye çalışan, çalışırken harman yerine yürekler acısı bir bulamaç çıkaran örgütlenmeye ait gazetelerde yazan, oralarda yazmasalar bile o örgütlenmeye ait olduğu bilinen TV’lerde ekrana çıkan gazeteciler.
Kimileri arkadaşım, kimileriyle tanışıklığım var. Kimileri ile karşılaşıp iki kelime bile etmemişim. Ama bunun bugünkü Tırmık bağlamında hiçbir önemi yok.
Hiçbiri ile ideolojik bağlamda tam bir uyum içinde olmadığım da açık. Yazdıklarına katıldıklarım da oldu. Kesinlikle karşı çıktıklarım da.
Bu yazıyı okuyanlar arasında bu meslektaşların yazdıklarına şiddetle karşı çıkanlar, kimilerinin karşı çıkmanın ötesinde nefret ettiklerini de tahmin edebiliyorum. Meslekte yapıp ettiklerine, yazıp çizdiklerine bakıp en ufak bir itibarı bile hak etmediklerini düşünenler de mutlaka vardır. Yine yapıp ettiklerinin, yazıp çizdiklerinin demokrasiye, özgürlüklere, hukuka, adalete hizmet etmediğini özellikle vurgulayanlar da var.
Üstelik böyle düşünenlerin haklı olduğu birçok olay da var. Bir örnek, sadece örneklerden bir örnek: Ahmet Şık arkadaşım hakkında geçmiş yıllarda yazılıp çizilenleri hatırlayın…

***

Şimdi…
Şimdi, hepsi de tutuklu, hem de aylardır tutuklu olan bu meslektaşların tutuklanmayı, haklarında ömür boyu hapis cezasına çarptırılmalarının istenmesini gerektiren suçlar işledikleri kanısında mısınız?
Haklarında yazılan iddianameleri okudum. Zaten son dönemde biz gazeteci tayfasının bir ek işi de iddianame okumak oldu.
İddianamelerde bu gazetecilerin 15 Temmuz darbe girişimine fiilen katıldıklarına ilişkin, katılmadılarsa bile desteklediklerine ilişkin bir suçlama yok.

FETO’luktan FETÖ’lüğe “terfi” eden örgütlenmenin 15 Temmuz’da demokrasinin simgelendiği TBMM’yi bombalayacak kadar gözü dönmüş bir iktidar hırsı ile en ağır cezayı hak eden bir darbeye kalkıştığına kendi adıma herhangi bir kuşkum yok.
Ama bu meslektaşların darbeye karıştıklarına ya da desteklediklerine ilişkin de herhangi bir kuşku taşımıyorum.
Tutuklanıp haklarında ağır cezalar istenmesine yol açan suçları Cemaat gazetelerinde yazı yazmak ya da Cemaat TV’lerinde ekrana çıkmaktan ibaret. Yazıp çizdiklerinde, ekranlarda dillendirdiklerinde darbe övgüsü ya da kışkırtmasına ilişkin bir ima da bulunmuyor.

Peki, sadece Cemaat medyasında yer almış olmak tutuklanmayı, hapis cezası istenmesini gerektiren, haklı kılan bir suç olabilir mi?
Onların görüşlerine zerre kadar katılmayabiliriz. Yaptıkları gazetecilikten nefret de edebiliriz. Ama bu tutuklanmalarını, cezalandırılmalarını gerektiren bir suç mudur?
Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde bu soruları sormak benim meslek ahlakımın kaçınılmaz, ertelenmez bir gereği idi.
İşte yazdım…  (Cumhuriyet, 4 Mayıs 2017)

"Tutuklanan hukuk devletidir"

 

Bugün 18 Eylül. 
İstanbul’da Zaman gazetesi yazarları 13 ay 22 gün sonra ilk kez yargıç karşısına çıkacaklar. 
Kalabalık bir “sanık” listesi var. Çoğunu tanımıyorum. Kimilerini yazılarından tanıyorum ama bir yerlerde karşılaşmışlığım bile yok. Kimilerini ise tanıyorum. 
Tanıdığım meslektaşları yazayım: Şahin Alpay, Ahmet Turan Alkan, Mümtaz’er Türköne, Ali Bulaç, Lale Sarıibrahimoğlu (Kemal), Nuriye Akman (Ural), Orhan Kemal Cengiz, İhsan Dağı… 
Uzuuuun iddianameyi uzun uzun okudum. Şöyle bir cümleye gelince “Artık okumaktan vazgeçsem mi acep” diye düşündüm. Sonra dişimi sıktım ve devam ettim. 
O cümle şöyle: 
“…Görünürde suç unsuruna rastlanılmayan yazılarında dahi basın ve ifade özgürlüğünün sınırlarını aşarak devlet yetkililerinin ve kurumlarının haklarını ihlal niteliğinde ifadeler kullandıkları ya da ön hazırlık niteliğinde yazılar yazdıkları…” 
Vay be!… 
2017 Türkiyesi’nde AKP yargısı “Görünürde suç unsuruna ratstlanmayan yazılar”ı iddianameye koymuş, bu meslektaşlar hakkında üç kez müebbet ve 15 yıl hapis istiyor. 
Oflaya puflaya da olsa iddianameyi bitirdikten sonra bir de Şahin Alpay’ın bana ulaştırılan savunma taslağını okumaya başladım. 
Ey okur, Cemaat’ın amiral gemisi Zaman gazetesinde yazan bu meslektaşların görüşlerine katılmayabiliriz. Hiç katılmayabiliriz. Nefret bile edenlerimiz vardır. Ama onların sadece yazıları yüzünden üç kez müebbet, 15 yıl hapis cezası istemiyle 14 aydır Silivri mapusdamında tutulmaları haklı ve hukuka ve vicdana ve adalete uygun bulunabilir mi? 
Siyasette şiddet kullanımının en üst mertebesi demek olan bir darbe’ye katıldıkları, çanak tuttukları, desteklediklerine ilişkin tek satır göstermeden, “Görünürde suç unsuruna rastlanmayan yazılar” diye başlayan bir cümle kurulabilir mi? 
Bu sorunun cevabını, bugün mahkeme karşısında yazılarından örnekler vererek kendilerini savunmaya çalışan meslektaşlarım değil, böyle bir iddianameye dayanarak hüküm kesmek zorunda olan ağır ceza mahkemesi verecek. 
Bakalım ne cevap verecek?  (T24, 18 Eylül 2017)

—-