Aylakböceği – tokmakböceği
Karşıdan bakınca teşhis ettiğiniz zarafetin büyük yanılgı olduğunu, kasa kuyruğunda size attığı omuzla ortaya koyuveren bu canlılar…
06.03.2018
Bazı bilimsel araştırmalar peşindeyim, değerli okurlar. Araştırmalarım kapsamında yolum sahaflar çarşısı Aslıhan Pasajı’na düştü. Kapıdan girdim, hemen sol tarafta dizili kitaplara döndüm ve onu gördüm: Uzun zamandır üzerine kafa yorduğum ve araştırmalarımı derinleştirdiğim konuda bana ışık tutacak bir temel eser olduğu belliydi. Hemen fiyatını sordum, ödedim, aldım. Çantama koydum, çıktım. Üzerimde aradığını bulmuş insanların merak ve heyecan tarafından renklendirilen pastel huzuru vardı. Bu son cümleyi de az ötedeki sahafın yanyana dizdiği, edebiyatmış gibi yapan kitapların birinden yaratıcı tahmin yoluyla arakladım.
Olaylar tam böyle gelişmemiş olabilir. Yani bilimsel araştırma yapmaya ne zamandır niyetim vardı, aslına bakarsanız konu da belliydi, çünkü bir zamandır hep aynıydı, fakat o gün o sahaflar pasajına böyle bir araştırma niyetiyle girip girmediğim şüphelidir. Belki de girer girmez sol tarafa dönüp birden o kitapla karşılaşmam bendeki bilimsel araştırma tutkusunu alevlendirdi, beni harekete geçmeye teşvik etti.
Mâlûm, zaman da dar. Zamanın ne kadar kaldığını bilmiyoruz. Meselâ Cumhurbaşkanı, Efrin harekâtında bile isteye tek sivil dahi öldürüldüğünü kimse iddia edemez, ispat edemez, dedi. Kalk, böyle bir şey iddia et, bir sabah vakti altı sularında zamanın tükeniversin. İspat etmeye cüretin bedeli artık ne olur, bilinmez. Aslında böyle iddia ve ispat işleriyle uğraşmayanın da ne kadar zamanı kaldığı belirsiz. Çünkü kuruluşu ve kadrosu biz sıradan insanlarca meçhul Vatan Haini ve Bünyemize Yabancı Unsur Tesbit ve Tedip Komisyonu her an işbaşında. Fakat biz belirsizlikle uğraşamayız. Zira bilimsel araştırma peşindeyiz.
Bir “hayatın anlamı” kılavuzu
Bulduğum kitabın yazarı, önsöze şöyle girmiş: “Hemen bütün canlılarda, kazancını bir başkasının sırtından sağlama eğilimi vardır. Bu eğilimin, bu çıkar düşkünlüğünün yarattığı yaşam savaşında hep güçsüzler yenilir, hep onlar yok olur sanırız. Oysa, bir bakıma çetin doğa koşullarının baskısıyle ortaya çıkan böyle beslenmeye ya da barınmaya bağlı bencillik örneklerinde çelimsizler güçlülerden geri kalmamıştır.” Yazar, “Sözgelimi,” diye devam ediyor, “bir sıtma asalağı, çağlar boyu, kendisine göre bir evren büyüklüğünde olan yüz binlerce insanın ölümüne yolaçabilmiş, ince bir kıl görünüşünde solucanlar, milyonlarca hayvanı silip süpürmüş, ‘küf’ deyip geçtiğimiz sıska bir mantar türüyse koca koca ağaçları yerle bir etmiştir.”
Eğer bu topraklarda doğup büyüdüysek ve her türlü eziyete, rezalete rağmen burada yaşamakta ısrar ediyorsak kitabın bizim için bir tür “hayatın anlamı” kılavuzu işlevi göreceğini sanırım bu satırlardan siz de hemen idrak etmişsinizdir.
Bu yüzden, faydası tartışılmaz bir işe girişerek, bir süre sizi bilimsel araştırmalarıma temel kaynak teşkil edecek bu kitabın satırları arasında gezdirecek, aralara, nâçizâne bilimsel çalışmamı ileri götürmesini umduğum sorularımı, notlarımı ve açıklamalarımı sıkıştıracağım. Öte yandan doğrudan memleket siyasetiyle uğraşarak yaratabileceğim herhangi bir olumlu sonucun bulunmadığını, en azından bir süre için kabul etme basiretini sürdürmeyi umuyorum ki, bu da bilimsel araştırmalara yönelmem için başlıbaşına bir başka müşevvik addedilmelidir. Haksız, hukuksuz, mânâsızca ve zalimce hapse atılıp hayatları çalınan eş dost veya tanıdık olmasa da gadre uğramış insanları oradan çıkarabilecek gücüm, imkânım yok maalesef. Memleketi soktukları bu yolda daha ileri giderek çocuklarımızın, torunlarımızın hayatını karartmakta olduklarına muktedirleri ikna etme şansım yok. Habaset ve garezle kendini var eden “muhalif” saflara azıcık iyilik dürüstlük aşılamanın yolunu da bilmiyorum. İşbu sebeplerle, bir nevi “çevremizi tanıyalım” gezisi olarak da tasavvur edebileceğiniz şu seyahate çıkmayı öneriyorum.
Omurgalılar varmış
İlk kavramımız, “ağrıma asalakları”. Şöyle izah edilmiş: “Omurgalılarda alyuvar asalağı olarak yaşayan ve söbe, yuvarlak, armudumsu ya da çomağımsı biçimler gösteren, ağrıma etkeni sporlular topluluğu.” Omurgalılarda bulunan bir asalağın tesbit edilebilmiş olması ilginç. Çünkü bunların dadandığı omurgalı bulunması ilginç. Demek ki bunların dadandığı omurgalıların yüzdesi yüksek. Yoksa nereden rastlanacak? Omurgalıya rastlamak kolay mı ki bünyesindeki asalağa rastlansın? Belki de umut verici bir sonuç çıkıyor buradan: Omurgalı sayısı sandığımız kadar az olmayabilir! Bilimsel araştırmanın böyle yararları var işte…
Tabiî bir de bunlara neden “ağrıma asalakları” dendiği sorusu var. ‘Omurgalıysan ağrı çekersin’ mi denmek isteniyor? ‘Omurgalıysan sana hayatta rahat yok’ mânâsında? Nitekim bir önceki maddede bu “ağrıma” meselesi izah ediliyor: “ateş, kansızlık, sarılık, kan işeme gibi belirtiler gösteren memeli hayvanlar hastalığı; hayvan sıtması…” Sanırım yorumum doğru. ‘Hele bir omurgalı ol, kan işetirler valla adama’ deniyor işte açıkça. Bilimsel bir sözlükle karşı karşıya olduğumuzdan, böyle dangıl dungul konuşulmuyor, âdâbınca söyleniyor.
Örneklemek sorun yaratabileceği için “ahır sineği” veya “baldırsokan”ı atlıyorum; hayvanseverler tepeme binmesin diye -bir defa “Kürdün kurşuna dizilen katırı hayvan değil mi?” sorusunu sorduğum için bunu yapmışlardı- “arahayvan”ı görmezden geliyorum; “arı sürgünü asalağı” ile ilgili yalnız bir notum var: “arılara sürgün edildikleri yerde bir de asalak mı dadanıyormuş, Almanya’dan sordur”, onu da geçiyorum; “armutkaplanı” denen süslü yaratık neden yeşil sürgünleri hırpalayıp yaprakların erkenden sararıp dökülmesine yolaçıyor, ayıp etmiyor mu, havaalanı veya otel inşa edemeyeceğine göre bu sırf yeşile düşmanlık mı, sırf kendi yapamadığı veya sahip olamadığı için yok etme isteği duymak gibi bir yerli-millî haset-garez uygulaması mı, bunu da burada çözemem, mecburen ileriye bırakıyorum; zarkanatlı “asalak arılar”ın niye “tarımsal savaşın doğal silahları” olmayı ve bir nevi koruculuk yapmayı kabul ettikleri de, etraflı ele alınması gereken mevzu, onu da erteliyorum; ve “asalaklık” kavramı üzerine eğiliyorum. Hayır, her şeyi siyasete bulamıyorum; biz başka türlü konuşamayız, anlaşamayız.
“Artiz”in başka versiyonları olmalı…
Efendim, “asalaklık”, elimdeki eserde haliyle “asalak yaşama durumu” sözleriyle tarif ediliyor. Bütün kitap bu “durum”un çeşitli tezahürlerini açıkladığından, bu tarif eksik-gedik ya da totoloji sayılmaz. Kaynağım, “asalaklık” için eşanlamlı iki başka kavram da sunuyor: “ektilik” ve “yelmeşiklik”. Burada ister istemez biraz duralıyoruz. Hattâ duraksıyoruz. Hattâ basbayağı duruyoruz. Bir TDK yayınından yararlanarak yazı yazıyorum; TDK ile sık sık yetki itişmesine kalkışan biri olarak böyle numaralar yapmam ve onların gözünde itibar kazanmam icap eder. Öte yandan dikkatimi bir an önce klavyeden, ekrandan, masadan pencereye, oradan da sokağa çevirmeliyim. “Lan oğlum, ekti misin lan sen!” hitabını duyar gibiyim. Tok sesle söyleniyor. “Yelmeşik lan bu, yelmeşik!” ise biraz daha ince sesle, daha bir yayarak. Bunların yanında “asalak”, söyleyişinize göre, iyi okulda öğrenilen ve telaffuz edenin bilgisine görgüsüne delalet eden salon lafı veya köylünün tarladan sözederken kullandığı gündelik tâbir gibi kalıyor.
Şimdi de “at cüce iplikkurdu”ndan sözetmek istiyorum. “At cüce iplikkurdu bir gün…” diye başlasam sanırım yadırgamazdınız. Minik bir solucan bu. Kendinden kat kat büyük yaratıklarla çeşitli maceralara girmeye uygun bir şahsiyet. Atlarla domuzların incebağırsağında yaşıyor olması işi bozuyor; sözkonusu maceralarda normal olarak minik solucanın tarafını tutardık böyle olmasa. Çünkü, at neyse de, “o hayvan”ın bağırsağında yaşayan canlıyla işimiz olmaz. Maceralarda at cüce iplikkurdu’nu tutanlar, “o hayvan” yüzünden, mecburen azınlıkta kalacak. Gerçi onu sevmeyenler de henüz yüzde elliyi garantileyemedi…
Ve bilimsel araştırmanın sizlerle paylaştığım bugünkü bölümünü, hep aramızda dolaşan, sık rastlanan, sıkça toslanan, maruz kalınan üç canlıyı anarak tamamlamak niyetindeyim. Bunlar, sırasıyla, “ayıkelebeği”, “aylakböcekleri” ve “tokmakböcekleri”.
İlki, itiraf edeyim, bana hemen, alışveriş merkezlerinde rastlanan örnekleri hatırlattı. Karşıdan bakınca teşhis ettiğiniz zarafetin ne büyük yanılgı eseri olduğunu, diyelim kasa kuyruğunda size attığı dirsek veya omuzla bir çırpıda ortaya koyuveren bu canlıların jipten kabukları oluyor. Not: Hangi semtlerde daha büyük gruplar halinde yaşadıklarına dair veriler tamam, yazın göç yolları falan tamam, fakat etrafa zarar verme kapasitelerine ilişkin daha fazla olgu münasip üslûpla nasıl aktarılır, araştırmalıyım.
Ötekilere gelince. Kaynağım bunları eşanlamlı gösteriyor. Aylakböcekleri maddesinde bizi nazikçe, “bkz” diyerek tokmakböcekleri’ne gönderiyor. İkisinin aynılığında tuhaf bir rastlantı sezmemek mümkün değil. Henüz araştırmamın başındayım ve söz söyleme ehliyetim sınırlı, fakat bu sırf derme çatma kafiye meselesi değildir bence; aylak-tokmak… ‘Aylak bırakırsan tokmak olur’ mudur, nedir muradı bunu böyle düzenleyenlerin acaba..? İşsiz kitlelerin, hak arama odaklı bir örgütlü mücadele içerisinde yeralmadıklarında faşizmin kitle desteği. lumpen proletarya haline gelebildiklerini anlatmanın veciz yolu mu?
Devam edeceğim. (Kaynağımı daha sonra tanıtırım.)